Köye Özel Yazı
Genel Konular
Köy Güldürüsü
Boş

Köye Özel Yazı


Bu sayfa, KÖYLERİMİZLE ilgili her tür konudaki düşünceleriniz, yorumlarınız, eleştirileriniz, değerlendirmeleriniz için ayrılmıştır.
Düşüncelerinizi yazarak katkı verebilirsiniz.

İ Ç İ N D E K İ L E R

01.CENGİZ PALA - "Kırıntı (Cennete Yolculuk)" - 21 Ağustos 201102.ALİ AYDOĞAN - "Doğamızı Koruyalım" - 25 Ağustos 2011
03.ALİ AYDOĞAN - "Kırıntı - Doruktepe Şenliği Üzerine" - 25 Ağustos 2011
04.ALİ AYDOĞAN - "Üst Birlik" - 08 Eylül 2011
05.MUZAFFER BAL - "Tabiatın Gözleri Olan Gözelere Dokunma" - 09 Eylül 2011
06.HATUN AYDOĞAN - "2011 Temmuz Doruktepe Şenliği" - 15 Eylül 2011
07.ZEYNEL ÖZTÜRK - "Doruktepe Şenliği (3. ve 8.) Yazılara Yanıt" - 23 Eylül 2011
08.MUZAFFER BAL - "Eleştiri Kavramı" - 27 Eylül 2011
09.ESMA KORKMAZ- "Köydeki Yaz Şenlikleri" - 03 Ekim 2011
10.YILMAZ BAKAR - "Kırıntı'da Orman Yangını Tehlikesi" - 05 Ekim 2011
11.ZEYNEL ÖZTÜRK - "Sorunları Hep Birlikte Aşabilmek" -11 Ekim 2011
12.NİYAZİ BAL - "Kırıntı Köyü'nde Özlem Duyduğum Yenilikler" - 05 Kasım 2011
13.DURMUŞ ÖZTÜRK - "Köyde İşbirliği" - 16 Kasım 2011
14.BABIKO HÜSEYİN - "Güzel Köyümüzü ve Çevremizi Koruyalım" - 22 Kasım 2011
15.CEYLANİ ÖZTÜRK - "Yaşam Veren Bir Türkü: Kırıntı'nın Başları" - 04 Aralık 2011
16.NİYAZİ BAL- "Düzeltme" - 08 Aralık 2011
17.DURMUŞ ÖZTÜRK - "İbil Amca" - 14 Aralık 2011
18.BABUKO HÜSEYİN - "Sait Bakar ve Arkadaşları" - 16 Aralık 2011
19.ESMA KORKMAZ - "Durdane Öztürk'ün Köyümüz Yolunun Yapımındaki Katkısı" - 20 Aralık 2011
20.MUZAFFER BAL - "İlkler" - 16 Ocak 2012
21.DURMUŞ ÖZTÜRK - "30 Ocak'ta Köyde Kış" - 30 Ocak 2012
22.DURMUŞ ÖZTÜRK - "Köyde Kötü Kış Koşullarında Kedilerim" - 01 Şubat 2012
23.MUHARREM AYDIN - "Ormanlarımız Tehlikede" - 29 Nisan 2012
24.MUZAFFER BAL - "Maden+Siyanür=Ölüm" - 22 Mayıs 2012
25.KAZIM AYDOĞAN - "Altın Madeni ve Çevresel Riskler Hakkında" - 22 Mayıs 2012
26.MUZAFFER BAL - "Yine Siyanür" - 04 Haziran 2012
27.NİYAZİ BAL - "Kırıntı Tarihinden Kesitler" - 06 Haziran 2012
28.HÜSEYİN AYDOĞAN (Babuko) - "Zehirli Altın" - 13 Haziran 2012
29.SEBAHATTİN GÜNEL - "Siyanüre Karşı Dik Durmak" - 26 Haziran 201230.
30.OĞUZ ÖZTÜRK - "Dik Durmak Gerek!" - 10 Temmuz 2012
31.YILMAZ BAKAR - "Kırıntı'da Doğa ve Çevre Kirliliği" - 11 Eylül 2012
32.MUZAFFER BAL - "Kırıntı Birliği Üzerine Küçük Bir Açıklama" - 04 Ekim 2012
33.ERSİN ÖZTÜRK - "Çözüm Nedir?" - 16 Ekim 2012
34.TUĞRUL BAL - "Köy Meydan Parkının Açılışı - (Çağrışımlar)- 26 Kasım 2012
35.ALİM AYDOĞAN - "Köyümün Son Durumu-2012" - 18 Aralık 2012

36.KEMAL GÜNDOĞAN - "Kısa Bir Değerlendirme." - 30 Aralık 2012
37.SEBAHATTİN GÜNEL - "Duyarlı Olmak" - 11 Ocak 2013
38.TUĞRUL KARA - "Yangına Müdahale" - 01 Şubat 2013
39.TUNCAY ALAGÖZ - "Bir Tatil Gezisi ve Kırıntı Değerlendirmesi" - 03 Şubat 2013
40.HÜSEYİN AYDOĞAN - "İnsaflı Olalım" - 05 Şubat 2013
41.ESMA KORKMAZ - "Tuncay Alagöz'ün Kırıntı Değerlendirmesi" Yazısına Yanıt - 08 Şubat 2013
42.TUĞRUL KARA - "Kar Püskürtme Aracı" - 22 Şubat 2013
43.CEVAT GÜNEL - "Durmuş Öztürk'ün Sığınak ve Gızıt Yazısına Yanıt" - 04 Kasım 2013
44.CEVAT GÜNEL - "Durmuş Öztürk'ün Kırıntı Armudu Yazısına Yanıt - 13 Kasım 2013
45.YILMAZ BAKAR - "Köyümüzün Sorunları Üzerine" - 18 Kasım 2013
46.YILMAZ BAKAR - "Köydeki Ahlat Armutlarının Aşılanma Konusu" - 21 Kasım 2013
47.YILMAZ BAKAR - "Kışın Köyde Mezarlık Sorunu Üzerine" - 21 Kasım 2013
48.HÜSEYİN AYDOĞAN - "Kentsel Dönüşüm ve Yozlaşma" - 30 Kasım 2013
49.MUZAFFER BAL - "Abdallar" - 06 Ocak 2014
50.CEVAT GÜNEL - "Günel Ailesinden Teşekkür" - 12 Şubat 2104
51.ŞEVKET AYDOĞAN - "Köye Kaçış" - 29 Mart 2014
52.ALİ AYDOĞAN - Kırıntı'da Yeniden Madenci Tehlikesi" - 11 Eylül 2014
53.KEMAL GÜNDOĞAN - Kırıntı'da Maden Arama Hk.- 18 Eylül 2014
54. HÜSEYİN AYDOĞAN Bizim Olmayan Bizim Yerler - 24 Eylül 2014
55.ALİ AYDOĞAN - "Oh! Şimdilik Madenci Tehlikesi Ötelenmiş!" – 01 Ekim 2014
56.ALİ AYDOĞAN – “Karaburga Zirvesine Yol Vuruldu"– 24 Ekim 2014
57.KEMAL GÜNDOĞAN - ALİ AYDOĞAN = "Maden - Gölet - Yol - Huzurevi" Konularında Değerlendirme - 03 Kasım 2014
58.KEMAL GÜNDOĞAN - ALİ AYDOĞAN = "Köyümüzün Tarihine Işık Tutmak" Konularında Değerlendirme - 09 Mart 2015
59.MUZAAFER BAL = "Şenlik İptali" - 24 Temmuz 2015
60.KEMAL GÜNDOĞAN - "2015-Köydeki Tatil İzlenimlrim" - 24 Temmuz 2015
61.SEFA AYDOĞAN - "Yok Edilecek Köy 'Kırıntı' " 29 Ekim 2015
62.MUZAFFER BAL - Tabiat Tüm Canlılarındır." - 14 Kasım 2015
63.AYŞEGÜL DOĞAN - Sevgiyle ve Elele" - 14 Mayıs 2016
64-MUZAFFER BAL - İsmail Bakar'ın Yeni Kitabı - 28 Eylül 2016
65-TUĞRUL BAL - "Bir Kitap Ki / Bakmak - Görmek /Anlamak Üzerine" -26 Ocak 2017
66-KEMAL GÜNDOOĞAN - Çoban Ali Abimizle İlgili Bir Anı / Kısa Bir Köy Değerlendirmesi - 08 Şubat 2017
67-HATUN AYDOĞAN - Anıları Okumanın Keyfi - 17 Şubat 2017
68-YAŞAR GÜNEL - Tuzluçayır Dostlarına Çağrı - 02 Mart 2017
69-GÜLESER AYDOĞAN - Anılardan Birkaç Kesit - 8 Mart 2017
70-MUZAFFER BAL - Hıdrellez'in Tepesi - 26 Eylül 2017
71-MUZAFFER BAL - Yeniköy'ün Cem Evi ve Müzesi - 19 Ekim 2018
72-ALİ AYDOĞAN - “Halkımızın Yaklaşımları” Ve “Harman Taşları Üstü Ardıçları” - 07 Ocak 2019
73-MUZAFFER BAL (Altınoluk) - Kırıntı Dağları'nda Madenciler ve Mücadele
74-KEMAL (Kuşu) GÜNDOĞAN - Köyümüzde Maden Arama


2019


74. Yazı – KEMAL (Kuşu) GÜNDOĞAN - 11 Aralık 2019 - Aachen /Almanya
KÖYÜMÜZDE MADEN ARAMA

Merhaba Ali Bey ve site dostları,

Son günlerde sitenin tekrar canlanmasına sevindim. Hatun Aydoğan’ın Sığınak ve Dursun adlı anı öykülerini okudum, beynine sağlık, çok güzel olmuş. Ayrıca Muzaffer arkadaşın Kırıntı Dağlarında Madenciler ve Mücadele yazısını okudum. Beynine sağlık.

Benim değineceğim konu da bizim Köydeki maden belasının tekrar gündemde olması. Bu çirkin maddenin yüzünden doğamızın tekrar talan edilmesi.
1)Daha evvelki gelen şirketlerin doğamızı zedeleyerek kaçıp gitmeleri.
2)Bıraktıkları zehirli artıkların çevremize ne kadar zararlı olduğunu hâlâ bilmiyoruz.
3)Yeni gelen şirketin de aynı oyunları, doğamıza daha büyük zarar vererek önünü daha göremediğimiz büyük felaketlere yol açacaktır.
4)Ayrıca Karadoruk bölgemiz tarihi bir bölgedir ve korunması gereklidir, her önüne gelen orayı parçalayamaz.
5)Sevindirici olan daha önceki talanlardaki gibi pasif değiliz, çok aktif insanlarımız var, emeği geçen herkese çok çok teşekkürler.
6)Şunu unutmamamız lazım, doğamız, hem bizim Köyün hem de çevre köylerin servetidir ve bu mücadeleyi demokratik yollardan hep beraber karşı koymalıyız.
7)Bence önemli konulardan biri ise altın arayan şirketin arama müsadesi var mı ve kimden alınmış.

Ben ve Hüseyin Mercan, ikinci gelen şirketin inşaatına gitmiştik, ilk önce bizi inşaata sokmak istemediler, biz de Kırıntı Köylüleri olarak bir kaç sorumuzun olduğunu ve maden arama müsadesinin olup olmadığını sorduğumuzda biz burada işçiyiz, biz bilmiyoruz, dediler.

İnşaat girişinde tehlikeli madde yazıldığını hatırlatıp nedir bu tehlikeli madde diye sorduğumuzda ona da cevap alamadık. Ben de bu konuyu yakından takip edeceğim. Her zaman sizlerle beraber olacağımı bildirmek isterim.

Benden bu çirkin altın arayanlarla mücadele eden herkese kucak dolusu selamlar

Kemal (kuşu) Gündoğan - 11 Aralık 2019 - Aachen /Almanya



--------------------------------------------

73. Yazı – MUZAFFER BAL - Altınoluk – 25 Kasım 2019

KIRINTI DAĞLARI’NDA MADENCİLER VE MÜCADELE

Koza Madenciliğin sondaj çalışması ile başlayan serüven, uzun dönem aradan sonra, bu gün başka adlarla devam etmekte.
Altın aramaya başlandığı yanı sondaj çalışmaları ile siyanür kullanılmaya başlanır. Siyanür: altının toprak, kayalardan ve diğer madenlerden arındırmak için kullanılan kimyasal madde. Kullanıldığı yerde tüm canlıları ve tabiatı etkiler. Belli zaman sonra ölümler kaçınılmaz olur.

Bu tehlike sadece Kırıntı Köyü’ünü mü tehdit ediyor? Belki kısa zaman içinde Kırıntı etkilenecek. Uzun zamanda Kelkit Çayı’nın bulunduğu tüm bölgeyi zehirleyecek. Kırıntı dağları tüm bölgenin yeraltını sularını besler. Ayrıca, dereleriyle de siyanür zehrini tüm bölgeye yayar. Aynı zamanda, havaya buharlaşan siyanürlü su rüzgârlar vasıtası ile bölgeye taşınır. Yani, tabiatı canlıları yok edecek. Bu altın madenine tüm Şiranlılar olarak karşı çıkmamız gerekir.

Kırıntı bu mücadelenin neresinde olacak? Evet, Kırıntı bu mücadelenin diğer köylülerle eşit bir şekilde ortak bir yapının içinde olması gerekir. Kesinlikle Kırıntı kendini mücadelenin öncüsü olarak ve diğer köylüleri yönetmesi veya öncülük etmesi gibi bir harekete girmemeli. Böyle bir hareket çok tehlikeli olur. Giderek yalnızlaşır. Madencilerle mücadele çetin ve zor bir mücadeledir. Bu mücadele birlik ve beraberlikle verilecek bir mücadele. Bu mücadelede din, inanç etnik köken ayırmadan verilecek bir mücadele. Siyanür din, inanç etnik köken ayırmadan öldürüyor. Ayrıca biz insanlara çok önemli bir görende sadece insanlar değil, tüm canlıları koruma gibi bir görevimiz var.

Bu kısa açıklamadan sonra nasıl örgütleneceğiz? Bana göre, bu mücadelenin öncüleri halkın kendisi olması şart. Halkın sahip çıkmadığı mücadele başarısız olamaya mahkûmdur. Bize düşen görev, siyanürü bilimsel şekilde öğrenip halka anlatmaktır. Bizler öncülük yapmaya kalkışırsak, yalnızlaşır ve başarısız oluruz. Açıkça halktan kopar Donkişot’a döneriz.

Madencilere karşı mücadele bir ekoloji, çevre mücadelesidir. Bundan dolayı Türkiye’deki tüm ekoloji ve çevre mücadelesini birleştirmek gerek işte bu görev kendisine öncü diyenlere düşüyor.

Şunu tekrar vurgulamayı zorunlu görüyorum: bu mücadelede hiçbir köy diğerinin önüne geçmemelidir. Öncü, kesinlikle köylerin halkları olmalıdır. Mücadelenin üç ayağı olmalıdır, 1.Hukuki ayağı. 2.Halkın direniş ayağı ve 3.Başka bölgelerdeki mücadelelerle birleşmek.
muzaffer bal – altınoluk - 24.11.2019


--------------------------------------------


72. Yazı – ALİ AYDOĞAN - Ankara – 07 Ocak 2019
“HALKIMIZIN YAKLAŞIMLARI” VE “HARMAN TAŞLARI ÜSTÜ ARDIÇLARI”

Herkesin iyi bildiği gibi duyarlı insanlarımız yıllardır köy için bir şeyler yaparlar. Örneğin çeşmeler yaparlar, ağaçlar dikerler, çıplak yerleri ormanlaştırırlar. Bunları yaparken tek amaçları halkımıza hizmet etmektir. Köyde yaşayan ve ayrıca dinlenmek üzere kentten köye gelen insanlarımızın rahat edebilmeleri için ellerinden geleni yaparlar. Başka köylerde belki sadece bir iki çeşmeye rastlanırken Kırıntı’nın her yerinde çeşmeler bulunmaktadır.

Son yıllarda dinlenme yerlerine ağırlık verildi. Doruktepe Parkı gibi şenlik alanı, Hıdrellez Tepe parkı gibi dinlenme alanı düzenlendi. Bu parklar yapılırken ve yapıldıktan sonra çok beğenenler oldu. Beğenisinin yanı sıra eleştirenler de oldu. Olacak tabii. Olmalı da. Hiçbir şey kusursuz değildir. Kusurlar, ancak eleştirilerle giderilebilir. Şu unutulmamalıdır ki, eleştirileri yapan kişiler, hoyratça, düşmanca, bencilce değil, inandıkları konularda eleştiri yaparlar.

serbest-yaz_-k_y-a.-a.-harmanta__ard__.jpg

Örneğin “Doruk Tepe Parkı’ndaki masalar, yapanların değil, herkesin ortak malı olmalıydı.” derler. Üstelik, daha fazla gecikmeden bunun gerçekleştirilmesini isterler. Doğru veya yanlış, böyle düşünmek, önerilerde bulunmak en doğal haklarıdır.

“Hidrellez Tepe Parkı, daha doğal görünümde yapılabilir, gözü bozacak betonlardan uzak durulabilirdi.” diye de eleştiriler yapabilirler. Bu betonların tepedeki taş eklentileriyle doğal görünüme kavuşturulması gerektiği gibi önerilerde bulunabilirler. Bunları doğal karşılamak gerekir.

Eleştiri yapanların da, eleştirilerini yıkıcı değil yapıcı yapmaları gerekmektedir. Emeği geçen köy ve derneklerin yöneticilerine, elini taşın altına koyup gece gündüz emek veren gönüllü ve duyarlı insanlarımıza candan ve içtenlikle teşekkür edebilmeliler.

Unutulmamalı ki hiç bir şey sadece siyah ve beyaz değildir. Sonsuz ara tonlar vardır. Barışın, huzurun, ortak düşünebilmenin, bir/iri/diri olabilmenin belki de bu ara tonlar sayesinde gerçekleşebileceğini kabul etmelidir. Bu kabul, empatiyi (duygudaşlığı) sağlar; böylece inatlaşmayı bitirir, karşılıklı kabullenmeyi gerçekleştirir.

Bitirmeden bir şey eklemek istiyorum. Birkaç gün önce Almanya’dan Kemal Gündoğan Bey (Guşu) aramıştı. Bilenleriniz vardır, bir ardıç hediye almış ve Harmantaşları’nın üst taraftaki kuru ardıçların yanına dikilmesini sağlamıştı. Benden de kuru ardıçları dik olarak gösterip gösteremeyeceğimi sormuştu. Diktim ve ona gönderdim. Çok beğenmiş. Sitede yayınlamamı rica etti. Madem öyle, yayınlıyorum. Umarım siz de beğenirsiniz.

