Köye Özel Yazı
Genel Konular
Köy Güldürüsü
Boş

Köy Güldürüsü



Bu sayfayı fıkralara ayırdım; ama klasik biçimde fıkra anlatmaktansa biraz beyin sporu olsa fena olmaz diye düşünerek bambaşka bir yöntem uyguladım.
Fıkranın özü olan güldürü tümcesini oluşturmayı siz okuyuculara bıraktım.
İlgi çekici olsun diye fıkra kahramanlarını, hoşgörülerine sığınarak tanıdığımız kişilerden oluşturdum, ama olayların çoğu hayal ürünüdür.

Yanıtları öğrenmek için en alttaki "YANITLAR" bölümüne bakınız.

24-BU EVDE DURAN YOKTUR
(Babuko Hüseyin Aydoğan tarafından gönderilmiştir. - 30 Kasım 2011)

24 Ekim 2011'de, İstanbul'a gitmiştim. Bizim Ahmetlerin evinden çıktım, baktım ki sevgili Mustafa hocamız evinin önünde, kendine has duruşuyla, dikiliyordu. Beni görünce:
-Geldiğin günde mi geldin, hoş geldin, dedi.
Duyarlı insanlarımızın gayretleriyle Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç'in öncülüğüyle yapılmış olan eve bakarak güzel olduğunu söyledim. Aramızda konuşurken Kayacıklı bir arkadaş geldi yanımıza. Bu arkadaş, eve bir göz attıktan sonra:
-Bu evde duran var mı? diye sordu.
Mustafa, ciddi bir tavırla:
-Hayır, bu evde duran yoktur, diye karşılık verdi.
-Duyduğum kadarıyla bu ev senin ve eve taşınmış olman gerekir, diye üsteledi Kayacıklı arkadaş.
Mustafa da üsteledi:
-Öyle de olsa, böyle de olsa bu evde duran yoktur.
Tam o sırada pencerede Saadet hanım görünüp kayboldu.
Kayacıklı arkadaş zaferini ilan etti.
-İşte evde duran var ya.
Mustafa inadını sürdürerek:
-Söylüyorum ya bu evde duran yoktur, dedi ve açıklamasını yaptı.
Kayacıklı arkadaş, bir kahkaha attıktan sonra:
-Amma da adamsın be hoca, dedi ve gülerek yanımızdan ayrıldı.

Soru: Mustafa beyin Kayacıklı arkadaşı güldüren açıklaması ne olmuştur?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

23-DOKTOR HANIM, ACABA BEN ....?
(Alim Aydoğan tarafından gönderilmiştir. - 15 Kasım 2011)

Bir gün İstanbul Hisarüstü'ndeki Türkan ŞORAY İlköğretim okuluna bayan bir doktor gelir. Okuldaki öğretmenleri tek tek muayene eder. Herkese sağlık durumu ile ilgili bilgiler verir. Öğretmenleri durumlarına göre çeşitli sağlık kuruluşlarına yönlendirir.
Bizim Hamza emmilerin Mustafa da aynı okulda öğretmenlik yapmaktadır. Bayan doktor, Mustafa'yı da muayene eder. Koyduğu teşhisleri sende şu şu durumlar var diye Mustafa'ya söyler.
Bunun üzerine Mustafa, bıyık altından gülümseyerek doktora bakıp:
-Doktor hanım, acaba ben ..............................? diye sorar.
Bir an için kafası karışan doktor, yanıtı geciktirmez ve:
-Elbette! diye karşılık verir.
Orada bulunanlar, kahkahayı basmamak için kendilerini güç tutarlar.

SORU: Acaba, Mustafa beyin sorusu nedir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

22-SIRAT KÖPRÜSÜNÜN ÖTESİ - 17 Ekim 2011

Kırıntılı, Yeniköylü ya da Kayacıklı, hiç fark etmez, hepsinin de ortak hayali; yorucu, sıkıcı kış aylarının bir an önce geride kalması, yaz tatilinin gelmesidir. Fırsatını bulur bulmaz, kapağı köylerinin dağlarına atma isteğiyle yanıp tutuşurlar.

Üç Kırıntılı, bu hayallerini gerçekleştirmek amacıyla Temmuz 2011'de Paltuçukur ormanının yolunu tutarlar. Bir su kaynağı başında konaklayıp çantalarını açar, aslan sütleriyle demlenmeye başlarlar. Göz açıp kapayana kadar aradan üç beş saat geçer. Toparlanıp çantalarını sırtlar, Petkekliğin Kıranı üzerinden köyün yolunu tutarlar.