Aklıma şöyle bir şey geldi. Ağaçlar gerçekten fotoğraftaki gibi dikilse. Ortada yeni dikilen ardıcın ön kısmına bir iki oturak konsa. Birkaç metre aşağısından geçen sudan hortumla bir de su çekilip basit ve otantik bir çeşme yapılsa. Oraya bir de incecik patika yol yapılsa. Ama otlara, taşlara hiç dokunulmasa; yani doğa olduğu gibi kalsa... Orada fidan bol zaten. Yeni fidanlar dikilmese de orası birkaç yıl içinde fidanlığa dönüşecektir. Gezintiye çıkanlar bu sade yerde oturup köye gözlem yaparak sohbet edebilirler.

Neyse... Uzun yazın can sıkabilir. Keselim.
İyi niyetli ve güzel düşünen herkese sevgiler, saygılar..
Ali Aydoğan – Ankara

2018

71. Yazı – MUZAFFER BAL - 19 Eylül 2018
YENİKÖY'ÜN CEM EVİ VE MÜZESİ

Önce, tüm Yeniköy’ün halkından özür diliyorum. Yeniköy’deki cem evini ve müzesini gezdim. Buna rağmen görüşlerimi yazmadım veya yazamadım. Burada birçok gerekçe öne sürebilirim, ama hiçbiri hatamı kapatmaz.

Okulun böyle önemli bir inanç ve kültür merkezine çevrilmesine şükran duygularımla selamlıyorum, düşünenleri ve emeği her şekilde geçenleri. Orası okulken, orada bir tiyatro oyununu sahneye koymuştuk. O oyunun konması sırasında, okulu bize korkusuzca açan büyük yürekli ve cesaretli benimde öğretmenim Şükrü Öztürk’ü saygı ve minnetle anıyorum. Aynı yürekliliği Yeniköy halkı göstererek, Yeniköy’e yakışır bir cem evi ve kültür merkezi açtılar. Lokma vermek için yapılan mutfak ve salon bir harika. Her Kızılbaş köyüne yakışır bir şekilde dizayn yapılmış.

Müze bölümü ise, çok güzel yapılmış, sadece şunu söylemek isterim, o bölüm biraz küçük. Şu anda yeterli gibi gözüküyor, ama ilerde giysiler de gelince yer daralacak gibi. Buna rağmen, her şey, çok ince düşünülmüş. Mesela ilkokul sıraları ve üzerine yazılmış isimler. O sıralara baktıkça, bende keşke bu sıralardan birinde otursaydım diye içimden geçti. Harman makinası mükemmel. Şimdi burada hatırlamadığım, ama geçmişin tüm tarım aletleri yerli yerine oturtulmuş.

Benim göremediğim ama belki de var bir eksiklik, kütüphane bölümü. Şu anda düşünüyorum var mıydı diye. Tam olarak bilemiyorum, belki de vardı, ben hatırlamıyorum. Yaşlılık işte. Ama şunu hatırlıyorum. O kültür evinde Sezai’nin resimleri yoktu, Sait Günel’in resimleri yoktu. Bu iki ressam da çok ama çok önemli birer köşe yapılması gerekir. Ayrıca kütüphaneye Yaşar Günel’in 16 eseri, birde yeni çıkacak eseri konmalı özel olarak. Cevat Günel ve Nejmi Günel kuzenlerim oldukları için sona bıraktım. Her iki kardeşte, kendi alanlarında ürün verenler. Cevat çok iyi fotografçı ve ressam. Ona da bir köşe yapılmalıdır. Nejmi Günel birçok kitaba imza atmış bir öğretim üyesi, mutlaka onunda tüm kitapları önerdiğim kütüphaneye girmeli. Benim hatırlayamadığım kültür sanat eserleri veren herkese mutlaka bu mekânda yer verilmeli. Hatırlayamadıklarımdan özür dilerim.

Bir önerimde: bahçe çok güzel bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Bahçeye bir sazı elinde bir Pirsultan heykeli ve de bir ceylanla aslanı kucağında tutan bir Hace Bektaş heykeli yapılırsa mükemmel olacağına inanıyorum.
Emeği geçen herkesi, tekrar sağı ile selamlıyorum.
muzaffer bal - altınoluk

2017


70. Yazı – MUZAFFER BAL - Altınoluk – 26 Eylül 2017
HIDIRELLEZ’İN TEPESİ

Hıdırellez’in Tepesi’nin fotoğraflarını Muzaffer Çoşkun gönderdi bana. Evet, çok ağaç dikilmiş, ayrıca tepeye su getirilmiş, tüm bunları organize edenlerin ve yapanların eline sağlık.
Yalnız bir şeye itirazım var: Hıdırellez’in Tepesi kendi otantik yapısını kayıp etmiş. Keşke tepe düzlenmeden ağaçlandırılsaydı. Bazı tepe olduklarından dolayı ünlenmez. Hıdırellez’in Tepesi bir inancın taşıyıcısıdır. Dikkat edin, ismi Kızılbaşlar için çok kutsal olan bir yapıdan almakta. Hıdırellez’in Tepesi’nde Hıdırellez’de ateş yakılırdı. Kutsallığı ve otantik olması oradan gelmektedir. Tepenin yine Kızılbaşlar için kutsal olan ardıç ağacı vardır. O tepeyi bayrak değil ateş ve ardıç ağacı temsil etmektedir. Siz bu tarihi koparırsanız, kendi köklerinizden de koparsınız ve yuvarlanıp dereye düşersiniz. Evet, geçmişe takılıp kalmamak gerekir ama geçmişinden kopanda çillerinden kopan ağaca benzer, bir gün esen şiddetli rüzgârda devrilip toprakta çürür. Siz o tepeninin otantik yapısını bozduğunuzda o tepe hiçbir şey ifade etmez.

Size bir örnek vermek isterim, hem de çok basit: Çilali’nin fotoğrafı dernekte aslı hangi fotoğrafı. Harmanda geven kesen fotoğrafı, bu fotoğrafı hepiniz gördü ve görmeye de devam ediyor. Neden bu fotoğraf çok önemli, en azından benim için önemli. Çünkü: geven Çilali ile özdeşleşmiştir. Tıpkı Cinali ile yolların tabir edilmesi gibi. Şöyle bir düşünelim, Çilali’nin önünden geveni kaldıralım ve önüne odun koyalım, odunlu fotoğraf acaba Çilali’yi temsil eder mi? Kesinlikle etmez, odun kesen onlarca Kırıntı Köyünde ihtiyar vardır, ama o ihtiyarlar Çilali değildir. Çilali geveni ile meşhurdur.

İşte Hıdırellez’in Tepesi çok güzel olmuştur bundan şüphem yoktur. Ama orası hıdrellezin tepesi değil sıradan bir tepe, belki de yeni görünümü ile bayraklı tepedir.

Tabi ki bu benim görüşüm. Belki de bazı şeylerde tutucuyum. Bu da benim kusurum. Bütün bu eleştirilerime rağmen emeği geçen herkese teşekkür ederim.
muzaffer bal - altınoluk


-----------------------------------------------

69. Yazı – GÜLESER AYDOĞAN -Hollanda – 08 Mart 2017

ANILARDAN BİR KAÇ KESİT

Hatun’un yeni yazını okudum, beni 60 sene geriye götürdü, mahallede epey dolandım. Aklımda kaldığı kadarıyle 9 yaşında köyden ayrıldım. Yine de unutamadığım güzel komsular geldi aklıma. Hatun’un babaannesi Yeter halamın evini gezdim hayalimde, dar bir aralıktan içeri giriliyordu. Sağda hem salon, hem mutfak, hem yatılacak hem oturulacak bir sedir vardı. Solda yatak odaları vardı. Birisi Günaydın’ındı. Hasan abi gurbete gidince ben onunla yatardım. Yeter halam, temiz ve titiz bir insandı. Alim, muziplikler yapar, bizi eğlendiridi. Kış günleri Selvigilin evi, Şehri anaların evi bizden aşağııda Habiplerin evi. Habib amcanın oğlu Kemal, karısı Gulkız ve unutmadığım bir anı.

Bir sabah uyandığımda mahallede gürültü kopmuştu. Komsular kapılara çıkmış, birbirine ne oldu gız, ne oldu? Birisi Kemalcık Gülkız’ı bıçaklamış dedi. Ben de koştum baktım. Bacağından yaralamıştı. Sonradan komsular, geçmiş olsuna gidiyor, yemek götürüyordu. Annem benimle de yemek yollardı.

Unutamadığım başka bir olay da Bilal amcanın eşi Esme ablanın kulağına böcek girmişti. Kimse çıkaramıyordu. Onunn acıdan değil de korkudan bagırmasını hiç unutamadım. Nasıl çıkardılar hatırlamıyorum.

Bir baska unutamadığım anı da şu: Güssün halamın oğlu Şükrü’nün kayıp olması. Onların evinin yan tarafında Gariplerin evi vardı, Şükrü orada bulunmuştu. Kadının adını unuttum, onu sepetin altına koymuş, üstüne yorgan örtmüştü. Bunu kim yapmıştı, Şükrü’yü kim kurtarmıştı, hatırlamıyorum.

Yine bir anı. Yukarı Pınarın üstünde Sarıkızların küçücük balkonlu evleri vardı. Bana saray gibi görünürdü. Bahcelerinde güzel güller vardı. Karşıda Sarısakal İbrahim dedemin, çok sevdiğim Elmas anamın evleri görünüyordu. Bir gün onlara gitmiştim. Elmas anam ekmek pişiriyordu. Bana git dışardan biraz odun getir dedi. Evin yan tarafında küçük bir bahçe vardi. İnce ince kuru dallar gördüm, oduna benziyordu. Köklerinden sökerek toplayıp Elmas anama götürdüm. Odunları görünce yüzü değişti. Diniyan it gapa gız bunları nerden topladı diye sordu. Bostandan dedim. Nalet canaan ola senin, dayının güllerini toplamışsın. Görürsün de bak, dayın seni öldürür.
Ne bileyim, gül fidanı hic görmemiştim, kuru kuru odun gibiydiler. Durmus dayım Erzurum’dan, öğretmenlik yaptığı köyden getirip dikmiş meğer. Korkuyla eve kaçtım. Aynı gün mü, ertesi gün mü hatırlamıyorum, anam dedi dayın geliyor. Güssün anamların damına kaçıp saklanmıştım. Beni buldu mu, dövdü mü hatırlamıyorum.

Bunlar da benim anılarım. Hatun’a teşekkürler. Ali bey, sana da teşekkürler. Çok güzel bir site. Her şeyden haberim oluyor. Bir de Yasar Günel’in yazıları, hikayeleri çok güzel, kendini çok geliştirmiş. Kim bu Yaşar Günel diyordum. Araştırdım, baktım ki, bizim eski komsulardan. Çok şaşırdım. Onun yazılarını da okuyorum. Ona da, herkese de selamlar, sevgiler.

(Ali bey, yazım bir seye yaramşsa yayınlayabilirsin, beğenmezsen silebilirsin.)

Güleser Aydoğan - Hollanda

Merhaba Güleser abla. Anılardan derlediğin yazı gerçekten güzel olmuş, memnuniyetle yayınladım. Aslında bu yazının yeri Köyden Yazarlar sayfasıdır. Buna benzer yeni yazılar gönderirsen, Köyden Yazarlar'da bir sayfa açar ve bu yazıyı da oraya taşırım. Teşekkürler, sevgiler... A.A.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


8. Yazı – YAŞAR GÜNEL – 02 Mart 2017
TUZLUÇAYIR DOSTLARINA ÇAĞRI

Bu çağrı, Turzluçayır 42. sokakta yaşayanlara ve 42. sokak hakkında bilgi sahibi olanlaradır. Bilindiği gibi mekanın sonsuzluğunda insan ömrü bir an mesabesindedir. Bir gün gelecek, belli bir zaman diliminde yaşayan her insan bu dünyadan ayrılacak. Belli ir mekanda ve belli bir zaman diliminde yaşayıp da ortak değerelere sahip, bu değerleri üreten insanlar bu dünyadan göçünce, o, yüksek insani değerleri doğuran yaşam ortamı, zamanın getirdiği değişikliklere bağlı olarak unutulmak tehlikesiyle karşı karşıya kalır. İşte bu düşünceden olarak Gümüşhanelilerin Ankara'daki özü olarak gördüğüm ve yüksek insani değerler üreten 42. sokakın, gelecek nesillere rivayetlerin dışında; bilgi, belge, anı olarak taşınması gerektiğini düşündüm. Bu düşünceyele, dikkate alınıp da karşılık verilir mi, bilmiyorum, yazıyorum.

Bilindiği gibi İlk kuşak Gümüşhaneliler 1950'li yıllarda Ankara'ya göç etmiş, Ankara'nın değişik semtlerinde bir süre kaldıktan sonra, Gümüşhaneliler yatağı/ özü olarak değerlendirdiğim 42. sokağa yerleşmişlerdir. Daha sonra gelenler, hemşeriler arasında rahat ederiz anlayışıyla Ankara'ya geldiklerinde 42. sokağa yerleşmişlerdir. Birinci kuşak büyüklerimizden birçoğu, birkaç kişi dışında, hakkın rahmetine kavuştu. İkinci kuşak Gümüşhaneliler ise yetmişe merdiven dayadı. Biz, benim nesil olan üçüncü kuşak Gümüşhaneliler olarak altmışımıza merdiven dayadık. Ben, deste olunrsa 42. sokağı yazmaya karar verdim. Bir gün 42. sokak sakini büyüklerimizden biri, "Yaşar, 42. sokağı yazsana " dedi. Bir anlık şaşkınlıktan sonra," Neden olmasın?" dedim.

O günden sonra, bu konu ara sıra da olsa zihnimi meşgul etti. Öyle ya 42. sokak yazılmalıydı. Birisi bu sokağı yazmazsa, gelecek kuşaklara, bir iki kuşak daha sonra, rivayetlerden başka bir şey intikal etmeyecekti/ etmeyecek gibi. Bu gün 42. sokak sakinlerin ellerinde bu sokağ ait fotoğraf ve belgeler; zihinlerinde anılar, hatıralar mevcuttur.Belge derken şunu söylüyorum:eskiden karneyle kömür alınırdı. Bu belge bir kömür karnesi olabilir.Ya da, eski anıları çağrıştıracak başka bri şey olabilir. Bir gün gelecek, eldeki fotoğraflar arada derede kaynolacak ya da böyle bir risk olacak. Eğer 42. sokakta oturanlar ellerindeki belge, fotoğrafları,zihinlerindeki anıları benimla paylaşırlarsa bu yaz 42. sokağı yazıp güz aylarında baskıya hazır hâle getiririm. Bu işe ben de katkıda bulunmak isteyen olursa da kapım açık. Buradaki amac, zihnimizde unutulmaz iler bırakan ve yüksek insani değerelri üreten ve yaşatan Gümüşhanelilerin özü olan 42.sokağı yazıp gelecek yüzyıllara taşınak. Şöyle- öneriye de açığım. Bilgisayar konusunda destek de isterim, teknolojinden fazla anlamıyorum-bir yöntem düşünüyorum: Birinci bölümde 1940-1950 yılları arasında Dünya ve Türkiye'de olanlar. Bu konuda Milli Kütüphane ve Türk Tarih Kurumu ve Meclis kütyüphanesinden yararlanacağım, dönemim gazete ve dergilerini tarayıp. İkinci bölümde, 42. sokak topğrafyası ve ilk kuşa Gümüşhaneliler anlatılacak. Daha sonra 1950-1960 Dünya ve Türkşye'nin durumu, sonra bu dönemde yaşamış kuşaların bize intilkal etmiş anıları Sonra, 1960-1970;daha sonra 1970-1980 yılları.

Aileler aile seceresi konusunda bana yüzyüze ya da internet üzerinden ya da el yazısıyla yazıp bilgi verebilir; tabii bu girişimim kabul buyrulursa. Fotoğraflar olacak. Anılar olacak. Elde belgeler varsa bu belgeler olacak. Metin bitince, 42. sokak konusunda vakıf olanların onayı da alınıp basım imkanı aranacak. Bu iş ben yaparım, demiyorum. Belge, bilgi gönderilip; anı paylaşılırsa yaparım da. Bu işin üstesinden kalkarım da. Bu işin bir ucundan tutmnak siteyen olursa da çok çok memnun olurum. Gelin 42. sokağı gelecek kuşaklara taşıyalım, bu güzel sokak anıları rivayeteler arasında; fotoğraflar da elden ele intikal sırasında kaybolmasın. Umarın meramımı anlatmışımdır. Saygılarımla. Bu metni okuyan hertkesten ricam şu: bu metini kopyalaıp facenizde paylşaın da; destek ve bilgi akışı olsun.
Yaşar Günel - Ankara


-----------------------------------------------

67. Yazı – Hatun Aydoğan – 17 Şubat 2017
ANILARI OKUMANIN KEYFİ

Almanya'dan Kemal Gündoğan'ın Köyümüzün ünlü çobanı Çoban Ali ile anısini ve Alman arkadaşlarıyla köy gezisini büyük bir keyif alarak okudum. Kemal Gündoğan arkadaşımizın eline ve yüreğine sağlık buradan kendisine selamlarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.

Kemal Gündoğan'ın 1975 yıllarındaki Alman arkadaşlarıyla köye yaptığı geziden ben de kendi adıma çok mutlu oldum. Köyümüzün sözcüklere sığmayacak o büyülü atmosferinde gezinin ne kadar mutlu ve keyifli geçtiğini anlayabildim, hissedebildim; o kadar güzel anlatmış ki Kemal, sanki köy gezisinde biz de varmışız gibi.

Çiçekliçayır, yayla, dağlar, Karadoruk hepsi gözümün önüne geldi. Kimbilir köyümüzün o kendine özgü anlatılmaz havasının, suyunun, dağlarının inanılmaz özgürlüğünü Alman arkadaşlarına gezdirmesi, yaşatması kim bilir Kemal' i nasıl gururlandırmıştır tahmin edebiliyorum. Böyle bir güzel köy gezisi düzenlediği için geçmiş zaman da olsa kutluyorum kendisini. Köy gezisiyle ilgili fotoğraf göndermesi de çok güzel olmuş.

Ben Çoban Ali ile ilgili anımı yazarken Çoban Ali'nin yüzünü hayal meyal anımsayabiliyordum. Fotoğrafı incelerken hemen Çoban Ali'yi de tanıdım, çok mutlu oldum. O yıllarda arkadaşlıklar, dostluklar bir başka güzeldi. Belki pek çok alanda yokluk vardı, ama sevgi, saygı ve değerlerimiz bambaşkaydı. Köyümüze yapılan bu güzel geziyi okumaktan mutlu oldum. Kemal Gündoğan'a çok teşekkür ediyorum ve yeni yazılarını rica ediyorum.