Yürüdükleri patika, aynı zamanda Çeküz-Çanakçılıların yayla yoludur. Bir ara Kırıntılı olmayan tanımadıkları iki adamla karşılaşırlar. Adamlardan biri, bizimkilerin zil zurna olduklarını görünce gülerek:
-Ah be baba erenler, bu hâlinizle sırat köprüsünden nasıl geçeceksiniz, merak ediyorum, der.

Kırıntılılardan biri, bir kahkaha attıktan sonra eliyle gökyüzünü işaret ederek:
-........................................, der.

SORU: Kırıntılı Bektaşi, sizce arazimizden geçen konuğumuza nasıl bir yanıt vermiştir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

21. ÖKÜZ SATIYORUZ
Hamza Hüseyin abi, Karaburga şenliklerinde eş dost ocaklarını ziyaret ederken kendi yaşlarındaki iki kişinin kenardaki bir kayanın önünde oturduklarını görür. Yanlarına yaklaşarak sırf yarenlik olsun diye:
-Merhaba ağalar, bir şey satıyorsunuz galiba, der.
Diğerleri, dalga geçecek birini bulmanın sevinciyle:
-He ya, öküz satıyoruz, diye karşılık verirler.
Böyle esprilerin uzmanı olan Hamza Hüseyin abi bu sözün altında kalır mı? Öyle bir şey söyler ki adamlar mosmor olur.

SORU: Sizce Hamza Hüseyin abi ne söylemiştir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

20. KİMLERİN AMELİYATI DAHA KOLAYDIR?
Doktor Hamit Bal, doktor arkadaşlarıyla bir gün ortak tanıdıkları üç kişiden hangisinin beyin ameliyatının kolay olduğuna dair sohbet etmektedirler.
Birinci arkadaşı şöyle der:
-Sinan bey muhasebeci olduğundan onun beynini ameliyat etmek daha kolaydır; çünkü onun beynini açtığınızda beyin bölümlerinin numaralı olduğunu görürsünüz.
İkinci doktor:
-Doğru ama, bana kalırsa elektronikçi Hamdi'nin beyin ameliyatı daha kolay olur; çünkü onun beyninin her bir bölümü ayrı ayrı renktedir, diye karşılık verir.
Üçüncü doktor, dudak bükerek:
-Arkadaşlar, diyerek araya girer. Açıklamalarınız hiç de yabana atılır gibi değil, ama arşivci Hüsnü'nün beyninin ameliyatının daha kolay olacağını düşünüyorum.
Diğer doktorlardan biri ilgiyle:
-Bunu nereden anladın dostum? diye sorar.
-Çünkü arşivcilerin tüm organları alfabetik sıralıdır. Bu nedenle Hüsnü beyin ameliyatı çok daha kolay olur.
Doktor Hamit bey, kaşlarını kaldırarak bir kahkaha atar ve:
-Sevgili arkadaşlar, der. Kesinlikle söylüyorum ki Erdinç beyin beynini ameliyat etmek çok daha kolaydır.
Arkadaşlarından biri merakla:
-İyi ama nasıl olur da kendinden bu kadar emin olabilirsin? diye sorar.
Doktor Hamit Bal, kendinden emin bir tavırla yanıtlar:
-Çünkü .............................................

SORU:"Sizce, Doktor Hamit Bal'ın yanıtı nasıl olmuştur?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

19. Hüseyin Aydoğan (Babuko) tarafından gönderilmiştir. - 29 Mayıs 2011)
KIRINTI KÖYÜNE NEDEN GİDEMİYOR?
İstanbul da Mustafa hoca ile karşılaştım. Mustafa, benim çocukluk arkadaşım. Şuradan, buradan konuştuk. Söz köyden açıldı ve Mustafa'ya:
-Köye gidiyor musun? diye sordum.
Mustafa beyin verdiği yanıt aklımı karıştırdı. Şöyle demişti:
-Büyükdere'ye, Yeniköy'e gidiyorum. Hatta öteki köylere de gidiyorum, ama yalnızca Kırıntı'ya gidemiyorum.
Şaşırarak:
-Öyle şey mi olur? dedim. Yeniköy'e, Büyükdere'ye, öteki köylere gidiyorsun da Kırıntı'ya nasıl gidemiyorsun?

SORU: "Sizce Mustafa bey, neden Kırıntı'ya gidemiyor olabilir?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

18. ZİYARET
2010 sonbaharında sisli, çisentili bir gündü. Mustafa beylerin evlerinin önünden geçerken Saadet hanımı gördüm. Birkaç tümcelik ayaküstü sohbetinden sonra Mustafa beyi sordum. Mahallede, buralardaymış.
Ayrılıp yol boyunca ilerlerken soldaki bakkalın önünde Mustafa beye rastladım. Ona yaklaşırken sırf konuşmuş olmak için:
-Merhaba Mustafa bey, sizi ziyarete gelmiştim, ama evde yoktun, dedim.
Mustafa bey, duraksamaksızın:
- ..................., demesin mi?

SORU: "Sizce Mustafa bey, kendi esprili yapısına uygun nasıl bir yanıt vermiş olabilir?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

17. "DAĞDA MI BÜYÜDÜN YAHU!"
Kazım amcayla birebir ilişkimiz olmasa da yolda rastlaştıkça ayaküstü hâl hatır sorardık. Bir gün, yollarımız Tuzluçayır-Natoyolu hattındaki minibüste kesişmişti. Kazım amca, önümdeki koltukta oturuyordu. Benden haberi yoktu sanırım. Omzuna dokunarak:
-Nasılsın Kazım amca? dedim ve sessizce kısa bir sohbet ettik.
Ege Mahallesi yol ayrımına yaklaşırken Kazım amca, şoföre seslendi:
-Şurada dur da inelim!
Minibüs durdu. Aksilik bu ya, Kazım amca, inmek için herekete geçince yolculardan birinin ayağına istemeden bastı. Bayan yolcu, canı çok yanmış olmalı ki ona ters ters bakarak:
-Dikkat etsene amca, dağda mı büyüdün? diye çıkıştı.
Kazım amca, mahçup bir tavırla:
-Kusura bakma kızım, istemeden oldu, dedi.
İş tatlıya bağlandıktan sonra minibüsten indik. Minibüs yoluna devam ederken Kazım amca bana dönerek, şaka mı ciddi mi olduğunu anlayamadığım bir tavırla şöyle dedi:
-Yaav Ali, ..............................,

SORU: "Kazım amca ne demiş olabilir?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

16. DÖRT MİLYAR LİRALIK KAZANÇ
Sevgili Mustafa öğretmen, esprileriyle ünlüdür. Ne zaman karşılaşsam yeni bir esprisiyle karşılaşırım. Bir gün İstanbul'a gittiğimde sokakta karşılaşmıştık. Hoşbeşten sonra Mustafa bey, oldukça ciddi bir tavırla ve kararlı bir ses tonuyla:
-Ali, ayda dört milyar lira kazanmak ister misin? diye sordu.
Bu, bir espri olmalıydı elbette; birkaç saniye düşünüp espriyi çözmeye çalıştıysam da başaramadım. En iyisi, espriye katılmaktı. Gülümseyerek:
-Ayda dört milyar lira kazanmayı kim istemez? Elbette ben de isterim, bunun için ne yapmam gerekir? diye sordum.
Mustfafa bey, gürültüsüz bir kahkaha attıktan sonra:
- ................., demesin mi?

SORU: Mustafa bey, nasıl bir yanıt vermiş olabilir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

15. (Bu olayı bana anlatanlar gerçek olduğunu söylemişti. A.A.)
ÖKÜZ ARABASI MI SANDIN?
Sevgili Ahmet amca (k.zık) otobüsle Ankara'dan Kırıntı'ya gitmektedir. Sabahın erken saatlerinde Alucra'yı geçerlerken Ahmet amca şoförün yanına giderek:
-Beni Civrişon sapağında indir şoför bey, diye uyarır.
Otobüs yirmi dakika sonra Konaklı (Civrişon) sapağına varır, ne var ki durmadan geçer. Yeşilbük'e (Korzaf) doğru yol alırlarken Ahmet amca büyük bir öfkeye kapılarak:
-Beni neden dediğim yerde bırakmadın? diye bağırır.
Şoför, umursamaz bir tavırla dikiz aynasından Ahmet amcaya bakarak yarı alaylı bir sesle:
-Amca, otobüsü öküz arabası sandın galiba, zırt pırt duracağını mı sandın? der.
Bu söz bizimkini daha da kızdırır. Şoföre can alıcı bir bakış fırlatarak şöyle der:
- ...