Hatun Aydoğan - 16Şubat 2017 Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------

kemal_gundogan_-_foto.jpg
66. Yazı – Kemal Gündoğan – 08 Şubat 2017

ÇOBAN ALİ ABİMİZLE İLGİLİ BİR ANI
KISA BİR KÖY DEĞERLENDİRMESİ

Merhaba Ali Bey,

Sana ve Hatun’a teşekkürlerimi gönderiyorum. Hatun’un yazmış olduğu iki öykü de bizleri çocukluk ve gençlik yıllarımıza götürdüğü için canla basla okudum. Bilhassa Çoban Ali Öyküsü hemen hemen her Kırıntılının mutlaka yasadigi süt kaynatmasıdır. Ben de sayısını hatırlamıyorum ama Çoban Ali’nin o süt pisirme misafirperverliginden nasibini alanlardanım. Cok iyi hatırladığım, 1975 senesinde Çoban Ali ile Çiçekliçayırdaki yaşamış olduğum anımı yazmak istiyorum.

Ben Almanya’dan bir kız ve bir Alman sınıf arkadasımla üç aylığına Türkiye’ye gelmistim. Tabii köye gitmek ve doğduğum yerleri beraber okuduğum Alman arkadaşlarıma göstermek istiyordum. Köy için üç gün ayırmıştık. Kırıntı’mızın güzelliği, o üç günü on gün yapmıştı. Ben Analine ve Eddi arkadaşlarımla Zeytin Hâlâ’mın yaylasına misafir olduk. Halamın çocukları Elmas ve Durdane, bizleri çok iyi ağırladılar. Nerdeyse yaylada kaldığımız sürece dağların ve yaylanın her taraını gezdik.

O günlerden birinde Çoban Ali abimize rastlamıştık. Bizi ertesi gün Çiçekliçayır’a davet etmisti. Ertesi gün Çiçekliçayır’a bulumustuk ve bizlere Hatun’un anlattığı süt pişirme olayını yaşatmıştı. En az on beş kişi kadar vardık ve hepimiz o sütten içmiştik. Bu yazıyla o gün beraber çektirdiğimiz resmi de koyuyorum. Köyde ve yaylada en az bir hafta daha kalırdık; fakat, bizle Almanya’dan beraber gelen sınıf arkadaşımız Asım’ı Rize’den almamız gerekiyordu. Asım meraklanır diye onu daha fazla bekletmek istemedik. O günkü resimde beraber olan gençleri yıllar sonra, onları tanımadığım hâlde bana o günü hatırlatıyorlar.

Tugrul Bal’ın İsmail Bakar hakkında yazdığı övgüyü de çok olumlu karşıladım. İsmail Bakar, gerçekten o övgüyü hak etmis birisi. Kırıntı ve Kırıntılının tarihine ışık tutacak bir eser.

Ben geçtiğimiz yaz iki hafta köyde kaldım ve köyde seninle kısa da olsa bir sohbetimiz oldu.Bu sohbetimizde çeşitli köy sorunlarını kısa da olsa konuşmuştuk. Köyde yapılan Gölet olsun,o Hıdrellez Tepesi’ne yapılacak olan eğlence/dinlence yeri olsun,düşüncelerimi biliyorsun.
Hıdrellez Tepesi’ne yapılacak olan eğlence yerinin çok yanlış olacağını düşünüyorum. Hidrellez Tepesi, eğlence yeri olacaksa, her Kırıntılı’nın, yaşlı olsun, genç olsun, problemsiz oraya ulaşabilmesidir. Şöyle düşünelim; köyümüzün üç dört yaşlısı oraya gitmek istiyorlar ve köyden oraya ulasmak çok zor. Ya birinin arabasına binmeleri lazım veya yürüyerek. gidecekler. İste burada kolay olacağını sanmıyorum. Sonra araba ile Hidrellez Tepesi’ne çıkmanın da inmenin de o kadar kolay olacağınıi sanmıyorum. Bu düsüncemi, Hidrellez Tepesi’ne çıktığımızda Hüseyin Mercan’a da açıkça söylemiştim.

Onun yerine yeni yapilan göleti yakınlarını herkesin rahatlıklarla ulaşabileceği bir park yapılabilir. Her yaştan insan oraya hiç zahmet çekmeden gidebilir. Ben kendim çok defa Sofugilin çeşmesinde her yaştan insanın orada buluştuğunu gördüm .Yeni yapılan
Gölet de oradan sadece bir kaç yüz metre ileride.

Diğer konuları ileride ele alırız.

Ali Bey sana ve site dostlarına bol bol selamlar, sevgiler.

Kemal Gündogan - Aachen_Almanya – 8 Şubat 2017

2016


64. Yazı - MUZAFFER BAL - Altınoluk - 28 Eylül 2016

İSMAİL BAKAR'IN HALİMPAŞA İLE İLGİLİ KİTABI

Öncelikle, İsmail Bakar arkadaşı gösterdiği cesaret ve verdiği emekten dolayı saygı kutluyorum.

İsmail arkadaş büyük bir emek vererek, büyük bir iş başardı. Halimpaşa’yı içimizden ve orada yaşamış birisinin yazması bana göre çok önemli idi. Birincisi daha içten ve geçmişi yaşayarak yazar, ikincisi ise Halimpaşa’nın kahramanlarının çok büyük çoğunluğunun yaşadığı ve birebir tanıdığı insanlar olması. Bütün bu avantaja rağmen, çok büyük emek verdiğini biliyorum. Yazımın ne kadar zor olduğunda biliyorum, hele bir yerin kısmen bir dönemin tarihi ise, işte bu daha da zor. İsmail arkadaş, işte bu zoru başardı, kendisini kutluyor, saygı ile selamlıyorum. İyi ki varsın, iyi ki yazdın İsmail.

İçimizden birini yazması çok önemli. Tuzlu Çayırı anlatan kitabı şöyle bir baktım, içimden keşke Tuzlu Çayırı çok daha iyi bilen birileri yazsaydı diye içimden geçirdim.

Araştırma yapan arkadaşlar, bilgileri bir iki kişiden değil mümkün olduğunca orada yaşamış ve yaşamaya devam eden kişilerden alması gerekir. Hata yapmamak için. İşte İsmail Arkadaş orada yaşamış ve yaşamaya devam eden biri olarak, tam üç senesini verdi. Bu çok önemli, kitabı daha görmedim, ama harcadığı emek ve zamandan dolayı çok güzel olduğunu düşünüyorum. Tabi ki eksikler olabilir, bu hiç ama hiç önemli değil, eksikler diğer baskılarda giderilir. Bütün mesele, Halimpaşa’yı yaşayanlar okuyup değerlendirmelerini yapmalarıdır. Tekrar selamlıyorum İsmail arkadaşı.

muzaffer bal

-----------------------------------------------

63. Yazı - AŞYEGÜL DOĞAN - Çambaşı (Şinik) Şiran - 14 Mayıs 2016

DENEMELER-1

"SEVGİYLE VE EL ELE"

Hayat akıp giderken bizler yaşam savaşı içinde mücadele içinde oluruz. Hep bir yerde bizi bekleyen, ilgimizi eksik bıraktığımız köyümüz isyan eder.

Oysa uzak değil yaşamakla ölmek arasındaki çizgi. Yarınlara bırakacağımız vücudumuz olmalı güzelim köyümüz yani.

Kışın öksüz kalan bacaların dumanı, ister istemez yalnızlığa iter bizi. Çevremizi tanımlamalıyız; toprağın kokusuyla, hayvanıyla, bitkileriyle mesela. Hangi bitkinin ne faydası var, bilmeliyiz. Ayrıntılarıyla yararlanmalıyız köyümüzün tabiatından.

Doğal ve yapay turizm güzelliklerine ulaştırmalıyız köyümüzü. Önce bize, sonra yakın çevremize... Çapını giderek genişletmeliyiz.

Kim istemez, tertemiz bir havayı... Sakin bir yaşamı... Eski yaşantıları anmak isteyen nostaljik duyguların oluşturduğu birlikteliği...

Her birimiz bir yerlerde yaşam mücadelesi içinde olsak da sahip çıkmamız gereken bir köyümüz olduğunu unutmamalıyız.

Bir arada yaşamanın hazzını ağaçlandırmalarla katlayabiliriz. Cinsi önemli mi? Çam ağacı, kavak ağacı, meyve ağacı vs olabilir.

Son değil taleplerim; gelecek nesiller için el ele verip köyümüzü yaşatmalıyız. Bugün için, gelecek için, hatta geçmişimizin değerlerine sahip çıkabilmek için. Ev yapma yarışı dışında bir gelişme, bir uğraş yoktur aslında ne yazık ki.

Unutulmamalı ki, yaşam sadece dört duvar arasından ibaret değil. Bir devrim olacaksa hayatımızda, kendimizden başlatmalıyız bu devrimi. Kendimizden ve yaşadığımız, iliğine kadar sömürdüğümüz köyümüzden, doğamızdan. Yarın pişman olmak istemiyorsak, şimdi tam zamanı. Sevgiyle ve el ele sahip çıkalım köyümüze.

Ayşegül Doğan – Çambaşı (Şinik) - Şiran

2015

62. Yazı - MUZAFFER BAL - Altınoluk - 14 Kasım 2015
TABİAT TÜM CANLILARINDIR

"Tabiat Sadece İnsanların Değil, Tüm Canlıların Ortak Kullanımıdır."

Kemal Gündoğan arkadaşa, öncelikle teşekkürü borç bilerek teşekkür ederim.

Kemal arkadaşı, suyun komşu köylerle ortaklaşa olarak kullanmalarına hiçbir itirazım yok. Bir su varsa, o su çıktığı köyün sulamasının üzerinde ise, mutlaka diğer köylülerle bölüşülmeli. Geçmişte bu olumsuzluğu yaşadık ve sulanan üründen fazlasını mahkemelerde harcadık. Neyse o dönem geldi geçti bunun üzerinde durmayacağım.

Büyük dereye yapılacak gölette gelince, yazımda detaylı bir şekilde belirttim. Bu göletten kesinlikle köye su alınamaz. Ancak gölettin altında kalan kısma yarar. Ne yazık ki bu kısımda kimse tarım yapmamakta, bundan sonrada yapılacağını zannetmiyorum. Diyelim yapmaya karar verdiler, tarlaları mirasçıları arasında pay edince her aileye 10 metre kare yer kalmaz. O 10 metre kare için bile birbirini yerler. Küçük ekilen Bostonlara ise, mevcut derenin suyu yetmekte.

Komşu köylere gelince Konaklı’nın (Civroşun) göletti var, Beydere’ye (Çeküz) gelince, Yeni köyün altına yapımı devam eden gölette, Konaklıya hizmet verecek. Görüldüğü gibi, yapılacak gölettin, öyle çok tarım için, çok ihtiyaç olarak gözükmüyor. Geriye kalan benim şüphem maden kalıyor veya gelecekte HS e dönüşmesi. Belki de ben biraz fazla şüpheci düşünüyorum, ama şüpheci olmak genellikle mücadele için olumlu olduğuna inanıyorum.

Diğer bir konu ise, benim için çok önemli olan tabiatın yok olması. Kemal arkadaşla belki burada biraz ayrışıyoruz. Kemal arkadaşın yazısından yanlış anlamadıysam insanı öne çıkararak, insanın ihtiyacı olursa diğer canlılara göre öncelik arz eder diye anlıyorum. Ben burada Kemal arkadaştan ayrışıyorum.

İnsan, tabiatın bir parçası, ama tabiatın sahibi değil. Tabiat tüm canlılarla vardır. Ayrıca uzun bir geriye gidersek, tabiatta insandan önce ağaçlar, hayvanlar yaşamaktaydı. İnsan çok sonra tabiata katıldı. O da hayvanlar gibi dört ayak üzerine yürüyor ve hayvanlarla iç içe yaşamaktaydı. İnsanın iki ayak üzerine yürümeye başladıktan sonra, düşünmek ve sorgulamak yetenekleri geliştikçe tabiata hakim olmaya başlamıştır. Bu dönem binlerce yılı almıştır. Sonunda insan, önce hayvanlar üzerinde hakimiyet kurdu, sonra tüm tabiata hakim olmaya başladı. Özellikle teknolojinin gelişmesi ile beraber tabiatı yok etmeye başladı. Tabiatın bu yok edilişin esas sebebi ise, kapitalizmin para hırsı. Biliyoruz ki eğer idam ipinin çok para getirecekse, babasını idam edecek idam ipini kendi satar. Bizim köylerde bir söz vardır. Para o kadar tatlıdır ki, insana babasını sattırır. Buna binlerce örnek vermek mümkün. Para babaları her zaman, tabiat katliamlarını insanların menfaatine olduğunu savunarak yapmaktadır.

Bizler, tabiatın tüm canlıların olduğunu biliyoruz ve tüm canlıları düşünmek görevimiz olmalı. Bu kısa açıklamaktan sonra tekrar büyük dereye yapılacak gölette gelirsek. DSİ (devlet su işleri) sitesinden öğrendiğimize göre 56 metre yükselecek, bu kalenin yarısına kadar çıkması anlamına gelir. Benim bildiğim kadar, kalenin özellikle gölettin yapılacağı tarafta yepyeni ağaçlar büyümekte, bunlar yok olacak. Ayrıca yine Sefa’nın tahmini ile baktığımız zaman, kayanının Önüne kadar tüm ağaçlar yok olacak. Bu aynı zamanda, o alanda yaşayan tüm hayvanlar, özelikle börtü böcekler yok olacak. Bir başka yönden bakalım. Hayvanlar içgüdüsel olarak yolarını bulur, bu içgüdüsellikle giderek her zaman aynı yolu kullanmaya başlarlar. Buna en açık örnek, göçmen kuşlardır. İşte hayvanların bu yapısal özeliğinden yüzlercesinin yolunun üzerine yapılacak gölette boğulacaklar. Bunun en açık örneği 3. Köprünün çevre yolları yapılmaya başladığı andan itibaren, boğazda domuz cesetlerinin ortaya çıkmasıdır.

Kemal ‘la bu tartışmayı sürdürmemin sebebi, şu köyümüze bela olan göletti canlı tutmak ve diğer insanlarında biraz tahrik ederek tartışmak.

Bu yazıyı bahane ederek, Yeni Köyden Pınar Karaya teşekkür etmek isterim, ayrıca Sefa arkadaşa da teşekkürlerimi borç bilirim.

Tüm köylülere çağrım küçük menfaat için o güzelim tabiatı satmayalım.

muzaffer bal - altınoluk - 11 -11 - 2015

-----------------------------------------------

-----------------------------------------------

61. Yazı – SEFA AYDOĞAN – Hollanda – 29 Ekim 2015
YOK EDİLECEK KÖY “KIRINTI”

2015 yatırım programında yer alan ve tamamlandığında 4 bin 570 dekar zirai arazinin sulanması planlanan “Gümüşhane ili Şiran İlçesi Kırıntı Göleti İnşaatı” sözleşmesi, Bölge Müdürü Mahmut Berber ile yüklenici firma yetkilileri tarafından 28 Ağustos 2015 tarihinde imzalandı. Kırıntı Köyü’nün Değirmendere üzerinde yer alan ve sözleşme bedeli 7.884.350 TL olan göletin, talvegden yüksekliği 46 m, temelden yüksekliği ise 56 m. Kil çekirdekli kaya dolgu tipinde inşa edilecek olan göletin, 600 gün içerisinde bitirilmesi planlanıyor.

Gümüşhane Şiran Kırıntı Göleti İnşaatı DSİ Genel Müdürlüğü 22. Bölge Müdürlüğü 14 Eylül 2015 İhale Tarihi: 30 Haziran 2015
İhale Makamı: DSİ Genel Müdürlüğü 22. Bölge Müdürlüğü
İşin Yapılacağı Yer : Gümüşhane K
Azanan Firma: Cacimler İnşaat ve Tic.Ltd.Şti, Sues Enerji İnşaat Yol Yapı ve Doğalgaz İthalat İhracat Pazarlama San. ve Tic.Ltd.Şti iş ortaklığı
İhale Kaynağı: Yapi.com.tr İhale kayıt numarası: 2015/67754 1- İhalenin a) Tarihi: 30.06.2015 b)
Türü: Yapım işi c) Usulü: Açık d)
Yaklaşık Maliyeti: 11.725.274,97 TRY
İhale konusu yapım işinin a) Adı: Gümüşhane Şiran Kırıntı Göleti İnşaatı b) Yapılacağı yer: Gümüşhane Şiran İlçesi sınırları içerisinde, Kırıntı köyü doğusunda Değirmen dere üzerinde yer alır. c) Süresi: 600 GÜN 3- Teklifler a) Doküman Satın Alan Sayısı: 22 b) Dokümanı EKAP üzerinden e-imza kullanarak indiren sayısı: 18 c) Toplam Teklif Sayısı: 9 d) Toplam Geçerli Teklif Sayısı: 8 e) Yerli istekli lehine fiyat avantajı uygulaması: Uygulanmamıştır 4- Sözleşmenin a) Tarihi: 28.08.2015 b) Bedeli: 7.884.350,00 TRY c) Süresi: 04.09.2015 - 26.04.2017 d) Yüklenicisi: Cacimler İnşaat ve Tic.Ltd.Şti, Sues Enerji İnşaat Yol Yapı ve Doğalgaz İthalat İhracat Pazarlama San. ve Tic.Ltd.Şti iş ortaklığı

Gönderi: Sefa Aydoğan – Hollanda – 29 Ekim 2015

-----------------------------------------------

60. Yazı – KEMAL GÜNDOĞAN – Almanya – 24 Temmuz 2015

2015 KIRINTI’DAKİ TATİL İZLENİMLERİM
Haziran ayının 24’ünden Temmuzun 4’üne kadar bizim köyde on günlük tatil yaptım. Ben ve esim senelerdir Haziranda Köyde tatil yapmamıştık. Kırıntı’nın bir köy değil de bir Cennet olduğuna şahit olduk. Güzel doğası her tarafın yemyeşil oluşu, bütün dağların, tepelerin çiçeklerle kaplı olusu, derelerden suların akması, o güzelim tutya çiçeklerini koklamak, bir Kırıntı’lı olarak bunun bir ayrıcalık olduğunu anladım.

Yazıma bu satırlarla başlamamın sebebi ise bu güzelliklere, bu harika doğaya her Kırıntılının sahip çıkması, kimseye kaptırmamasıyla ilgili algı yaratmak. Hüseyin Mercan’la birlikte maden aranılan yerleri teker teker dolaştık yine. Doğa kendini yenilemeye gayret ederken bir çok çam ağacının kuruduğuna şahit olduk. Madenciler bu gün gitmişlerse yarın gene gelecekler. Önemli olan bu canavarlara Kırıntı’yi kaptırmamak. Bunun için her Kırıntılının bu görevin bilincinde olması gerekir. Yoksa yazımın başında belirttiğim gibi bu güzel cennetimiz yok olup gidecek. Şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim. Şehirlilerin atıkları apaçıkta ve tehlike saçıyor. Bu konuda duyarlılık ve bilincin sağlanması için birtakım çalışmalar yapılmalıdır.