SORU: "Sizce Ahmet amca, şöföre ne demiş olabilir?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

14.Hüseyin Aydoğan (Babuko) tarafından gönderilmiştir. - 21 Mayıs 2011)
YETİŞMEMİŞ KAVUN
Kırıntı köyünde Çoban Ali, davarı alır kırlara otlatmaya götürür. Öğlen olduğunda davarı bir gölgelikte yatırır. Kendisi bir taşa oturur. Davardan devamlı bir ses gelir. Ses, sanki şöyle demektedir:
-Çoban, uyuma davara kurt geliyor!
Kurt işte şu tarafta, bu tarafta diyerek çoban Aliyi kızdırırmış. Çoban Ali, bu sese doğru gider ve kendisiyle dalga geçeni görür; bu, tekenin boynuna takılmış bir nesnedir.
Çoban Ali, kaşlarını çatarak nesneye bakar ve:
-Sesini kes kavunun olmamışı, seni taşın altında ezerim! diye bağırır.

SORU: "Çoban Ali, kavunun olmamışıyla neyi kastetmektedir?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

13. (Bu yaşanmış olay Öğretmen Muharrem Aydın tarafından gönderilmiştir. Teşekkürler. 20 Mayıs 2011)
AYI İLE İTLER
Dedem Şükrü Ağa katırcılık yaparmış. Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bayburt'u dolaşıp, bizim köy ve çevresindeki köylerin ihtiyacı olan gaz yağı, tuz, kara sakız, küp, yular, semer, çarık, çıra vb şeyler satarmış. Kendisi atına atlar satacaklarını da katırlara yükleyip köy köy dolaşırmış. Heybetli ve iri cüssesi ile gittiği yerlerde kara kucak güreşlerinin vazgeçilmez pehlivanıymış, oldukçada başarılıymış. Eski Türkçe'yi biliyormuş. Yeni Türk harflerini de ilk öğrenenlerden olmuş. Şehirlere gittikçe köy odasında okumak üzere kitap, gazete, dergi getirmiş. Genellikle kış mevsiminde okuyarak köylüyü aydınlatma görevini de üstlenmiş. Bundan dolayı soyadı kanunuyla ona "Aydın" soyadını vermişler.
Şükrü Aydın, uzun paltosu sırtında bütün heybetiyle atına atlamış, komşu köylerimizden Çeküz'e doğru yola çıkmış. Çeküz'ün girişinde bakmış bir ağacın altında köyün muhtarı, ağası dahil sekiz on kişi oturmuş sohbet ediyorlar. Onlara selam vererek atından atlamış . Atını kenarda bir ağaç dalına bağlamaya giderken, sohbet edenlerden birisi orada bulunanların duyabileceği şekilde:
-Aha Kötüköy'ün ayısı geldi! demiş.
Bunu duyan Şükrü Aydın, Çeküzlülerden on, on beş adım uzakta bir yere gidip oturmuş.
Köyün ağası şaşırarak:
-Şükrü Ağa gelsene, niye uzakta oturuyorsun? diye seslenmiş.
Şükrü Aydın'ın onlara verdiği yanıt, adamların bozulmasına yol açmış; ama aynı zamanda yaptıkları hatayı anlamalarına neden olmuş. Köy Ağası, ona yaklaşarak özür dilemiş ve yakından ilgilenmiş.

SORU: "Köylülerin kaba şakaları karşısında Şükrü Aydın, onlara nasıl bir karşılık vermiş olabilir?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

12. (Bu fıkra Hüseyin Aydoğan (Babuko) tarafından gönderilmiştir. Teşekkürler.)
KIR BALIĞI
28 Cemal eşi Türkân, Babuko ve eşi Nülüfer, bir yaz tatilinde, Kırıntı köyünden Giresun'a giderler. Orada Durmuş (Cip) abilere de uğrarlar. O sırada Abasların Hasan'ı da Durmuş abilerde kalmaktadır.
Hoş beşten sonra söz döner dolaşır denize, balıklara gelir. Hasan abi:
-Köydeki balıklar nasıl, iyiler mi? diye sorar.
Durmuş abinin büyük oğlu Dursun şaşırarak:
-Bizim köyde balık ne arar, yalan söyleme! der.
Hasan abi gülerek:
-Demek ki, sen bizim köyün balıklarını bilmiyorsun, diye karşılık verir. İki türlü balık vardır. Biri deniz balığı, diğeri de kır balığıdır.
Dursun inanmaz bakışlarla:
-O balığın adı nedir? diye sorar.
Hasan abi, kır balığının adını söyleyince hep birlikte kahkahalarla gülerler.