Hüseyin Mercanla birlikte araba ile Burgababa tepesine çıktık. Bence bu yol doğaya vurulan bir hançer olmuş. Birincisi o yolla her araba yukarıya çıkamaz. İkincisi yaz mevsiminde bir çok arabanın yukarıya çıktığını düşünelim, gelişler gidişler bir kaos olur, kaza tehlikesi yaratır. Üçüncüsü de cevre kirliliği orayı bir çöplük haline getirecektir.. Daha korkunç olanı yolun alt tarafındaki büyük kayalar. Yer yer bu kayalar birbirini tutuyor. O yamaçlarda onlarca kaya birbirini harekete geçirbilir. Herhangi bir kaymada bir sürü taş insan ve hayvanların üzerine kayabilir. Gerisini düşünmek çok zor.

Durmus Günel Dedenin yeni yayınlanan Maziden Kalan Kırıntılılar, Kırıntı Köyümün Geçmişi ve Kültürü kitabını aldım ve büyük bir kısmını okudum. Kendisine emeği için teşekkür etmek ve verdiği bir uğraşıyı pozitif görmek lazım. Bence daha da araştırılarak ayrıntılara inebilirdi. Kendisi geçen sene yeni kitap hazırladığını ve bir çok arşivden yararlandığını söylemişti bana. Maalesef hiç bir arşiv kaynağı eklenmemiş. Gene de bu bilgileri sunduğu için kendisini kutluyorum ve çalışmalarının devamını diliyorum.

Kemal Gündogan - Aachen Almanya

-----------------------------------------------

59. Yazı – MUZAFFER BAL – Altınoluk – 24 Temmuz 2015
ŞENLİK İPTALİ
“Kayacık Köyü Dernek Yönetimini Saygıyla Selamlıyorum”

Her toplum farklı farklı eğlenir, ayrıca eğlenceye düşkünlükleri de farklıdır. Bu bazen aynı köy içinde bile farlılıklar oluşturur. Örneğin Kırıntı’da yukarı mahalle eğlenceye daha düşkünken, aşağı mahalle ve hata aşağı mahallede de Balogil eğlenmeye daha az düşkündür. Yeniköy ise, eğlenceyi seven ve her fırsatta eğlenmeyi değerlendiren bir toplum. Örnek mi, kışın Kürt Çadırlarında erkek, kadın, genç, yaşlı kayhı (kızak) kayarlardı. Yine kışın, köy meydanında aynı şekilde kadınlı erkekli himan oynarlardı gün boyunca, tabi düğünleri de ayrıca çok neşeli olurdu.

Bu girişi yaptıktan sonra, esas yazmayı kendime bir borç hissederek Kayacık Köyüne gelmek istiyorum. Kayacık köyü, çoğunlukla Kırıntı’nın yukarı mahallesinden gitme olduğunu biliyorum. Giderken de o, eğlence düşkünlüklerini de heybelerine koyup götürmüşler. Kayacık köyü, zaman zaman göçler dolaysıyla tamamen boşalmış, şehirlere göç etmişler. Şehirlere giderken de o heybelerinde olan eğlenceyi de taşımışlar. Bunu ben İstanbul da canlı olarak yaşadım ve gördüm. Ta ki oturulan yerleşim yerleri betonlaşıncaya kadar. Kayacık halkı daha sonra yıkılan köylerini yeniden inşa için çadırlar kurdular ve evlerini inşa ettiler. İşte hem çadırlarda iken, hem de evlerini yaparken eğlenerek dayanışma içinde yaptılar. Daha sonra köylerinde keşkek şenliği adında gelenekleştirerek eğlencelerini sürdürüyorlar. Bu eğlence, aynı zamanda gelecek nesle köylerini yerinde tanıtıyorlar.

Bu seneki, 2015 keşkek eğlencelerini Suruç’ta İŞİD’in 32 kişiyi bomba ile canice öldürmesi vesilesi ile kayacık Derneği iptal kararı aldığının öğrendiğimde ve tabi Kayacık halkının da bu karara uyması beni çok duygulandırdı. Eğlenceye çok düşkün bu halkın aldığı karar karşısında, hem dernek yönetimi hem de Kayacık Halkı önünde saygı ile eğiliyorum.

Bu yazıyı yazdıktan ama daha göndermeden Kırıntı Deneğinin mesajını aldım. Onlar da, Burğababa şenliklerinin, şenlik bölümünü iptal ettiklerini ama ziyaret bölümünün yapılacağını duyurmuşlar. Kırıntı Dernek Yönetiminin aldığı bu kararı doğru bulduğumu söylemek isterim. Evet, Burğababa şenlikleri içinde eğlenceyi de barındırmakla beraber esas olarak Kızılbaşlar için bir ibadettir. Eğlence bölümü çıkarılarak, ibadeti devam ettirmek doğru bir karar. Bu karardan dolayı da, Kırıntı Derneğinin yönetim kurulunun ve bu karara uyulacağından şüphe duymadan, Kırıntı halkının da önünde saygı ile eğilirim.
muzaffer bal -- Altınoluk
24 -07 - 2015

-----------------------------------------------

58. Yazı - KEMAL GÜNDOĞAN– Almanya – 09 Mart 2015
KÖYÜMÜZÜN TARİHİNE IŞIK TUTMAK

Sitedeki son gelismeleri takip ediyor ve de yazarlarimizin yazilarini da ictenlikle okuyorum.Yeni Köylü Muharrem Aydin’in dedesi Çete Ahmet’in yazisi benim senelerdir en cok merak ettigim konulardan. Biri de bizim köyün Seferberlik dönemidir. Ayni konu hem Yeniköy hem de komsu köyler icin de gecerlidir.

Birincisi,neden bizim köy en son bosaltilan köydür. Sonra köy halki kimler tarafindan ve nerelere gönderilecegine karar vemistir. Köy halki köyü tamamen bosalmis midir veya köyde kalanlar olmus mudur? Köy halkimiz nereye ve nasil gitmislerdir? Gittigi yörelerde nasil karsilanmislardir? Ne isler yapip gecimini saglamislardir? Sonra köye nasil dönmüslerdir? Döndüklerinde köyde nasil bir durumla karsilasmislardir?

Bunlar ufak ve kisa basliklar. Köyümüzün tarihine isik tutacak bir arastirma konusu olabilecegini düsünüyorum.Benim en büyük istegim bütün Kirinti yazar arkadaslarimizdan bu konu ile ilgilenmeleridir.

Bu konuda bilgi Günesimiz Niyazi Bal hocamizdan, yazilarini zevkle okudugum Dürmüs Öztürk’ten sonra bilhassa arastirmaci yazar Muzaffer Bal’dan yararlanabilecegimizi düsünüyorum.Tabi ki baska arkadaslar ve hala yasamakta olan köyümüzün yasli insanlarindan. Ve ayrıca Ali Aydogan’in katkilarinin büyük olacagini düsünüyorum. Bilmiyorum Osmanli arsivlerinden de yararlanabilinir mi?
Site dostlarina Selam ve Sevgiler
Kemal Gündogan Aachen-Almanya

.................Y A N I T ....................

Merhaba Kemal Bey,
Yazınız ve önerileriniz için teşekkürler. Umarım bu önerileriniz bir gün birileri tarafından gerçekleştirilir. Diyeceksiniz ki sen neden yapmıyorsun? Sadece Kırıntı’nın Başları Türküsünün Öyküsü’nü hazırlamak bile çok zamanımı aldı. Araştırma yazıları sadece zevk değil önemli ölçüde zaman işi. Benim gibi emekli emekçiler, emekli olduktan sonra da geçimleri için çalışmalarını sürdürürler. Ben de çocuk kitapları dalında yazarak geçimime katkıda bulunmak zorunda kalıyorum.

Araştırma yapabilmek için resmi arşivleri karıştırmak, kaynak kişilerle görüşmek; bunun içinse yollara çıkmak gereklidir. Yollara çıkacak ne zamanım ne de diğer koşullarım yeterli. Şimdilik yapabileceğim tek şey senin ve diğer birkaç duyarlı arkadaşın de yaptığın gibi düşünen, yazma becerisi olan, sorumluluk duyan insanlarımızı araştırmaya, yazmaya teşvik etmek; ki, bunu yıllardır yapıyorum.

Aslında pek çok kişide de bu duyarlılığın olduğunu biliyorum ama nedense insanlar adını ortaya koymaya çekiniyor. Çekinmesinin temel nedeni başaramayacaklarını düşünmeleri. Dört duvar arasında özgüveni olanlar, kendilerini ortaya koyabilenler bir de bakmışsın böyle açık platformlarda tek satır yazma cesaretinde bulunamazlar. Cesarette bulunanlar ise zamanla usanırlar, ya da bir şeylerin etkisinde kalarak yazmaktan vazgeçerler; ki doğaldır. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez.

Diyeceksin ki Facebook’a yazabiliyorlar ama... Orada yıllardır usanmıyorlar ama... Evet yazıyorlar ama birer, ikişer satırlık yazılar... Derinliksiz... Kutlamalar, beğenmeler vb. Hâlbuki inanıyorum ki, o sevgili dostlarımız isteseler o birer satırın çok daha ötesine geçebilirler... Neler yaratırlar neler. Nereden mi biliyorum? Bu sitede yazanlar da bizim insanlarımız da ondan. Gökten zembille inmediler ya; içimizden çıktı her biri. Ve içimizde daha nice cevherler var.
Yeter ki; a)Cesaret etsin b)Sorumluluk duyup elini taşın altına koysun c)Burun kıvırıp küçümsemesin, tenezzül etsin.
Sevgilerimle.

Ali Aydoğan – Ankara – 10 Mart 2015

2014

57. Yazı - KEMAL GÜNDOĞAN– Almanya - 03 Kasım 2014
"MADEN - GÖLET - YOL - HUZUREVİ" KONULARINDA DEĞERLENDİRME

Merhaba Ali Bey,
Bu gün Kırıntı Köyümüzle ilgili bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. İlk önce bizim köydeki maden aramalar konusuna değinmek istiyorum. Madenlerle ilgili olarak Gümüşhane’de okuyan bir talebenle yaptığın son görüşmeyi sevinerek okudum. Madencilerin şimdilik gelmeyecek olması köyümüz için olumlu bir gelişmedir. Yalnız burada çok dikkat edilmesi gereken bir konu var. Artık gittiler, her şey eskisi gibi olacak dersek her şeyi baştan kaybetmiş oluruz.

Bütün dünyada altın arayan şirketlerin ALTINA AÇ GÖZLÜLÜK ARZUSU hiç bitmemiş olacak. Bu gün dağlarımızda oluşturduğu yıkıntıları bırakarak gitmişlerse bile, bunlar yarın gene gelecekler. Esas konu bunları yasal yolları kullanarak bir daha topraklarımıza bastırmamak lazım. Yasal yolları hiç bir kişi kişisel olarak yapamaz; ancak ve ancak örgütlenme ile yapılacak işlerdir. Kırıntı Köyü Muhtarlığı’nın önderliğinde bütün çevre köylerinin bu önemli konuda birleşmesi lazım. Bu ancak sizin sürekli sözünü ettiğiniz bir Üst Birlik’in en kisa zamanda oluşturulması ile mümkün hâle gelir. Topraklarımızdaki altına aç kurtlar yarın gene geleceklerdir. Önemli olan, önceden tedbir almaktır. Geldiklerinde büyük bir kayaya çarptıklarını görünce geldikleri gibi geri dönerler.

Bu arada Gölet konusundaki düşüncemi de bildirmek istiyorum. Eğer maden arama ile ilgisi yoksa Kırıntı ve diğer köyler için büyük bir projedir. Biliyoruz ki su sorunu her zaman var olmuştur ve olacaktır. Su sorunu ilk önce kendi köyümüde yaşanıyor. Bol su olunca komşu köylerin de bundan faydalanması çok güzel olur. Zaten çevre köylerle kader ortaklığımız yok mu? Madenciler gelirse hepsi de olumsuz etkilenecektir. Öyleyse şirketlere karşı ortak mücadeleye ihtiyacımız var. Çevre köylerle iyi ilişkilerimiz olduğu sürece topraklarımıza gelecek maden canavarlarına karşı işbirliğimiz daha kolay olur.

Ali Bey, Kırıntı’da Huzurevi Projesini de desteklediğimi bildirmek istiyorum. Kırıntı ve hatta çevre köylerin yaşlı insanlarının bakımı açısından büyük bir değer olur.

Son yazınızda değindiğiniz KARABURGA ZIRVESINE YOL VURULDU yazınızı da okudum. Bu konuda bazı kuşkularım var. İlk önce Karaburga zirvesine ne için çıktığımızı belirtmek isterim. Birincisi orası Kirinti Köyü için kutsal bir yer. Yaşlı veya genç her Kırıntı köylüsünün gitmeyi arzu ettiği bir mekan. Yazınızda fotoğrafları gönderen arkadaşlara soruyorsunuz ki yanınızda rakı var mı? Benim korktuğum bir şey; çevrecilik konusunda duyarsız insanlar yarınlarda orada içki şişeleri ve çöplerini bırakacaklardır. Karaburga bu pislikleri kaldıramaz. Bu çevre kirletilmesini araba yolu vurulmuş olan Hidrellez Tepesinde de gördük. Ayni olumsuzluğu Aşığın Pinarı’nda yasıyoruz. Her seferinde oraya gittiğimde ben kendim şahit oldum. İlk önce her tarafı temizlemek gerekiyor; yoksa orada kırılmış şişelerden plastik torbalarda sebze meyve atıklarından gecilmiyor. Yaz aylarında Karaburga Zirvesi’ne hücum edilecek, onlarca taşıt karşılıklı gidip gelecek ve büyük bir sıkıntı yaşanacak.
Selam ve Sevgiler

Kemal Gündogan - Aachen Almanya – 02.11.2014


.................Y A N I T ....................

Merhaba Kemal Bey,
Değerlendirme yazınız için çok teşekkür ederim. Ben de sırayla yazdıklarınızla ilgili düşüncelerimi yazmak istiyorum.

MADEN - Madenciler tekrar gelirlerse elbette ki temel mücadele yolu birliktelik ve yasal yöntemlerdir. Ne yazık ki dernek yöneticilerimizin ve halkımızın bu konuda somut adımları yok. Ancak, muhtara destek olunsa, yol gösterilse o bir şeyler yapar, öncü olur sanırım. Tatil sonrasında muhtarla bir iki kez telefonla konuştuk. Gelişmeye açık. Yardım ve öneriler beklediğini biliyorum.

GÖLET - Evet, değirmenler deresi için tasarlanan gölet, siyanürle altın ayrıştırma amaçlı olmayabilir; yani sadece su toplama amaçlı olabilir. Edindiğim bilgilere göre bu böyle. Ama... Kuzeyde maden arama ve işletme çalışmaları başlatılırsa ve gerçek siyanür havuzları yapılırsa yayla tarafından akıp göleti dolduracak temiz su kalacak mı ki?

HUZUR EVİ - Huzur Evi ile ilgili yazımı sitenin “A.A. Yazılarım – Karma Yazılarım – Köyde Huzur Evi” sayfasında yayınlamıştım. Yazıyı okuyan insanlardan bazıları duygulanıp destek verdiler. Bazılarıysa gizli bir alayla boş hayallerle uğraştığımı söylediler. Eh, ne diyebilirim ki... Ama sizin böyle bir düşünceye sıcak bakıyor olmanıza sevindim.

ZİRVELERE AÇILAN YOLLAR - Karaburga Zirvesine veya Hıdrellez Tepesi’ne açılan yollar farklı değerlendirmelere açık bir konu. Söyledikleriniz hiç de yabana atılır gibi değil. Bir yönüyle doğru; doğanın bozulmaması açısından zirveye asla yol vurulmamalıydı. Çünkü yollar, insanlara sunduğu hizmetlerin yanı sıra yıkımları da getirir. Yıkım açısından bakınca kaygılısınız ve haklısınız tabii.

Siz ya da ben veya hemen herkes, doğanın “doğal hâlini” yani bozulmamışını severiz. Yollar ve yapılabilecek oturma alanları, tepelere daha çok insanın akımına neden olur. Bu, beraberinde bozulmayı, kirletilmeyi, çirkinleşmeyi getirir. Yani doğanın doğal hâli bozulur, çekiciliğini yitirir.
Zirvelere yürüyerek, soluk soluğa çıkanlar doğal doğadan daha büyük zevk alırlar, daha bir zevkle dinlenir, gezinirler, gözlem yapıp, mutlu olurlar. Arabayla gidildiğinde ise “emeksiz yemeğin tadı olmaz” hesabı diğeri kadar zevk alınamayabilir. Bu yönüyle baktığımızda ben de kesinlikle zirvelere ne yol isterim, ne de dinlenme alanları, seyrangahlar...

Ama işin bir diğer yönü var. Ki, o yöndür fikrimi değiştiren. Sadece yaşlı değil, nice orta yaş gurubundan insanların şöyle yakınmalarına tanık oluyoruz.
“Ah, belim ağrıyor... Dizim ağrıyor... Gönlüm zirveye çıkmak istiyor. Çevreyi kuş bakışı görmek istiyorum ama olmuyor; bunu hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim galiba.”
İşte sırf bu nedenle yollara sıcak baktım, bakıyorum.
Ne yapmalı peki?
Gelişmelerin önüne geçilemeyeceğine göre, bilinçli davranışların geliştirilmesi sağlanmalı. Doğanın betonlaşmasının önüne geçilmeli. Atıklarla, çöplrle çirkinleştirilmemesi için halkın bir dizi eğitimden geçirilmesi, bilinçlendirilmesi sağlanmalı.

Ha, şunu da söylemeden yazıyı noktalamak olmaz:
Köy ortak yerlerinden herhangi bir yere, hiçbir birey kendi kafasından bir çalışma yapmamalı. Örneğin, Hıdrellez Tepesi’ne herhangi bir kişi kendi başına dinlenme alanı yapmamalı. Bir dinlenme alanının getirileri, götürüleri yani yararları-zararları kamuoyu süzgecinden geçirilmeli önce. Bilirkişi çoğunluğunun onayı olmadan hiçbir şey yapılmamalı yani. “Ben yaptım oldu” yöntemi umulmadık zararlara neden olabilir.
Yol dönüp dolaşıp Üst Birlik’e çıkıyor.
Kemal Bey, size ve site takipçilerine saygılar ve sevgiler...