SORU: "Sözü edilen kır balığının adı ne olabilir?"

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

11.KİM DAHA GÜÇLÜ?
Alamanların Bektaş'ıyla Gülizarların Cemal'i bir zamanlar Kozaklı'da bir ev yapımında çalışıyorlardı. İkisi de birbirini çok sevdiğinden şakalaşmadan, birbirine takılmadan yapamıyorlardı.
Bir gün Bektaş, pazularını göstererek:
-Heyt be, şu güce bak! diye böbürlenir.
Cemal, alttan alır mı? Bir kahkaha attıktan sonra:
-Ula Bektaş efendi, sen daha benim taşıdığım şeyi taşıyamazsın bile, diye karşılık verir.
-Ne diyorsun la sen. Senin taşıdığının on katını bile taşırım ben.
-Öyle mi? Bir yetmişliğine iddiaya var mısın?
Bektaş, elini sallayarak:
-Varım la! der bir kahkaha attıktan sonra.
İddiayı uygularlar. Bektaş, gerçekten de Cemal'ın taşıdığı şeyi taşıyamaz ve Cemal, yetmişliği kazanır.

SORU: Cemal'ın taşıdığı yük neydi ki Bektaş onu taşıyamamıştır?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

10. KARPUZ TAŞIMAK
Sarıkızgilin Yakup'unu bilirsiniz, oldukça uzun boylu, güçlü, heybetlidir. Şekgilden (Şıhlıdan) Yakup öğretmen ile Hancıgilin Celal'i ise normal boyda, normal ağırlıkta birer arkadaşımızdır.
Her nasılsa bir gün üçü birlikte Karaburga Şenlikleri'nde bir araya gelirler. Birlikte şerefe kadeh kaldırırlarken Durmuş öğretmen oraya gelir. Üçü de onu saygıyla karşılayıp ona da ikramda bulunurlar. Çakırkeyif kafalarla yapılan sohbet her geçen zaman daha da güzelleşir. Derken fıkralar anlatmaya, eğlenceli sorular sormaya başlarlar.
Bir ara Durmuş öğretmen Hancı Celal'e dönerek:
-Söyler misin yeğenim, bir kerede en fazla kaç karpuzu nasıl taşıyabilirsin? diye sorar.
Celal, tam da karşısındaki Soğuk Paar'a doğru bir göz attıktan sonra Durmuş öğretmene dönerek:
-Koltuklarımın altına ikişer karpuz sıkıştırarak bir kerede en fazla dört karpuz taşıyabilirim, diye karşılık verir.
Durmuş öğretmen, aynı soruyu diğer yeğenine yani meslektaşı Yakup öğretmene sorar.
Yakup bey, hava atar bakışlarla hala oğlu Celal'e baktıktan sonra dayısına dönerek:
-En azından Celal'den fazla taşırım, diye yanıtlar. İkişer tane koltuğumun altına sıkıştırarak, iki tane de ellerimle taşırım. Yani toplam altı karpuz taşıyabilirim.
Durmuş öğretmen, kaşlarını kaldırarak aynı soruyu Sarıkızgilin Yakup'a sorar.
-Duydun Yakup, Celal dört, adaşın ise altı karpuz taşıyabilirmiş. Peki, sen en fazla kaç karpuz taşıyabilirsin?
Yakup, şen bir kahkaha attıktan sonra duraksamadan karşılık verir:
-Rahatlıkla on karpuz taşıyabilirim!
Celal, hemen itiraz eder.
-Atma Recep atma, din gardaşıyız.
Durmuş öğretmen, Celal'e hak verdiğini belli eden bir ses tonuyla:
-Bence de on karpuzu bir anda kimse taşıyamaz, der.
Yakup, kendinden emin bir tavırla:
-Ama ben taşıyabilirim, diye ısrar eder.
-Peki ama nasıl?
-Nasıl mı? Şöyle: ...

SORU: Sizce Yakup Öztürk, on karpuzu bir kerede taşıyabileceğinin açıklamasını nasıl yapmış olabilir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

09. (Bu fıkra Hüseyin Aydoğan (Babuko) tarafından gönderilmiştir. Teşekkürler.)
ŞU TARLALARI GÖRÜYOR MUSUNUZ?
Abasın oğlu Hasan ağa yani namı diğer züğürt ağamız bir gün:
-Ey millet! diye yanındakilere bağırır.
Yanındakiler, bakalım bizim Hasan ağa ne diyecek diye etrafını sararlar.
Hasan ağa, gösterilen ilgiden memnun, eliyle işaret işaret ederek tekrar sorar:
-Şu karşıdaki tarlaları görüyor musunuz?
-Görüyoruz! diye karşılık verirler.
-Hah işte, şu büyük tarlayı da görüyor musunuz?
-Evet görüyoruz!
Hasan ağa, herkesi teker teker teker süzdükten sonra tekrar tarlaları işaret ederek:
-İşte sadece o büyük tarla bizim değil. Gerisi hep ......
Bu söz üzerine çevresindekiler kahkalarla gülmeye başlar?