Ali Aydoğan – Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------


serbestyazi_koy_zirveyolu-foto.jpg
56. Yazı - ALİ AYDOĞAN – Ankara - 24 Ekim 2014
KARABURGA ZİRVESİNE YOL VURULDU

29 Mart 201 tarihinde “AA Yazılarım+Hayal Haber” sayfasına “Karaburga Zirvesine Yol Vuruldu” başlıklı hayal (uydurma) haber yazmıştım; okuyabilirsiniz. Yolu Üst Birlik’in yaptığını belirtmiştim. Dün köyden telefonla aldığım bir haberle benim uydurma haberin gerçekleştiğini öğrendim ve çok mutlu oldum. Yolu Üst Birlik değil, 80 yaşında Hacı Osman adında bir adam yapmış. Yoldan yararlanabilecek tüm köyler adına teşekkürler Osman amca.

Bugün öğlene doğru köyden bir telefon daha aldım; hem de Karaburga zirvesinden. Çakırgilin Alibey’i ile Hacıların Ali Günel’den. Evet, bu arkadaşlar sonunda hayal bir haberi gerçekleştirmişler; yeni açılan yoldan zirveye çıkabilmişler. İçinde bulundukları ortam, yol ve yolu yapan kişi hakkında onlarla telefonla yaptığım sohbeti özetliyorum:

-Yolun yapılışı sürpriz oldu benim için. Kimin yaptığını öğrenebilir miyim?
-Alucra’nın Karabörk’ten 80 yaşındaki Hacı Osman adındaki bir adam yaptırmış yolu. Önce Alucra yetkililerinden gereken izni almış tabii.
(Zirveye yapılan yol Alucra topraklarında bulunmaktadır.)

-Ben hayal olarak yaptığım yolu üç buçuk kilometre olarak belirlemiştim. Açılan gerçek yol kaç kilometre civarında?
-Üç kilometre veya biraz daha fazla.

-Yoldan çıkarken zorlandınız mı?
-Biraz zorlansak da kaygılandığımız kadar değil.

-ATV ile yolu tırmanırken neler hissettiniz, neler düşündünüz?
-Çok mutlu olduk. Şaşkındık epeyce. İnanamıyorduk. Kolay mı? Zirveye taşıtla çıkıyorduk.

-Desenize artık yaşlılar da çıkabilecek bir daha görmekten umudunu kestikleri zirvelere. Bu harika bir şey!
-Evet, en güzeli de bu zaten? Dizinin gücü olanlar çıkabiliyorlardı zaten, önemli olan yaşlılardı.

-Kar var mı zirvede?
-Çukur yerlerde çat pat var. Ama sis çok. Önceleri on metre ötemizi bile görmekte zorlanıyorduk, neyse ki sonra görüş alanımız genişledi.

-(Yanıtını bildiğim soruyu sordum.) Rakınız da var mı yanınızda?
-Var tabii, ama suyumuz yok. Rakıya kar kattık ama tadını alamadık. Aşığın Paarı’na indiğimizde keyfini çıkarırız.

-Aman dikkat edin, siste ayıyla burun buruna gelebilirsiniz.
-Yok canım, ayı mayı ne gezer buralarda. Olsa ne, korkumuz yok.

-Yeni açılan yolu canlı olarak görmek isterim. Telefonunuzda uygun programlar varsa görüntülü görüşelim.
-Tango var.
(Bende de vardı, ama ne yazık ki görüntülü görüşmeyi başaramadık.)

-Yolun fotoğrafını gönderin sitede yayınlayayım.
-Tamam göndeririz.
(Henüz herhangi bir fotoğraf alamadım. Alırsam eklerim.)

Evet, durum böyle. Bir zamanlar hayal denilen şeyler zamanı geldiğinde gerçekleştiriliyor. Çocukluğumuzda yayladan iniş günü geldiğinde Aşığın Paarı’na yürüyerek gider, şenliğe katılırdık. Sonra yol vuruldu ta çeşmenin yanına. Şimdi de zirveye yol açıldı. Demek ki hayalleri kısıtlamamak gerek. “Dünya Kırıntılılar Birliği” düşüncesini ilk oluşturup yazdığımda siteden okuyanlardan bazıları “Aman be Ali, hayallerle uğraşma.” demişlerdi. Bir gün bu hayal de gerçek olur, olacak da.
Diğer bir hayal daha var. Kırıntı Köyü’ne bir Huzurevi açılması. Bu konuyla ilgili yazıyı da “Karma Yazılarım+Köyde Huzur Evi” sayfasında yayınlamıştım, okuyabilirsiniz. Olmaz olmaz, neden olmasın.

Ali Aydoğan - Ankara


Hayal Haber: "Karaburga Zirvesine Yol Vuruldu." TIKLAYINIZ

"Köyde Huzurevi" - TIKLAYINIZ































-----------------------------------------------
55. Yazı - ALİ AYDOĞAN – Ankara - 01 Ekim 2014
OH! ŞİMDİLİK MADENCİ TEHLİKESİ ÖTELENMİŞ!

11 Eylül 2014 tarihinde www.karadorukaa.com sitesi “Serbest Yazı-Köy” sayfasında “Kırıntı’da Yeniden Madenci Tehlikesi” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. Gümüşhane’de Jeoloji Mühendisliği eğitimi gören bir öğrencimden edindiğim bilgileri vermiş, bu bilgiler doğrultusunda “Koza, şimdilik Kırıntı arazisindeki araştırmalarından vazgeçmiş; bu kez Çin-Türk ortaklı başka bir şirket, ruhsat almak üzere harekete geçmiş.” diye yazarak görüşmenin ayrıntılarını da aktarmıştım.

Yazıyı okuyan birkaç dostun konuyla ilgili yorumlarını da yayınlamıştım. Onları ve kaygılanan dostları rahatlatabilmek için acilen bu yazıyı yazma gereği duydum.

Sözünü ettiğim Jeoloji Mühendisi adayı şu anda Gümüşhane’de. Beni aradı ve edindiği son bilgileri verdi. Onun ağzından özetliyorum:

“Merhaba öğretmenim. Bizim hocalarla konuştum. Çin şirketinin ya da Koza’nın Kırıntı’daki madenlerle ilgili son çalışmalarını sordum. Koza galiba Gümüşhane’deki araştırmaları ve işletmeleri tamamen bitirmiş, ayrılacakmış. Daha önce sözünü ettiğim Çinli şirket de Kırıntı arazisindeki maden araştırma/işletme projesini şimdilik ötelemiş. Galiba önceliği başka bir yerdeki maden araştırmaya vermiş. Yani öğretmenim, gözünüz aydın; şimdilik geçici de olsa bir tehlike yok gibi görünüyor. Ben, başkalarıyla da görüşüp daha kesin bilgiler almaya çalışacağım. Alabilirsem sizi yeniden ararım.”

Son durum bu işte. Kendi adıma söylüyorum; ben çok rahatladım. Umarım ileride sinirimizi bozacak haberler gelmez Gümüşhane’den.

(Madenlerle ilgili her iki yazımda verdiğim bilgilerin mutlaka doğru olduğunu iddia etmiyorum; etmedim de... Samimiyetle bana aktarılan bilgilerin doğruluk olasılığı bile ürkütücü. Ne olur ne olmaz diye konuya yer veriyorum. İlgililerimizin (muhtar, dernek yöneticileri...) Gümüşhane’ye gidip bir kez olsun araştırması gerekir diye düşünüyorum. En azından kesin bilgileri yetkili ağızlardan öğrenmiş oluruz.)

Dağlarımızda özgürlüğü sonsuza kadar yaşamak umuduyla... - A.A. - Ank.

-----------------------------------------------


54. Yazı - HÜSEYİN AYDOĞAN – Ankara - 24 Eylül 2014
BİZİM OLMAYAN BİZİM YERLER

YILMAZ BAKAR arkadaşın, GURBET ÜSTÜNE yazısını okudum. MUZAFFER BAL, arkadaşın ÇOBAN ALİ’NİN BİR TAS SÜTÜ başlıklı yazısını okudum. ALİ AYDOĞAN arkadaşın da KIRINTIDA YENİDEN MADENCİ TEHLİKESİ yazısını okudum. Yazanların eline sağlık. Teşekkür ederim.

Son yazıdan anlaşılacağı gibi köyümüz üstünde karabulutlar dolaşıyor. Ama halkta bütünlük yok. Ayrıca köyde zaten olmayan birliğin sağlanması nasıl olacak?

Ankara da bir dernek kurduk, burnumuzdan geldi. En basit su meselesinde dahi bir çözüm, bir anlaşma olamıyor. Köyde bu falan şehirden, şu başka şehirden misali birbirlerine merhaba veya nasılsın arkadaş demiyorlar, oysa ki bu insanlar birbirlerini gayet iyi tanıyorlar. En kötüsü de birbirlerini görüp hoşlamıyorlar.

Ankara derneği olarak, köyün yollarını yaptırdık, yapılmasına çaba sarf ettik, bırakın teşekkür etmeyi, birileri bu yolları biz yaptırdık diye ileri atıldılar. Gene Ankara’dan Yeniköy göletinin yapılması için olağanüstü çaba sarf ettik, Allahın bir kulu çıkıp da ulan arkadaşlar çok teşekkür ederim diye kimseden duymadık.

Burada vurgulamak istediğim nokta birlik ve beraberliğin olmayışıdır. Kaldı ki Kırıntı köyü yaylasını siyanür kaplarsa ki öyle olacağa benziyor, burada Kırıntı köyü ve Yeniköy nasıl birlik olup da mücadele edecekler. Siyanür bu köy Kırıntı, şu Yeniköy, aşağısı Civrişon köyü, daha aşağılarda Karadeniz’e kadar bilmem nereler var demeden hepsini zehirleyecek. Tehlike çok büyük olmasına karşın, bu saydığım bölgenin insanları tümden etkileneceği gibi giderek daha fazla yer tehdit altında kalacak.

Yıllardır Ali öğretmen Dünya Kırıntılar Birliği diye bir birlikten söz ediyor, çok yerlerde çok kişilerle bu birliği konuşuyor, çok kişilerinde olumlu baktığı bu birlikten, bir arpa boyu yol alınamadığını üzülerek görüyorum. Çünkü insanlarımız, cemlerden sonra sen sen, ben de ben boş hayalleriyle yaşıyorlar. Biri bir konuda herhangi bir fikir beyan etse, ona danacık felsefesiyle yaklaşıyorlar. İnsanlar şöyle bir inzivaya çekilip on dakika kendisiyle hesaplaşsa veya kendisine neler oluyor arkadaş diye mertçe sorsa, değil Kırıntı, Dünya kurtulur. Hepsi on dakika, fazla değil.

Ufacık Kırıntı Yaylasından çıkan bir derecik, giderek Kelkit ırmağı ile daha da giderek Yeşilırmak’la birleşerek Karadeniz’e dökülmektedir. Bu saydığım vadi ve alanların sebzesi kırk milyon insanı besleyecek kapasitededir. Bu vadinin sebzesi siyanürlü sularla sulanırsa varın tehlikeyi siz hesap edin.

Ayrıca bir şeyi daha hesaplamamız gerekir. Devlet tüm arazilerin tapusunu kendisinde toplamış. Sadece köydeki evler ve birazda ekilebilir alanlar köylüye tapulu, gerisini devlet tümden kendi üzerine almış. İlk karşı çıkılması gereken nokta 1982 yılında kadastro yapılırken hesap edilmesi gerekirdi. Bu senelerde ve bu kadastro ile tüm Türkiye uyumuş veya uyutulmuştur.

Bir an şöyle düşünelim, bizim köyde mera bildiğimiz yerleri, şu anda devlet isteyenlere parayla satıyor. Niye bizim köy ihtiyar heyeti satmıyor da devlet satıyor. Çünkü köyün tapulu meraları tümden devletin elinde, istediğine satabiliyor. Bizim yıllardır Çorak yaylası dediğimiz, uğruna ne büyük mücadeleler vererek tapusunu aldığımız Çorak yaylası da bizim değil. Çorak yaylasını yıllardır Lazlara kiralarken, bu 1982 yılından sonra daha kiraya veremiyoruz. Bizim diye bildiğimiz bu araziler bizim değil. Sadece kullanım avantajını kullanıyoruz o kadar. Yani bizim yaylanın dışındaki dağlarımızı bizim diyerek gezdiğimiz gibi. Yukarda da belirttiğim gibi, köyde evlerimiz ve birazda köyün önündeki ekilebilir tarlalar köylüye tapulu. Geri arazinin tümü devletin. Mesela harmancıktaki tarlaların niye tapusu yoktur, oralar devlet tarafından orman idaresine verildi de ondan. Son senelerde neden köyde orman bekçisi tutulmuyor. Çünkü bizim sandığımız ormanlarda bizim değil, devletin. Onun için bekçi tutulmuyor.

BABUKO HÜSEYİN -- ANKARA 17.09.2014


-----------------------------------------------

53. Yazı – KEMAL GÜNDOĞAN – Aachen Almanya – 18 Eylül 2014
KIRINTI'DA MADEN ARAMA HAKKINDA

Günaydın Ali Bey. Serbest Yazi-Köy sayfasında yayınladıgın yazıyı daha ilk gününde okudum. Köydeki konusmamızda bu maden arama belasından kurtuldugumuza ne kadar sevinmistik. Senin yazıyı okuyunca ben de duyarlı insanlarımız gibi sok oldum. Su andan itibaren hepimizin görevi bir an önce uyanıp bu belayı durdurmamiz lazım.Bunu bizler kısısel olarak cözemeyiz. Birlige ihtiyac var. Ayrica bu birlik yanliz Kirinti –köyünün meselesi degil bütün cevre köylerini ilgilendiyor.

Bunun icin bizim ve cevre köylerin ortak mücadelesi geliyor. Bu isler hic bir zaman yanliz ve kisisel yapilamaz, ancak ve ancak büyük kitlelerin yapmasi gerek. Bizim köyün o güzelligini, dinlendirilicigini, havasini bu sene gene esim ve oglumuzla tatdik. Eger Madenciler gelir ve o güzelim cevremizi talan ederlerse, bizleri artik kendi topraklarimiza yaklastimayacaklardir, bunlari hepimizi bilmesi lazim. Bu konuda hem köy muhtarliginin hem bizim derneklerin bir an evvel birlesmesi ve harakete gecmesi lazim.

Bu sene Köyde köy muhtari Hüseyin Bal ile tanistim. Genç ve azimli olduğunu gördüm. Ona her konuda yardim etmemiz lazim. Mücadeleci bir kisiligi var ancak hic bir yardim görmezse muhtar da yanliz kalir. Ben Almanyadaki bizim köy dernegi ile en kisa sürede görüsebilirim.

Ayrica sitenin son günlerde aktif olmasi beni sevindirdi .Benim en büyük arzum sitenin daha aktif olmasi. Bütün yazar arkadaslari daha cok aktif olmaya cagiriyorum. Örnek olarak bizim Hatun Aydogan ve digerlerini. Sonra icimizden yeseren bir genc yazarimiza deginmek istiyorum: Iclim –Eda Aydogan. Tebrikler Eda, bu yasinda kendine özgün kuvvetli bir ifaden var. Muzaffer Bal’in da ifade ettigi gibisenin yazini iki üc defa okudum ve anlamaya calistim. Harika bir yazi yazmissin, kutluyorum ve gene yazilarini bekliyorum.

Herkese site dostlarina selam ve sevgiler.

Kemal Gündogan - Aachen Almanya

-----------------------------------------------

52. Yazı – ALİ AYDOĞAN – Ankara – 11 Eylül 2014
KIRINTI'DA YENİDEN MADENCİ TEHLİKESİ

2014 Ağustos ayında köyde bir aya yakın kalabildim. Ayrıldığımda aklımda kalan belli başlı olaylar şunlardı:
*Köy yönetimi normal rotasında yelken açmış, güvenle yol alıyordu. Muhtar Hüseyin Bal’ın bilinçli ve planlı hareket etmesi köyün geleceği için umut vericiydi.
*Bahçe sulamalarına son verilmiş, su sorunu büyük ölçüde giderilmişti; bir de Kavrazlı’nın su sorunu giderilebilseydi...
*Kırıntı-Yeniköy yolunun çukurları doldurularak ulaşım rahatlatılmıştı.
*Kırıntı-Konaklı yolu çok bozuktu; hiç olmazsa Bostanlar yolunda olduğu gibi düzeltmeler yapılabilseydi...
*Aksamalar olsa da köy içi çöp sorunu, mahallelere konan konteynırlar sayesinde epeyce giderilmişti.
*Arazi çöp sorunu hâlâ sürüyordu; önümüzdeki sezon başında halkla yapılacak söyleşilerle sorun yok edilemese de azaltılabilir.
*Değirmenler Deresi’ne gölet yapılacakmış; yeri belirlenmiş. İbrahim Aydın’ın kişisel emekleriyle oluşan piknik alanı da gölete kurban giden güzelliklerimizdenmiş.

Yurtdışındaki duyarlı halkımızdan biri olan Kemal Gündoğan, maden konusunu en çok merak edenlerden biriydi. Yazın köyde onunla da görüştüğümüzde maden aramaya son verilmiş olduğunu konuşup mutlu olduk. Doğa azraili, pılını pırtını toplayıp gitmişti sonunda. Artık dağlarımız, topraklarımız, güzelliklerimiz tehlike altında değildi. Diğer Kırıntılılar gibi biz de gönül rahatlığı içinde ayrıldık köyden. Ama... Ama mutlu olmakta acele mi etmiştik acaba?

Evet, acele etmiştik sanırım. Ankara’ya döndükten sonra pek de hoş olmayan bilgiler edindim.

Birkaç gün önceydi; bir kırtasiyede eski bir öğrencimle karşılaştım. Eskilere biraz değindikten sonra günümüze döndük. Onun Çorumlu olduğunu bildiğim gibi o da benim nereli olduğumu biliyordu. Gümüşhane’de Jeoloji Mühendisliği’nde okuyormuş. Onun bana aktardığı bilgileri karşılıklı konuşma yöntemiyle aktarmak istiyorum.

***

-Demek bizim dağlara yeni bir maden şirketi göz dikti ha!
-Öyle öğretmenim. Bir gün derste madencilik konusunu işliyorduk. Hocamız maden araştırılan ya da işletilen yerlere örnekler verirken Kırıntı Köyü’ndeki araştırmalardan söz etti. Koza, şimdilik Kırıntı arazisindeki araştırmalarından vazgeçmiş; bu kez Çin-Türk ortaklı başka bir şirket, ruhsat almak üzere harekete geçmiş.

-Yapma! Koza’nın işine son verildiğini duymuş ve çok sevinmiştik. Desene tehlike henüz geçmemiş.
-Öyle görünüyor öğretmenim. Önce ÇED (Çevre Etki Değerlendirmesi) yapılır; sonra da ruhsatı alabilir elbette.

-Bu yeni şirket, Koza şirketiyle iş birliği yapıp onların araştırma sonuçlarına göre mi hareket eder dersin? Yani Koza’nın araştırma sonuçlarını esas alarak en kısa zamanda işletmeye mi geçerler? Yoksa sıfırdan araştırmalarına mı başlanır?
-Koza’yla bağlantı kursalar, onların araştırma sonuçlarını değerlendirseler bile kendi sondajlarını da yapacaklardır mutlaka.

-Örneğin kaç sondaj?
-Sizin araziniz ilk kez keşfedilmemiş. Altının varlığı biliniyor zaten. Sadece miktarını daha net saptamak gerekiyor. Pek çok sondaj yapabilirler. Onlarca... Duruma göre çok çok daha fazla.

-Bu kaç yıl sürebilir?
-6 ay da sürebilir, bir yıl da. Şirketin araştırma sonuçlarına ikna olmasına bağlı.

-Diyelim topraklarımız altın yönünden oldukça zengin; işletme kaç yıl sürebilir?
-Bunu bilemeyiz, on yıl da sürer, yirmi, otuz yıl da sürer. Altın kaynağının zenginliğine bağlı bir şey.

-Peki altının kayaçtan ayrıştırılması işlemi nerede yapılır sence?
-Diyelim ki ruhsatı olur ya tekrar Koza şirketi aldı... Şimdi adını tam hatırlayamadığım Mostra mı ne bir köyde Koza’nın kapalı fabrikası var. Taşıma yapılarak cevherin ayrıştırılması işlemi orada yapılır sanırım. Ama sözünü ettiğim yeni şirket alırsa, onlar havuzlarını büyük olasılıkla maden araştırma bölgesinde yani sizin arazinizde yapacaklardır.

-O zaman yaylamızın, yaylacılarımızın durumu ne olur kimbilir?
-Ortada yayla da yaylacılar da kalmayacak öğretmenim. Yaylalar tapuluysa istimlak edilir, karşılığında az bir bedel ödenir. Tapusu yoksa... Arazi işgaliyse...

-Pılını pırtını topla, çık buradan... Güle güle yani...
-Öyle... Çalışma sahasına görevliler dışındakilerin girişi çıkışı yasaklanacaktır zaten. Üstelik sadece Kırıntı değil, daha pek çok köy etkilenecektir tüm bu olumsuzluklardan.

-Doğru. Ha, aklıma geldi; köyümüzün hemen bitişiğindeki bir dereye gölet yapılması girişimleri var. Ayrıca Yeniköy topraklarında başka bir göletin yapımına başlanmış bile. Göletler madenciler tarafından yaptırılıyor olabilir mi sence? Hani siyanürle altını çözmek için...
-Yok öğretmenim... Göletler, su depolama amaçlı olarak yapılıyor olmalı. Maden şirketleri, havuzlarını kendileri özel olarak yaparlar.

-Nasıl bir şey şu siyanür belası?
-Siyanür, sulu ortamda altını kayaçtan çözüp ayırabilen bir kimyasaldır. Altın ile siyanür, su havuzunda karıştırılır ve altının siyanürde çözünmesi sağlanır.

-Çok zararlı bir madde tabii ki? Çevreyi mahvediyor.
-Öyle elbette öğretmenim. Altın madenlerinde kullanılan siyanürün yer altı ya da dere sularına karışmasıyla canlılar ölmekte, tarlalardaki sulama sularına karışmasıyla da meyve ve sebzelere siyanür karışmakta ve insan sağlığını tehdit etmektedir. Ayrıca siyanür havaya karışmaktadır. Solunması ve vücuda herhangi bir şekilde alınması zehirlenmeye yol açar. Bu zararların dışında bir tehlike daha var; yer altında açılan çukurlar, tüneller suların yönünü değiştirebilmektedir.

-Suyun zehirlenmesini geçtik hepten susuz kalabiliriz yani.
-Öyle.

-Of! Çok kötü. Peki köylülerin itiraz hakkı var mı?
-Var öğretmenim. Maden işletme için öncelikle köylülerin ikna edilmesi gerekir.

-Ya köylü ikna olmazsa?
-İkna olmazsa, izin vermezse, ağız birliği yapıp ortak bir davranış gösterirlerse şirketler topraklarınıza kolay kolay giremezler.


***

Bazı köylümüzün yıllar önce araştırma şirketlerine yardımcı olduğunu duymuştum; ama ne derece doğruydu, bunu bilemiyorum. Halkımızdan bazıları madencilere karşı koyarken bazıları destek verirse...


İçim iyiden iyiye kararmıştı.
Yayla evlerinin ve hatta köyümüzün istimlak edildiğini...
Karadoruk ormanımızın veya Karaburga yamaçlarının delik deşik edildiğini...
Çiçekliçayır hatta Kuzuluk Ormanı girişine birer engel kapısı konduğunu...
Dağlarımıza geçişin yasaklandığını...
O güzelim dağ havasının, suyunun, ağacının, otunun, çiçeğinin, kelebeğinin bize yasaklandığını düşünüyorum da...
Eğer bana aktarılan bilgiler doğruysa...
Moral bozulmaması mümkün mü?

Ali Aydoğan - Ankara


----------------------------------------------4

51. Yazı – ŞEVKET AYDOĞAN – Ankara – 29 Mart 2014
KÖYE KAÇIŞ

Son yıllarda kentlerde yaşam oldukça sıkıcı olmaya başladı. Bunun birçok nedeni var. En başta geleni, trafik. Ankara’dan örnek vereyim. En yakın ana caddeden birkaç yıl önce tek tük taşıt geçerdi. Bugün ise Natoyolu trafiği, Cebeci trafiğini geçti.

Birkaç yıl önce mahallemizde başlayan yapılanma da sıkıntının diğer bir nedeni. Yapılanma öncesinde güneşi ufuktan doğarken görmek mümkündü. Şimdiyse pek çok katlı binaların gölgesinde yaşamaya mahkûm olduk. Gökyüzünün maviliğini, bulutların akışını görebilmek için başımızı dimdik yukarı kaldırmak zorunda kalıyoruz.

Bunların dışında, sosyal yaşantımızda yaşadığımız olumsuz gelişmeler, dünyada ve ülkemizde yaşanan olumsuzluklar da kent yaşamını çekilir olmaktan çıkarmaya başladı. Daha sayabileceğim birçok nedenden dolayı fırsat buldukça Ankara’yı terk edip köye kaçmaya başladım. Her yaz ailemle köye gelip üç aya yakın durmak bana yetmez oldu. Eşimden ve çocuklarımdan özür dileyerek yılın birkaç döneminde bu alışkanlığımı sürdürmek zorunda kalıyorum.

Köyün, benim üzerimde fiziksel ve ruhsal birçok artısı var.
*Her gün yürüyüş yaptığım için kilo veriyor, kollestrol ve tansiyonumu dengeliyorum.
*Temiz hava ve sessizlik sayesinde baş ağrılarımdan kurtuluyorum.
*Köyde kalan sınırlı sayıda insanla dostluklarımı geliştiriyorum.
*Mahallemizdeki kedi ve köpekleri kaldığım süre içinde besleyerek sağ salim yaza ulaşmalarına katkıda bulunuyorum.

Son tümcemi basite almayın. Kışın köyde kalan insanların sıkıntılarından bir tanesi, belki de en önemlisi sokak hayvanlarının beslenmesidir. 25 Şubatta köye geldiğimde Gucugeyn dereden yukarda sadece dört aile vardı. Dokuz köpek ve yirmiye yakın kedinin beslenme sorumluluğu bu ailelerin omuzlarındaydı. Bu arada, köye mama gönderen İstanbul Derneğine ve duyarlı herkese çok teşekkür ediyor, duyarlılıklarının devamını diliyorum.

Kışın en ıssız döneminde köyde kalan insanlardan da söz etmek isterim. Kışın köyde kimlerin kaldığını merak edenler olabilir düşüncesiyle 28 Şubat 2014’de yaptığım araştırmaya göre bu tarihte köyde kalanlar mahalle mahalle şöyle:

SOFUGİL:
1. Salmangilin İsmail’ i ve eşi SeherCoşkun
2. Durbaba
3. Altıkulaçın karısı Emine Sofuoğlu
4. Kürt Hasan’ın kızı Gülkız Coşkun
BALOGİL
1. Ayşegilin Hüseyin’i, eşi Parlak, kızı Yağmur ve annesi Şükriye Bal
2. Ayşegilin İzzet’i ve eşi Binnaz Bal
3. Hüseyin (Köse) ve eşi Kamile Bal
4. Tamasgilin Rıza sı, eşi ve kızı Güleser Gündoğan
5. Havanın Salifinin oğlu Efendi, eşi ve oğlu İlhan Bal
ORTA MAHALLE
1. Dehmengilin Ali’si
2. Kesiğin Yeter’i
3. Gayirgilin Celal’ı, eşi Elmas ve kızı Cennet Nur Kara
4. Agugilin Kazim i ve eşi Şadiye Gündoğan
5. Çoban Ali’ nin eşi Esme Mercan
6. Kasım ve eşi Hüsniye Gündoğan
PİRDELLİ
1. Osman Aydın
2. Dıldıramangilin İbrahim’ i ve eşi İpek Aydın
3. Bakkal Celal ve Muharrem Aydın
4. Gülagilin Hüseyin’i ve eşi Ayşe Günel
YUKARI MAHALLE
1. Üsüklerin Ali’si ve eşi Kiraz Akdağ
2. Sağırgilin Ali’si ve eşi Nane Aydoğan
3. Sarıkızgili Durmuş’u ve eşi Şöhret Öztürk
4. Dilber Öztürk.
5. Kendimi de yazacak olursam, Mollaaligilin Şevket’i.

Bu tarihte köyde bulunan kişi sayısı 44 civarıdır.
Mart ayında köye dönüşler başlayınca bu sayı artmaya başlar. Köyün en kalabalık dönemi Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Eylül başından itibaren kente dönüşler başlayınca köyün nüfusu tekrar azalmaya başlar.

Şevket Aydoğan - Ankara


-----------------------------------------------

50. Yazı – CEVAT GÜNEL – Ankara – 12 Şubat 2014 2014
GÜNEL AİLESİNDEN TEŞEKKÜRLER

21 Ocak 2014 Salı günü İstanbul Avcılar Medicana hastanesi, yoğun bakım ünitesinde yatan ve 6 gün sonra kayıp ettiğimiz babamız Hasan GÜNEL'i hastaneden Armutlu Cemevi’ne getiren, 22 Ocak 2014 Perşembe günü Cemevi’nde cenaze törenini yapanlara ve hizmette bulunanlara ayrıca gönül vererek, kalabalık bir topluluk oluşturan halkımıza ve gelmek isteyip gelemeyenlere teşekkür ediyoruz.
Sarıyer Belediyesi’nin otobüs ve diğer hizmetleri için katkılarından dolayı başta şoförleri olmak üzere tüm personeline teşekkür ediyoruz.
Cemevi’nin sağladığı cenaze aracı nedeniyle Başkan nezdinde tüm personeli olan emekçileri dâhilinde şoförüne teşekkür ediyoruz.
Sarıyer Belediyesi Başkanı, Sayın Şükrü GENÇ tarafından sağlanan hizmetler ve bizleri onure ettiği çelenk için teşekkür ediyoruz.
Şiran Yeniköy Dernek Başkanlığı’nın onure ettiği çelenk ve mesaj için Dernek Başkanı, Sayın Erol Aydın ve yönetim dahil tüm üyelerine teşekkür ediyoruz.
Şiran Yeniköy Muhtarı Niyazi Aydın’a katılımları için teşekkür ediyoruz.
Babamızın Armutlu ve Baltalimanı komşularına teşekkür ediyoruz.
Amcalarımıza, Dayılarımız ve eşlerine, evlatlarına ayrıca tüm kuzenlerimize teşekkür ediyoruz.
Gördüğümüz ve göremediklerimiz herkese ayrıca bizleri telefonla arayıp acımızı ve üzüntümüzü paylaşanlara teşekkür ediyoruz.
İdris’in oğlu Ali Günel ve beraberindeki hizmet veren dostlara teşekkür ediyoruz.
Babamızın dünürü Artvinli Mehmet Bey ve yakınlarına teşekkür ediyoruz.

Evlatları:
Cevat, Necmi, Ali, Şükrüye, Muammer, Sefa, Ertuğrul, Bahadır GÜNEL'in saygılarıyla.

Fotoğrafçı Cevat Günel – Ankara - 0533 749 80 59


-----------------------------------------------

49. Yazı - MUZAFFER BAL – İstanbul – 06 Ocak 2014

(Altta yayınlanmış olan Abdallar başlıklı küçük araştırma yazısı, kesinlikle Abdallı mahallesi halkını yani Aydoğan soyadını taşıyanları kapsamamaktadır. Benim yazdığım Abdal ailesinin soyadları Abdal’dı. Daha sonra Faik (hakka yürüdü) Kartal soyadını aldı. Faik Mehmet ise, Senemoğlu soyadını aldı. Bu iki kardeşin soyadları daha önce Abdal’dı.)

" A B D A L L A R "

Abdal Sülalesi bekli de üzerinde düşünmemiz gereken bir sülale. Fakat biz hiç durmadık üzerinde. Benim sadece Abdallı’dan Molla İzzet ile ilgili Trabzon Medresesi’nde okuduğu ve Kırıntı’ya Sünni olarak döndüğü ve namaz kıldığı, Müslüman bir köy de cami nasıl olmaz diye köylü ile tartıştığı, sonunda bu gün mevcut camiyi yaptırdığını biliyordum. Bu kadar, yeni öğrendim ki, bu Molla İzzet sülalesi, yani Abdallılar çok daha farklı bir yapıya sahipler.

Abdallı sülalesi Giresun’un Abdal ismi olan yerden gelmişler. Bu yerin bu gün adı Piraziz’dir. Piraziz yani Abdal ismi yer ismi olup Abdalılar bu ismi almış, yoksa Abdallar’ın buraya gelişi ile bu yere isimlerini vermişler. Bunu şu anda çözmek çok zor. Buna rağmen bu yere Erdebil Ocağından özel olarak gönderilmiş o gezgin Abdallar’dan ismi almış olması daha yüksek. Zaten konu da esas olarak bu değil, ama bu önemli araştırmaya değer. Ben başka bir yönüne bakmak istiyorum. Molla İzzet Trabzon Medresesin’e Kırıntı’dan değil Piraziz’den gittiği ve de yalnız değil üç kardeşin gitmeleri. İşte bu önemli. Evet Trabzon Medresesi’ne Hasan, Aziz, İzzet kardeşler. Bu kardeşleri babaları özellikle medreseye gönderiyor ve de bu aile Alevi bir aile.

Dikkati çeken: Bu aile namaz kılıyor ve gittikleri yerde cami yapımına öncülük ediyorlar. Bu da dikkate değer. Abdalılar da Piraziz’e İran Horasan’dan geldiklerini söylüyorlar tüm Aleviler gibi. Tabi ki bir farkları var, o da namaz kılmaları, ramazan orucu tutmaları, tabi bunun yanında Muharrem orucunu da tutuyorlar. Bu açıklama bize Abdallıların yani molla İzzet sülalesinin Şia’ya ya daha yakın olduklarını gösteriyor. Buradan akıl yürütürsek, çok büyük ihtimal özel olarak Anadolu ya gönderilmiş Şia misyonerlerindenler. Tabi ki bu bir varsayım, ama güçlü bir varsayım. Buna sadece şuradan bakarak bile karar verebiliriz. Molla İzzet, Kırıntı’ya geliyor ve tüm köylünün direnmelerine karşılık cami yapımına öncülük yapıyor. Buraya dikkatti çekmek istiyorum, Molla İzzet medrese okumuş Müslümanlığı ve tabi kuranı çok iyi biliyor, ister istemez diğerlerini etkiliyor. Molla İzzet, Sünni değil, o bir Şia “Alevisi” olarak daha güçlü görüşlerini anlatabiliyor. Öyle etkili olmuş ki Kızılbaş köyünde Cuma namazı, bayram namazı kılınmaya başlamış.

Üç kardeş de babaları tarafından özel olarak medreseye gönderiyor, büyük ihtimalle kendisi yani bu üç kardeşlerin babaları da okumuş olması gerek.
Bu üç kardeşten biri olan Hasan medresede öğretim üyesi (Müderris) yani profesör olmuş, Çanakkale savaşında ölmüş.
İkincisi Aziz ise, Trabzon Medresesi’ni bitirmiş ve Kırıntı’ya gelmiş, daha sonra Kırıntı’dan Amasya yöresine gitmiş kesin olarak gittiği yer bilinmemekte.
Üçüncü kardeş Kırıntı ya gelmiş. Bu günkü caminin yapına öncülük eden Molla İzzet. Molla İzzet Kırıntı’da rahat edemeyip Kayacık’a göçmüş.

*Bir not düşmek isterim: Bu yazıyı bir kapı aralamak olarak kabul etmek gerek, işte aralanan bu kapıdan girenler olmalı ve de eleştirilerini olumlu olumsuz olarak bildirmelerini isterim. Kırıntı Camisi bir cem evi olarak değil, cami olarak yapılmış. İşlev olarak, hem cami görevini görmüş, hem de cem evi. Bayram namazları kılınıyordu ve hatta cumalar dahi bir dönem kılınmış.

*İkinci bir not: Bu Molaların unvanı olan Abdal soyadını, sonradan yetişen torunlar her nedense değiştirmiş farklı soy adlar almışlar. Bu bana göre çok önemli soy adlar gelecek kuşağın kendi soyunu takip etme açısından.

*Üçüncü not: Abdallar araştırması Kurban Bayramında ete kemiğe büründü. Caminin nasıl yapıldığını dedemin (Cicimali'nin) Molla Aziz'in Trabzon Medresesi'nden geldikten sonra, Molla Aziz’in öncülük ettiğini söylemişti. O zaman pek umursamadım ve detayını fazla sormadım. Sadece ciddi tartışmaların olduğunu, bu tartışmaların köyü ikiye böldüğünü ve sonuçta Molla’ının (Vahit Bal’ın babası)nın araya girmesi ile cami yapılmasını yine o caminin hem cami, hem de cem yapılır önerisi ile uzlaşılmış olduğunu öğrendim. Burada köyü çok iyi tanımadığımdan dolayı Molla Aziz'in kim olduğunu hiç düşünmedim ama beynimin bir tarafında kalmış. Bir gün çok sevdiğim dostum Fayık Mehmet Senemoğlu (Abdal) ile sohbette O Molla Aziz'in dedesi olduğunu söyleyince bu sefer artık bunu yazmam gerektiğine karar verdim. Bu sene, Kurban Bayramında Fayık Memed'e misafir gitmiştik, orada bu konuyu açtım ve onun bildiklerini yazdım.