SORU: Abasların Hasan'ı diğerlerini bu kadar güldürecek ne söylemiş olabilir acaba?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

8. Fıkra: DÜNYANIN DÖNÜŞÜ
Kırıntılı Şevket'le Çorum'un Koyunağılı köyünden Bayram'ın yaşı elliye dayanmıştı. Uzun yıllardır dosttular.
Bir gün sazlı sözlü, içkili sohbetimizin başlangıcında Şükrü bey, espri olsun diye her ikisine de sordu.
-Söyleyin bakalım, Dünya'nın döndüğünü nasıl anlarsınız?
Bayram, bir kahkaha attıktan sonra kendinden emin şekilde duraksamadan yanıtladı:
-Bir yetmişliği devirdiğimde!
Şükrü bey, aynı soruyu Şevket'e sordu:
-Peki Şevket, Dünya'nın döndüğünü sen nasıl anlarsın?
Şevket de kendinden emin bir ses tonuyla karşılık verir:
-...

SORU: Şevket'in yanıtı da hınzırlıkta Bayram'ın yanıtından geri değildir. Acaba, Şevket, Dünya'nın döndüğünü nasıl anlamaktadır? Yanıtı nasıldır?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

7. Fıkra: KIRMIZI EŞARP
Ruşen Cemal, Ruşengilin en yaşlı erkeği olmakla övünmektedir. Bu nedenden midir bilinmez, sık sık sakal bırakıyordu. Bir bakmışsınız Karl Marks gibi sakallı, bir bakmışsınız sinekkaydı traşlı.
Sakaldan bıkkınlık geldiği bir gün berberin yolunu tutar. Berber Cemal, onu görünce gülerek:
-Cemal bey, sakalınız bu kez düzeltilecek mi yoksa dipten kesilecek mi? diye sorar.
Ruşen Cemal, kaşlarını çatarak:
-Bana bak adaş! diye çıkışır. Sakalı mı düzeltmek sana mı kaldı? Bıraktığımda sakalım alabildiğine özgür fışkırır yüzümde, tek kılına bile dokunmam, dokuntturmam. Dipten yont bakalım sakallarımı!
Berber Cemal, bir yandan politika konuşurken bir yandan da müşterisini traş etmeye başlar. Bir süre sonra, şaşkın bir ses tonuyla müşteriye sorar:
-Cemal bey, koltuğa oturduğunuzda kırmızı bir eşarbınız var mıydı?
Ruşen Cemal, canı yanıyormuşçasına yüzünü buruşturarak:
-Yoktu, diye yanıtlar.
Berber, bunun üzerine özür diler ve üzgün bir sesle şöyle der:
-...

SORU: Sizce berber, neden özür dilemiştir? Ne der?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

6.Fıkra: ACEMİ AVCILAR
Çırak Hüseyin ile Ruşen Hüseyin, can ciğer iki arkadaştır. Emeklilik yıllarında bir tatilde köyde buluşurlar. Nasıl olduysa, bir gün ava çıkmak isterler. Birilerinden birer av tüfeği alarak, Karadoruk ormanının yolunu tutarlar. Tavşan, keklik, bıldırcın, çulluk ne bulursa avlayacaklardır.
Bir süre birlikte dolanırlar. Tek bir ava rastlamazlar. Tarhana Boğazı'na çıkarlar. Yine hiçbir av göremezler. Bir de ayrılarak şanslarını denemeyi düşünürler. Biri Çirmiş Yaylası'na yönelir, diğeri Aşığın Paarı'na yukarı.
Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez; Karaburga kayalıklarında karşılaşırlar. Ruşen Hüseyin, büyük bir heyecanla arkadaşına seslenir:
-Merhaba adaş, nasılsın, iyi misin? Bir şeyin yoktur ya?
Onun heyecanına bir anlam veremeyen Çırak Hüseyin kaşlarını kaldırarak:
-Çok iyiyim, der. Bir şeyim yok; ama söyler misin nedir sendeki bu telâş?
Ruşen Hüseyin, alnının terini silerken derin bir soluk alarak şöyle der:
-...