Muzaffer Bal - İstanbul

-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.-.
Merhaba Muzaffer Bey,
Çok ilginç bir araştırma olmuş. Kaynağını öğrenmek mümkün mü acaba?
Kırıntı’ya Ordu Piraziz’den gelenler olduğu hep söylenegelmiştir zaten.
Ayrıca Giresun yöresindeki Külekçiler diye anılan, daha önce Alevi olup Sünni çevrede asimile olan halkın, Kavrazlıların yurt kaynağı olduğunu söylenmektedir. Öztürk soyadı her iki yer arasında da ortaktır.
Bu konuya Sefa Öztürk, bir zamanlar epey kafa yormuştu. Belki hep birlikte ortak bir yoruma, sonuca gidilebilir.
Yazının sonunda senin de belirttiğin gibi az ya da çok bilgisi olanlar, bilgilerini paylaşabilirlerse, tarihimizin oluşturulmasına katkıda bulunurlar.
Teşekkürler Muzaffer Bey.
A.A. – 06 Ocak 2014

2013

48 . Yazı – HÜSEYİN AYDOĞAN - Ankara - 30 Kasım 2013
KENTSEL GELİŞİM ve YOZLAŞMA

Bir tarihler Kırıntı köyünde insanlar bir evde bir iki gelin, gelinlerin beyleri, torunlar, dede, büyük anne hepsi güzel yaşayıp giderken o evdekiler birbirine yapışık gibiydi. Bu yaşantıdan dolayı mahalleler hatta köy birbirleriyle kaynaşmış, dostça samimi şekilde yaşıyorlardı. İbadeti, gelenek, görenekleri, bayramı, mezarlık üstü, yaylaya göçme ve Karaburga ziyareti bu insanları muazzam bir bağla birbirine bağlıyordu. Hatta kardeş köylerimizi de içine kapsayacak şekilde birbirlerine gidip gelmeler çok samimi idi. Kız alıp vermeler insanlarımızı birbirlerine bağlar, o bağlılık içerisinde köyümüzde cevizin kabuğunu dolduracak ve insanlarımızı rencide edecek bir olay olmazdı. Evet bazı ufak tefek kırgınlıklar olsa da bu kırgınlıklar cemde dede ve toplum tarafından tatlıya bağlanırdı.

Ülkemizdeki göç rüzgarları köylerimizi de etkiledi. Köyde bir dağılma ve şehirlere göç başladı. Önceleri Giresun’a, Ordu’ya gidip gelme şeklinde olurdu. Daha sonra göç hızlandı İstanbul, Ankara, Samsun, İzmir derken yurt dışına Almanya ve değişik ülkelere göçüp, dağıldılar. İstanbu’da insanlarımız gecekondu da yaşarken, çalışıp çabaladı. Bu arada şehirleşmenin yavaş yavaş nimetlerinden de faydalanmaya başladılar. Gecekonduda yaşarken insanlar birbirleriyle kaynaşmış durumda, iç içe yaşayıp gidiyorlardı. Ne zaman ki insanlarımızın ekonomik gücü artmaya başladı, işte o zaman birbirlerine bağlı olan insanlarımızın çemberleri ve bağlılık zincirleri kopmaya ve çimentosu aşınmaya başladı.

Ankara Tuzluçayır, 42. sokak sakinleri de birbirlrine o kadar bağlı ve kenetli idi. Çalışan, okuyan insanlar sabahları 42. sokağı boşaltır, güler yüzlü sevecen bir şekilde 42. sokağa tekrar geri döndüğünde ise insanların samimiyeti bir kat daha artardı. Aynen köyde olduğu gibi topluca Karaburga’ya gider gibi Hüseyin Gazi Tepesi’ne ziyarete gidilir, ibadet ve adetler aynen uygulanırdı. Topluca piknik için Atatürk Orman çiftliğine ve hayvanat bahçesine gidilirdi.

Nüfus artınca, 42. sokak insanlarımıza dar geldi. Dolaysıyla 42. sokaktan da dağılma ve genişleme başladı. Şimdiki Natoyolu yani çöplüğe gidip birer gecekondu yaptılar. Burada gerçekten insanlarımız çok büyük sıkıntılar çektiler. Bu sıkıntıların içindeyken Belediyenin imarlaşma reformu gündeme geldi.
Bu imarlaşma reformu neticesinde Ankara Natoyolu çöplük bu günkü gördüğünüz şekle dönüştü. Bu arada insanlarımızın ekonomik durumu da çok değişti.

Değişimler, feodal bağları kopardı. Artık herkes dilediği şekilde yaşamaya başladı. Birbirlerine gidip gelmeler azaldı. Gençler birbirlerinden uzaklaştı, nerede ise aynı köyün insanları ve genç nesiller birbirlerini tanımayacak hâle geldi. Bizim kuşak da yok olursa, dağılma ve yok olma tamamlanmış olacak. Çok yakın akrabalar belki biraz daha ilişkilerini sürdürürler o kadar.

BABUKO HÜSEYİN - ANKARA - 30-11-2013


BİR TARİHİN YOK OLUŞU
Selam bin dokuz yüz yetmiş beş yılı
Yağmurlu ilkbahar mart ayına,
Gecekondu yaptım Natoyolu
İmrahor köyü dikenli düzüne.

Gecekondu yapıp göç eyledik,
Tuzluçayırdan Natoyoluna,
Bahçe çevirip imarladık,
Güller diktik sağına soluna.

Güldük söyledik düğünler yaptık,
Bir güzel kız oğul torun büyüttük,
Otuz sekiz seneyi yolcu edip,
Gecekonduları tarih eyledik.

Beton dikildi gök yüzüne çıktı,
Yeşilliğin ağacın sonu geldi,
Gecekondulardan eser kalmadı,
Sosyalitemiz hepten dağıldı.

Akılsız Hüseyin burda şaşırdı,
Yaşantımız sanki havale geçirdi,
Mütaitler malı hepten götürdü,
Bize sıkıntıları yadigar kaldı.

BABUKO HÜSEYİN -- ANKARA


-----------------------------------------------

47 . Yazı – YILMAZ BAKAR - Almanya - 29 Kasım 2013
KIŞIN KÖYDE MEZARLIK SORUNU ÜZERİNE

Allah kimseye hayatta ölüm acısı göstermesin. Malum çoğumuz hep gurbetçiyiz. Kimimiz Ankara'da, kimimiz İstanbul ve yurt dışında yaşıyoruz.
Çağımızda giderek artan türlü hastalıklar yanında, trafik kazaları ve aniden gelen kalp krizleri nedeniyle ölümler meydana gelmektedir. Büyük şehirlerdeki mezar yeri sorunu yüzünden, hepimiz cenazelerimizi ata toprağımız olan köyümüze götürmek zorunda kalıyoruz.

Asıl sorunlar, bu ölümler kış mevsimine denk gelince ortaya çıkıyor. Çünkü kışın köylerimizde fazla insan olmayınca, mezar eşme sorunu ortaya çıkmaktadır.
Çoğu yaşlı ve hasta olan köylerimizdeki insanlarımız, mezar eşecek güçleri olmadığından bazen çevre köylerden amele çağırarak bu mezarları eştirmektedirler.

Benim diyeceğim o dur ki, özellikle derneklerimize seslenmek istiyorum. Kış mevsiminde köye gelecek cenazeler nedeniyle, köydeki yaşlı insanlarımızın bu konuda zorluk çekmemesi için, yazın her iki mezarlıklarda 5-6 mezar eştirilip hazır vaziyette bulundurulsa çok iyi olur kanısındayım.

Bu konuda derneklerimizin duyarlı olacağını umuyor, şimdiden herkese sağlıklı mutlu yeni yıllar diliyorum.
Yılmaz Bakar – Almanya – 29.11.2013


----------------------------------------------

46 . Yazı – YILMAZ BAKAR - Almanya - 21 Kasım 2013
KÖYDEKİ AHLAT ARMUTLARININ AŞILANMA KONUSU

Bundan önceki köy sorunları üzerine yazmış olduğum yazıya ilaveten, köydeki ahlat armut ağaçlarının aşılanması konusunda birkaç not daha yazmak istiyorum.

Bilindiği gibi, köyümüzün dağı taşı ovası ahlat armudu ağacı ile doludur. Fakat köyümüz bu ahlat armudu ağaçlarını aşılayıp bir türlü değerlendirememiştir. Şiran'da bazı köyler, seferberlik ilan edip elele
vererek ahlat ağaçlarını aşılayıp değerlendirirken, ne yazık ki bizim Kırıntı ve Yeniköy köyümüz bu konuda biraz duyarsız kalmışlardır.

Bazı duyarlı köylülerimiz bu ağaçları budayarak gelişmesine katkıda bulunsa da, belki ağaç aşısı yapmasını bilmediklerinden daha fazla atkıda bulunamamaktadırlar. Sadece Kavrazlı mahallesinden (Poslu) lakaplı Durmuş Öztürk (Zeyneplerin Durmuş'u), duyarlı davranarak kendi çabası ile bu ahlat ağaçlarını aşılamaya çalışmaktadır. Hatta bu güne kadar aşıladığı ağaçlar meyve bile vermeye başladılar.

Bu duyarlılığı için, Sayın Durmuş Öztürk kardeşimize teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Dağda bayırda kendiliğinden yetişen, hatta sulamak bile istemeyen bu ahlat ağaçları, köylerimiz tarafından aşılanıp
değerlendirilse çok güzel olurdu.

Bu konuda köylerimizdeki emekli öğretmenlerimiz, önayak olup halkımızı bilinçlendirseler bu sorun kısa sürede çözüme kavuşur diyorum. Hatta bu konuda köy derneklerimize de büyük görevler düşmektedir.
Yılmaz Bakar – Almanya

----------------------------------------------

45 . Yazı – YILMAZ BAKAR - Almanya - 18 Kasım 2013
KÖYÜMÜZÜN SORUNLARI ÜZERİNE

Bu yazın köyde kaldığım 4 aylık süre içinde, dikkatimi çeken saptadığım bazı sorunları dile getirmeye çalışacağım.

* Bilindiği gibi, yazın köyümüze izincilerin gelmesiyle, nüfusu arttıkça sorunları da o nispette artıyor. Özellikle su sorunu bunların başında gelmekte ve yazın hergün her mahalleden, su konusunda şikayet yankıları yükselmektedir. Köyde en az suyu kullanan birisi olarak, bu su sorunu yıllarca süreceğe benziyor. Çünkü gittikçe duyarsızlaşan, suyu ekonomik kullanmayan bazı insanlarımızın bu tutumu su sorunun artmasına sebep olmaktadırlar.

* Sudan sonra köydeki ikinci önemli sorun, çöp sorunuydu. İstanbul Kırıntı Köyü Dernek Başkanı Celal Coşkun kardeşimiz köye gelir gelmez, köyde çöplerin gelişi güzel sağa-sola atıldığını görünce kolları sıvayıp bu çöp sorununu en kısa sürede çözüme kavuşturarak, çevre kirliliğini bir nebze olsun önlemiş oldu. Çevreye duyarlı bir gurbetçi olarak, Sayın Celal Coşkun'a teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

* Köyümüze döşenmek üzere beton parke taşları verildi. Fakat ne hikmetse, bu parke taşları bir türlü kullanılmamaktadır. Okula yakın bir tarlada atıl vaziyette öylece durmaktadır. Bu taşlar köydeki Heykel Meydanına döşense daha güzel olur kanısındayım.

* Bir de köyümüze dikilmek üzere bayrak direği verildi. Fakat köy yönetiminin ilgisizliği yüzünden bu bayrak direği, Şıhlı mahallesinde
çürümeye terk edilmiştir. Derneklerimizin bu konuyu ele alarak nereye dikilecekse, bence en güzel yer Hıdrellez tepesine dikilirde daha güzel bir görüntü sergiler kanısındayım.

* Günden güne büyüyüp gelişen ve bir kasabayı andıran köyümüz, çarpık yapılaşma nedeniyle içindeki yollar apayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Yollara kadar sokulan garajlar, ahırlar yüzünden iyice daralan yollar araçlar için geçilmez bir hâl almıştır.

* Yıllar yılı geleneksel şenliğimiz olan karaburga Şenliğimiz bu yıl Doruktepe yerine, eskiden olduğu gibi Aşuğun Pınarına alınması köy halkımız tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Bu kararı alan köy yönetimine ve İstanbul Derneği yöneticilerine çok teşekkür ediyorum.

* Köyümüzün simgesi olan Hıdrellez tepesi'nin yeşillendirilmesi için buraya boru döşenerek su götürülmesi, ne yazık ki bu güne kadar bir türlü gerçekleşmemiştir. Bu konuda görüştüğüm İstanbul Dernek Başkanımız Sayın Celal Coşkun, bu konuda yönetici arkadaşlarımızla görüşüp bu sorunu halletmeye çalışacağını belirtti. Duyarlılığı için Celal Coşkun'a bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum.

Yılmaz Bakar - Almanya


-----------------------------------------------

44 – CEVAT GÜNEL – Ankara – 13 Kasım 2013
KIRINTI ARMUTU
(Durmuş öğretmenin Kırıntı Armutu yazısı üzerine yazılmıştır.)

Durmuş öğretmenim, son iki yazınız dikkatimi çeken yazılarınızdan olmuştur 43 sıra nolu yazı ile 42 sıra nolu yazınız KIRINTI ARMUTU (kayacıkta on taş, bir armut düşmedi) konulu yazınıza teşekkürler elinize sağlık. Eklentilerim olacaktır, belki de biliyor olabilir yazmamıştırsınız.

Öğretmenim meyve ağaçları beş ile yedi yıl fide ve fidanlık devresi sonrasında on iki ile onbeş yıl
Ürün verme devresi olur ve biterler. Geçmiş yıllarda büyüklerimizin yaşam koşullarını bir gözden geçirecek olursak, haklarında daha iyi görüş veririz. Öğretmenim hatırlar ve iyi bilirsiniz ki çocukluğunuzda köylülerimiz köylerinde yeni yerleşik konuma geçiyorlardı. Seferiberlik sonrası dahi büyüklerimiz karadeniz boylarına (canik ) ve köylerimiz arasında mevsim dönüşümü at, eşek ve yaya yolculukları olurdu. Bu yolculukları anında ilerde ve geride kıymetli eşya bırakamazlardı, bahçelerdeki fidanları da bu kıymetliler arasındadır diye düşünüyorum

Diğer önem ise meyve doyurucu değildir Anadolu insanı beslenmeyi değil karın tokluğunu bilir ve halen öyledir, kentlerimiz dahil. Ayrıca tahıl ekilmiş veya kuru hatta herk edilmiş tarlanın güvenlik beklentisi yoktur,kışın bizden bir şey beklemez. Ekilmemiş kalan tarlayı baharın gelir eker üç,dört ay sonra biçer buğday, bulgur,gendime, un yapar, karın doyurucu gıdalarını tam eylerler,kısaca kültür bu dediğiniz gibi meyve kültürü eğitim ister emek ister, meyve tüketimini aşar ticaret felsefesi ister,bunlar halen köylerimizde yoktur. Şimdi köylerimizde her evde bir veya iki emekli var bende bu kervanın içindeyim. Diyeceklerimden kimse alınmasın. Yurdumuz emeklilerinin yüzde sekseni açlık sınırında dans etmektedir.

Köylerde nasıl yaşanıyor?
Emekli maaş+ Hava + Su + pancar, patak kaldı mı iyi kötü geliştik Allah versin çağdaşız, yaşardık deriz.
Öğretmenim ben 1998 de köye gittim. Dönüş zamanı köy muhtarı Durmuş Şahindaş bize “Yav uşahlar bahçıya girinde almalar dibine dökülmüş onu pırahında dallardan doldurup götürün zay oluylar.” demişti, saygı ile anıyorum.
Öğretmenim vaktiyle çerçiler tasla, sahanla buğday alıp gılik sakız vermeselerdi, tahılımız da para etmezdi.
Meyve + ticaret Kültürü gerekli.
Öğretmenim ben bir yazımda konu etmiştim. Bizim bir kuşak bir arpa boyu yol alıyor tespitim bu. Tahmini sekiz kuşak olduk, sekiz arpa boyu geliştik, bu da iyi ilerleme demektir. Palavra hızı duyduğunuz ilerlemelere itibar etmeyiniz. Yurdumuz ilerlemesiyle eşdeğer gidiyoruz.
Öğretmenim bilirsiniz, bizim orada söylenen en güzel söz , x kişi gonuşurken kuru derey sel alıy derler onun için demiştim yavaş yavaş ilerlememiz bizi ancak olgunlaştırır. Emperyalizm bize meyve işleme sanayisini kurdurmaz, entegre tesisleri olsa halkın eğitimi tek düze olmaz. Meyve bahçeleri de olurdu her köyde kooparatifleşme ve sanayileşme olurdu. Biz takunya giyerek ne kadar koşabiliriz, hızımız ancak bu kadar olur. Bahsettiğiniz Kırıntı armudu tadında kalsın, yarasın helal olsun herkese. Biz günlük yaşıyoruz
Saygılarımla. Şifalar, kaygısız olursanız, sizin olur.
Cevat Günel – Ankara – 0 533 749 80 59


-----------------------------------------------

43 – CEVAT GÜNEL – Ankara – 04 Kasım 2013
SIGINAK VE GIZIT
(Durmuş öğretmenin Gızıt yazısı üzerine yazılmıştır.)

Durmuş öğretmenim birbirimizi yani hususiyetlerimizi çok iyi bilmesek de ben sizi biraz tanıyorum, en azından benden altı, yedi yaş daha olgunsunuz. Sayın öğretmenim, kusuruma bakma, gecikmeli olan geçmiş olsun dileklerimle, şifalı yaşam boyu gençlik heyecanın var olsun beklentisindeyim.

GIZIT oyunu nedir? Detaylıca hatlarını anlatımınızla çizebilmeniz, hiç tanımadığım oyun hakkında beni bilgilendirdi. Benim gözümde bu oyun sanırım dönme dolapın atası gibi. Geçmiş dönemlerde imkansızlıklar yaratıcılığı doğuruyordu. Sözünü ettiğiniz Sığınak’ta Ağuluğun Düzlüklerini kısmen gördüm. Arazi yapısına göre meyilli düz alanlar... Çocukluğunuzda o düzlüklerdeki Gızıt oyununu çok güzel açıklamışsınız.

Geçmiş zamanlarda ormanın sığınak olarak kullanıldığı gibi, buralarında yani düzlüklerinde büyük baş, küçük baş hayvanların yatak alanı yapılmış olma olasılığı daha çok dikkatimdedir. Bu alanların ağaçlanmadığından söz etmektesiniz. İki düzlüğün de zemini bütün kayalıktır. Çocuk gözü ile et toprak gözükse de, zeminde kaya çatlakları yoksa tabandan nem alamaz. Bahar suları sayesinde sulanan toprakta ağaç fidanları yetişse de, yaz aylarında kurumuştur diye düşünüyorum.
İkinci neden ise biraz zayıf olasılıktır. Zamanla çevreyi orman kaplar, zemin toprak güneş göremediği için ağaç fidanları olmayabilir. Üçüncü tahminim tabandaki kayalarda demir tuzu varsa sadece otsu bitkiler ve bakır renkli yaprakları olan otsu çiçekler olur.