SORU: Sizce Ruşen Hüseyin nasıl bir yanıt vermiştir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

5.Fıkra: FİİL ÇEKİMİ
Kırıntı'nın geleneksel dilini kullanmaktan kurtulamayan bir öğretmenimizin ilk tayini yıllar önce Trabzon'un bir köyüne çıkmıştı. Fıkramızın kahramanı bu öğretmenimizdir.
Öğretmenimiz, bir gün Türkçe dersinde öğren-cilerine şöyle bir soru sorar:
-Bahmak fiilinin şimdiki zamanını kim çekmek ister?
Temel söz hakkı alır ve yanıtlar:
-Bağayrum, bagaysun, bagay, bagayruk, bagaysunuz, bağaylar.
Öğretmen, öfkeli bir şekilde:
-Heç olmadı la! diye bağırır. Bahmak fiilinin şimdi zamanını eyle değil hebile çekmelisiniz. ...

SORU: Sizce sevgili öğretmenimiz bakmak fiili-nin şimdiki zamanını nasıl çekmiştir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

4.Fıkra:SERSERİNİN ÖNÜNDEN ÇEKİLMEM!
Bir yurttaşımız, yurt dışında çalışmaktadır. Bir tatil gününde ulusal parkta gezinmeye çıkar. Ağaçtan yapılmış daracık minyatür bir köprüden geçecek olur. İri yarı, uzun boylu bir adam, yurttaşımızın önünü kapatır. Bizimki, nazik bir ses tonuyla, ortak bir dil olduğu düşüncesiyle İngilizce konuşarak şöyle der:
-Permission from the bridge if you want to.
("İzin verirseniz karşıya geçmek istiyorum.")
Diğeri, kaşları çatıp gök gibi gürleyerek:
-Ben, bir serserinin önünden çekilmem! diye bağırır.
Adam da Türk'tür. Hemşerimiz, centilmen bir tavırla yana çekilirken gülümseyerek şöyle bir karşılık verir:
-...

SORU: Bizimkinin yanıtı çok zekicedir ve adamın mosmor olmasını sağlar. Sizce nasıl bir yanıt vermiştir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

3.Fıkra: KEDİ İLE KALECİNİN FARKI
Zilifgilin Ahmet'i, tam bir futbol fanatiğidir. Çocukluk arkadaşlarından biriyse tam zıddıdır; futboldan zerrece hoşlanmaz. Aralarında sık sık tartışma çıkar. Her biri diğerine baskın çıkmaya çalışır. Bir tartışma sırasında Ahmet, havalı havalı konuşur:
-Futbol demek, yaşam demek sevgili kardeşim; yaşam...
Arkadaşı, Ahmet'i çok sevmektedir; ona sırf takılmış olmak için şöyle bir soru sormadan edemez.
-Söyle bakalım; futbolla, futbolcularla ilgili her şeyi biliyor musun?
Ahmet, bilindik tatlı kahkahasını attıktan sonra:
-Biliyorum tabi! diye yanıt verir.
-Öyleyse söyle bakalım, kaleci ile kedinin farkı nedir?
Böyle bir soru beklemeyen Ahmet'in ağzı açık kalır. Kem küm ederse de mantıklı bir yanıt veremez.

SORU: Sizce kaleci ile kedinin farkı nedir?

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

2.Fıkra: GARİP BİR RÜYA
Sarısakal'ın torunu Sefa'nın iş yerinden mühendis arkadaşı Sezgin, çok iyidir, hastır ama herkesle alay etmeyi, dalga geçmeyi alışkanlık hâline getirmiştir. Bir gün, Sefa'ya rastlar. "İyi günler." demeden, hâl hatır sormadan lâfa balıklama dalar.
-Sefa bey, dün gece garip bir rüya gördüm. İkimiz de ölmüştük. Sen öbür dünyada çok değişmiş, b.k olmuştun.
Sefa, onun patavatsızlıklarını iyi bilmektedir. Ona kızmaz. Sakin bir tavırla, vurgulu sözlerle karşılık verir.
- Hayret, benzer bir rüya da ben gördüm. Sen...

SORU:Sefa'nın sözünü öyle bir tamamlayın ki Sezgin, dersini alabilsin.

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-

1. Fıkra: "AH! O DOK...TOR..."
Yıllar öncesinde Sofugilden Tahsin arkadaşımız, İstanbul'da ehliyetini yeni almış. Otomobilini kullanırken heyecanlı, gururlu, onurlu, çok da havalı.
Bir köşeyi dönerken yaşlıca bir adama çarpmasın mı? Heyecanla, korkuyla koltuğundan fırladığı gibi taşıttan çıkar, yerde acılar içinde kıvranmakta olan adamın yardımına koşar. Telâşla çevresine bakındıktan sonra, yaralının kulağına eğilip şöyle der:
-Çok şanslıymışsınız efendim. Size çarptığım yer, tam da bir doktorun muayenesinin karşısıymış.
Yaralı adam, bayılmak üzeredir. Son gücünü kullanarak, şöyle karşılık verir:
-...

SORU: Kazazedenin sözlerini duyunca şaşkınlıktan Tahsin'in ağzı açık kalır. Sizce, yaralı, ona ne demiş olabilir?

Y A N I T L A R

24-BU EVDE DURAN YOKTUR
"Bu evde Duran adında biri yoktur."

23-DOKTOR HANIM, ACABA BEN ....? - 15 Kasım 2011
"Doktor hanım, acaba ben ölene kadar yaşayabilecek miyim?"

22-SIRAT KÖPRÜSÜNÜN ÖTESİ - 17 Ekim 2011
"Sanki Sırat'ın ötesinde mor sümbüllü bağlarımız var da!"

21. ÖKÜZ SATIYORUZ
"Satışınızın çok iyi olduğu belli; çünkü satılacak sadece iki öküz kalmış."

20. KİMLERİN AMELİYATI DAHA KOLAYDIR?
"Çünkü Erdinç bey, 12 Haziran seçimlerinde politikaya soyunan biridir; siz de biliyorsunuz ki onun beyni yoktur."

19. KIRINTI KÖYÜNE NEDEN GİDEMİYOR?
"Meğerse Mustafa bey, Büyükdere, Yeniköy ve diğer köyler derken İstanbul'un semtlerinden söz ediyormuş."

18. ZİYARET
"Ziyaret yeri Hasan Derviş değil mi, oraya gitseydin ya?"

17. "DAĞDA MI BÜYÜDÜN YAHU!"
"Yaav Ali, kadın benim dağda büyüdüğümü nasıl anladı?"

16. DÖRT MİLYAR LİRALIK KAZANÇ
"Hemen bir uzay gemisi bileti alıp Ay'a gitmen gerekir."

15. ÖKÜZ ARABASI MI SANDIN?
"Otobüsün, öküz arabası olmadığını ben de biliyorum, ama süren öküz!"

14. YETİŞMEMİŞ KAVUN
"Tekenin boynundaki keleği kastetmektedir."

13. AYI İLE İTLER
"O kadar itin içerisinde bir ayı ne yapsın?"

12. KIR BALIĞI
"Sözü edilen kır balığının adı kertenkeledir."

11. KİM DAHA GÜÇLÜ?
"Cemal, bir el arabasında Bektaş'ı taşımıştı. Bektaş, el arabasının içindeyken kendisini taşıyamazdı tabi."

10. KARPUZ TAŞIMAK
"On karpuzu şöyle taşıyabilirim. Bir koltuğumun altına dört karpuzu taşıyan Celal'i, diğer koltuğumun altına altı karpuz taşıyan adaşım Yakup'u alırım. Böylece aynı anda on karpuzu taşımış olurum."

09. ŞU TARLALARI GÖRÜYOR MUSUNUZ?
"İşte sadece o büyük tarla bizim değil. Gerisi hep elin!"

8. DÜNYA'NIN DÖNÜŞÜ
"Bayram kardeşimi yerde sürünürken gördüğümde."

7. KIRMIZI EŞARP
"Tüh, demek ki gırtlağınızı kesmişim!"

6. ACEMİ AVCILAR
"Oh, demek bir tavşan vurmuşum!"

5. FİİL ÇEKİMİ
"Bahirim, bahisin, bahi, bahirih, bahisiz, bahiler"

4. SERSERİNİN ÖNÜNDEN ÇEKİLMEM!
"Öyle mi? Ama ben çekilirim. Buyrun geçin."

3. KEDİ İLE KALECİNİN FARKI
"Kedi tuttuğunu yer, kaleci tutamadığını."

2. GARİP BİR RÜYA
"Sen hiç değişmemiştin. Öbür dünyada yine b.ktun."

1. AH! O DOK...TOR...
"O dok... tor be...nim. Ah!"