Gölgenin kapattığı ormanlık alanda yetişen fidanlar ayni yaş grubunda olsalar bile, gölgenin ve diğer ağaçların baskısında olanlar kutur (Çap) yapamazlar. Ancak güneşi arayarak büyüdüğü için eğri veya yatık olarak ayni boyda uzayabilir.
Kuvvetli ihtimal bu alan toprak altı kaplama zemin kayalık, yazları kuvvetli ısı aldığından kayalarda ısınıp, ısıyı geceleri geri kusar, olabilecek nemi kurutunca, arazi de meyilli, düzlük olduğundan taban nemlerini sızıntıyla kaybeder ve kök gelişimi olmaya bilir.

Toprak altı kaplama zemin kayalık ise, arazinin tespiti kolay yapılır. Şöyle ki arazinin alt taraf, yani etek çevresine doğru çalılıklar da kümeler oluşur düşünüyorum.
-Ormanın diğer önemi ise yağışlı havalarda vadi tabanına toplanan su debisi artar ve sele dönüştüğünde mahalleye zarar verebilir. Şimdi ise orman yağan yağmuru süzerek akıttığından zararsız halde hem tabanını besliyor, hem de suyun fazlasını sele dönüştürmeden akmasını sağlar sığınak ormanı.

10 eylül 2009 tarihinde Ankara’dan (Kopukların) Ali Aydoğan’ın cenazesi küçük mezarlıkta kaldırıldı. Halk dağılınca ben de Ankara’dan katıldığım için, Kân’ın kıranı, tepede bulunan 850 yaşında ki (Kıranı Evliya) ardıç ağacının fotoğraflarını çektim. Oradan ormanın üst kısmından tay geçiş yaparak Balogil sırtlarından aşağı inmeyi planlamıştım. Tam Sığınak ormanı üstüne yaklaştığımda telefonum çaldı. Açtım Kırıntı’dan bir arkadaşım köye gelip gelmediğimi soruyordu. Ben de olduğum yeri tarif ettim. Kestirmeden aşağı inmemi istedi. Soyadı Günel olan bir bayan için kuran okutuluyor, ben de tepeden görüyorum deyip büyük kayalarının altından Sığınak ormanına girdim; ancak çok korkunç bir orman olduğunu gördüm.

Neden korkunç diyorum. Türkiye’nin çepe çevre tüm orman alanlarını gezdim. Hiç birinde buradaki kadar ürperti hissetmedim. Çünkü biliyordum ki insanlar yaban hayvanından, yaban hayvanı da insanlardan korkar kaçarlar. İşte saklı olanda buradadır: Ormanın etrafı çıplak açık dağlık alana, ormandan hiçbir hayvan çıkamaz veya kaçamaz. İnsanlarda ormandan kaçamaz. büyük ağaçların altında dikenli böğürtlen sarmaşığı yüzeyi kaplayan çalılıklar ve yürüne bilecek yalnız dikey aşağı patika ayak izleri belli olmayan sıkışmış toprak yol, patika belki yaban hayatı hayvanlarının su yolu patikası olabilir. Avrupa’da böyle doğal orman çok nadir bölgelerde mevcuttur. Belki de hiç yoktur. Belgelerini gördüğüm kadarıyla çoğunluklu suni dikim yolu ile orman oluşturmuşlardır.

Durmuş öğretmenim, ben onun için Kırıntı’da Ali Ağa’nın kavağını anıt ağaç ilan ettirmiştim, kısaca kamulaştırdım. Kıranı Evliya ardıcının önemi bilinsin istedim. Olduğu yerde kurusalar dahi çürümemesi için üzerlerine çatı yapılır, bu kadar önemlidir. bilmem dikkatinizde mi? Ormanlar tarihimizdir iyi sahip olup devlete dahi vermemeliyiz. Devletin alabileceği yalnızca Kırıntı ve Yeniköy meşesinden aralama yapmak suretiyle ağaç alabilir,(traşlama yapamaz) diğer ormanları devlet hangi nedenle kesse dahi oralarda tekrar ağaç yetişmez. Yetişse de torunlarımızın torunları dahi göremez. Öğretmenim öğrettiğiniz için teşekkür ederim. Saygılar...

Cevat Günel - Ankara


-----------------------------------------------

42-TUĞRUL KARA - Ankara - 22 Şubat 2013
KAR PÜSKÜRTME ARACI

Kış koşulları ağırdır memleketimizde. Bir metreye yakın kar yağdığı olur. Yığıntı yerlerde kar kalınlığı daha da artar. Devlet kanallarıyla karla mücadele yapılmaktadır elbette. İlçe-köy arası ana yollar açılmaktadır, ama yeterli değildir. Ara yollar, kaderine teslim edilmiş durumdadır. Halk kendi gücüyle, küreğiyle, yabasıyla açmaya çalışır yollarını. Ne kadar açabilirse tabi.

Kentlerde yitirdiklerimizi yani cenazelerimizi geleneklerimiz doğrultusunda kış da olsa yaz da olsa köylerimize götürüyoruz. Yol açmaya gelen araçlar kar çok olduğundan sadece bir araç geçebilecek kadar yol açabiliyor, o da köyün girişine kadar. Köy içi yolları, sokaklar, yokuşlar, inişler temizlenemiyor.

Olaya cenaze ve mezarlık konusu dışında da bakabiliriz. Kışın köyde kalan insanlarımız, zaman zaman karda mahzur kalmaktadır. Yazın köye akın akın gelen insanlarımız, bu zorluklar nedeniyle kışın köyden uzak durmaya çalışmaktadır. Yolları açma olanaklarımızı geliştirsek, kışın köyde yaşamayı daha rahat hâle getirebilsek eminim kışın bile köye tatile gidenlerin sayısında artış olur.

Köy içindeki virajları, dar yolları, mezarlık yolunu açabilmek için “kar püskürtme aracı” alınabilir. Böyle bir araç alındığında kışın köy içi yollarını açmak mümkün olacaktır. Bu aracın maliyeti. altından kalkılamayacak kadar yüksek değildir. Satış fiyatı aracın boyutuna ve işlevine göre 3 bin lira ile 6 bin lira arasında değişmektedir. Dünyamızın pek çok yerinde kök salmış ama köye sevdalı duyarlı insanlarımız için bu maliyet nedir ki? Önemli olan gerekli görmek, karar vermek, uygulamak.

Saygılarımla.

Tuğrul Kara - Ankara – 20 Şubat 2013

----------------------------------------------

41-ESMA KORKMAZ - Ankara - 08 Şubat 2013
TUNCAY ALAGÖZ'ÜN BİR TATİL GEZİSİ VE KIRINTI DEĞERLENDİRMESİ
BAŞLIKLI YAZISINA YANIT

Uzun bir aradan sonra merhaba site dostları.

Sevgili Tuncay, sana da ayrıca merhaba. Bu yazıyı yazmamın nedeni senin sitede yayınlanan yazın. Kırıntı ile ilgili yazısını okudum. Bir anlam veremedim. İki saat sonrası tekrar tekrar okudum. Sonra bilgisayarı kapattım yattım. Ertesi gün kahvaltımı yaptım tekrar okudum. Şaşırmıştım. Çok ağır eleştiri yapmışsın. Ama bir de neye şaşırdım biliyor musun? Köyden ayrıldıktan sonra Kırıntı'yı çok sevdiğin yorumlarını doymuştum. Duyduklarımla okuduklarım çok zıt. Neyi nasıl düşüneceğimi şaşırdım. Bir Kırıntılı olarak sana bir cevap yazmam gerektiğine inandım ama nasıl cevap yazacağımı saatlerce düşündüm.

Sevgili Tuncay, köyde kaldığın birkaç günlük sürede Karaburga'dan Tomara şelalesine, dağından ovasına gezip eğlendiğini, mutlu olduğunu biliyorum. Bundan kendi adıma büyük mutluluk duydum. Senin Kırıntı'ya ilk gelişin, kimseyi tanımıyorsun. Onlar da seni tanımıyor. Nasıl bir güleryüz bekledin ki hayal kırıklığına uğradım, anlayamadım doğrusu. Neler yaşadığını da açıkçası bilemiyorum.

En iyisi canım kardeşim, Sivas'la Gümüşhane'yi karşılaştırarak değerlendirelim. Sivaslılar kişilere, konuklara karşı daha yakın olabilir. Karşılaştığında hemen seni öperler, hal hatır ederler. Sonra bir saat geçer tekrar karşılaştığında aynı ilgiyle öperler. Ertesi gün de görüşsen aynıdır. Her toplumun kendine göre özelliği var. Bizim toplum öyle değildir. Olduğu gibidir. Yani seni çok sevse de belirtemez.

Güleryüze gelince insan ilk kez gördüğü kişiye ne kadar güleryüz gösterir ki ben anlayamadım. Burayı da geçelim. Derya Gümüşhaneli, sizin eşiniz. Gülsen Kambur, o da Gümüşhaneli, benim Teyzemin kızı, onun da eşi Sivaslı. Her iki tarafı bizlerden iyi bilirler. Yorumu onlara bırakıyorum. Değerlendirsinler. Eminim bana hak verecekler. Sivaslılar bir düğün yapar hayran kalırım. Fazla ilgi gösterirler her yönüyle. Bizimkiler de ilgilenir sorar eder, ama kıyaslama yapınca sizler kadar yapamaz. Bu da onların yapısından kaynaklanır. Kötülüğünden değildir.

Tuncay kardeşim sana şöyle bir örnek vereyim. Ankara ile İstanbul arasında çok fark vardır toplum olarak diyorum. Çok şahit olmuşumdur. İstanbul'a gidersin sana zoraki hoş geldin derler. Ankara'da doğma büyüme İstanbul'a gelin gitmiş, seneler sonra gidersin seni görür beklediğin ilgiyi sana veremez.

Tuncay'ım sen benim kardeşim değil, oğlumsun. Kendimden örnek vermek istiyorum. İstanbul'da yaşayan arkadaşlarım var. Arkadaşımın birinin adı Gülname. Ara sıra telefonda görüşürüz. Her defasında birbirimizi çok özlediğimizi dile getiririz. Yaz geldiğinde de köyde karşılaşırız. İnan ki birbirimizi görmemiz üç dört defayı geçmez. Nedenine gelince köyde kimseyi göremezsin. Herkes dağlarda, şurda burdadır. Oraya gezmeye gelmişler. Her gün bir yerlere giderler. Ben köye giderim, akrabalarımı bir gittiğimde görürüm bir de dönerken. İnan ki bu böyle olur. Ancak bir düğün veya nişan olduğunda herkes bir araya gelir şaşırırsın köyün çok kalabalık olduğunu görürsün. Köyde benim yakınımda İpek abla var, Cemal abinin karısı. Bahçelerimiz bitişik. Köyde bir ay kalırım, bir ay zarfında çok seyrek görüşürüz. Hâlbuki birbirimizi çok severiz.

Tuncay, kısacası köyümüze gelenleri ya da köyümüzde yaşayanları sana kitaplar dolusu yazsam anlatamam. Sen de anlayamazsın. Anlaman içinde gerçekten Kırıntıyı tanıman gerekir. Kırıntıyı tanımadan çok ağır eleştiri yapmışsın, çok üzüldüm. Benim eşim Malatyalı. Evlendim, ilk defa Malatya'ya gittim. Köyleri de bizim Kırıntı'yı andırıyor. Dağın eteğinde bir köy. Herkes kayısıyla meşgul. İşleri çok. İlgi gördüm, fakat ilk defa gittiğim için yorum yapmadım, herkes işinde gücünde. Sonra kimseyi tanımıyorum, onlar da beni ilk defa görüyor. İkinci gidişim daha farklı idi. Daha bir sıcaklık hissettim.
Tuncay'cığım Kırıntı'yı eleştirmen senin de hakkın. Fakat Kırıntı'yı tanımanı istiyorum. İyi günler dileğiyle görüşelim diyorum.

Esma Korkmaz - Ankara - 8.2.2013

-----------------------------------------------

40-HÜSEYİN AYDOĞAN - Ankara - 05 Şubat 2013
İNSAFLI OLALIM

2011 ve 2012 yıllarının yaz tatilinde köyüme, yani Kırıntıya gittim. Köy çok kalabalık, insanlar cıvıl cıvıl. Herkes bir birlerine saygılı, hürmetli ve bir o kadarda güler yüzlü. Geçmişlerine de o derecede saygılılar. Geçmişlerine kuran okutuyor ve bütün köylüyü de kurana çağırıyorlar. Bazen de Hasan Devrüşte kuran okutuyorlar. Çevre köylerden gelip geçenler, yaylaya gidenler ve ana yoldan geçen herkes davet ediliyor, yedirilip içiriliyor. Bunlar köyümüze son derecede güzellikler katıyor. Köyümüze, çevre köyler karşısında da saygınlık kazandırıyor.

Bunlar olurken, köyümüzden gelip geçen bazı insanlar, köye köpek, kedi getirip azıtıyorlar. Her gün değişik köpekler ve kedilerin köyde dolaştığını görüyoruz. Bu hayvanlarda gelsin gezsin dolaşsın bir diyeceğimiz olamaz ve olmamalı da. Bu hayvanları hep yazın görüyoruz. Diyelim ki bizler yaz tatilinde gelip, tatil yapıyoruz. Sonunda tatil bitince köyden çekilip gidiyoruz.

İşte bizler çekilip gidince, geride kalan ve kış gelince de aç kalan bu hayvanları hiç düşünmüyoruz. Düşünenler var, hem de pek çok. Yalnız gene de bu hayvanlar aç ve acınacak halde kalıyorlar.
Duyuyorum, birtakım kimseler ve gençler para toplayıp köye ve köyde kalanlara kedi ve köpekler için yiyecek gönderiyorlarmış. Bu arkadaşlara son derece teşekkür ederim ve yaptıkları hareket karşısında onlara sonsuz saygılarımı sunarım. Ama bunlar yetmiyor.

Kuran okutan insanlar bütün köylüyü davet edeceğine çevresindeki evleri ve eşini dostunu çağırıp onlarla kuran okutsa. Yapacağı harcamanın bir miktarını da köyde bir komite oluşturup, bir fonda biriktirseler daha iyi olmaz mı? Kuran okutanların dışında da kişilerden belli miktar yardım toplanabilir. Kış olunca da bu fonda biriken parayla hayvanların karınları doyurulsa daha iyi olmaz mı?

Kurana davet edildiğimde hep gidiyorum, çevremdeki insanlarda gidiyor. Yiyor içiyoruz, ama kışın o köyde kalan hayvanları o anda hiç düşünmüyoruz. İşte ben de insanım, çevre dostuyum diyorsak bu hayvanları da mutlak düşünmemiz gerekiyor. Bu hayvanları da düşünüp, kışın onların karınlarını da doyurursak, kuran okutmuş kadar sevap alınmaz mı? Ne dersiniz?

BABUKO HÜSEYİN -- ANKARA 27-01-2013
---------------------------------------------

39-TUNCAY ALAGÖZ - Ankara - 03 Şubat 2013
BİR TATİL GEZİSİ VE KIRINTI DEĞERLENDİRMESİ

Ali abi merhaba. Sen beni tanıyorsun ama tanımayanlar için kısa bir açıklama yapayım: Sivaslıyım, Kırıntı'nın damadıyım. Bu yaz kayınbabamlarla köyünüze gelmiştim. Ayrılırken, sana köy hakkında bir değerlendirme yazacağımı söylemiştim. Aradan altı yedi ay geçti ve ancak yazıyorum. Yazacaklarım, köy ve köydeki yaşantılar hakkındaki dışarıdan, ama hem de içeriden olarak gördüklerimdir, düşüncelerimdir.

İlk önce şunu söylemeliyim: Kırıntı, tipik Karadeniz köyü. Karadeniz zaten belli; çam, doğa, su, bol oksijen... Muhteşem! Gelirken köyünüze ya da eşim yönünden köyümüze hiç mi hiç yabancılık çekmedim. Bunun benim yaşantı şeklimle, duygularımızın aynı olmasıyla alakalı olduğunu ifade etmek isterim. Kayın pederim sağ olsun elinden gelen misafirperverliği bana Çorum'dan sonra hakikaten yaşattı. Tabi ki yanımızda kaynanam ve anneanneteyze de vardı, çok güzel başladı her şey.

Köyle ilk karşılaştığımız dakikalara değinmeden geçmemek gerekir. Köyün girişindeki Tuztaşı'nda verdiğimiz mola ve yorgunluk yudumlarını atarak köye bakmak bende Orhan Veli'nin dediği gibi sanki İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı şiirini dinlemek gibi oldu. Hatta öyle zaman oldu ki rakı şişesinde balık olmak geldi içimden. :)

Kırıntı'ya girdiğimizde karşılamalar bana biraz soğuk gelmekle birlikte ben köye alışmaya, haz almaya uğraştım. Daha sonra gezdikçe bana ne ya, ben buraya düşünmeye değil güzel düşlere dalmaya uğraştım. Başardım da emin olun. Ve çok beğendim. Kızlar Kalesi'ndeki o çilek, o hava, o haz bana yetti.

Fakat öyle şeylerle karşılaştım ki alışık olmadığımdan olabilir, epey yadırgadığımı itiraf edeyim. Mesela kendi başımı alıp gittim bir tercümanla yani Gülsen ablanın eşi Veli amcayla. Tanımadığım insanlarla, gençlerle tanışmak, yaşlıları mutlu etmek... Benim açımdan her şey çok güzeldi. Ama bir surat bir surat... Yahu asık surat görmektense başka şeyler görmek daha iyi diye düşündüm. Hiç misafirperverlik yok, güler yüz yok, hoş tutmak yok. Tatlı dille davranış görmedim, kusura bakmayın.

Zaman zaman gençlerin yanına gittim. Gıcık bir tavırla selamlamalar... Sanki ekmeğine, aşına, içkisine, namusuna el koyan birisi gelir ya, aynı o şekilde karşılanmalar. Komik geldi bana. Sonra dedim ki kendi kendime, yav ben tatile mi geldim, çileye mi?

Şuna emin olabilirsin Ali abi. Gerçekten dışarıdan gelen biri, asla ve asla o köyünüzün güzelliğine hayran kalsa bile; bu güzelliğe aldanıp bu şartlarda tekrar gelmez diye düşünüyorum. Kusura bakmayın bende meydana gelen izlenim bu.

Şimdilik söyleyeceğim bu kadar, ama bir örnek daha vermek isterim. Onu da abi senden cevap gelsin, o zaman vereyim. Beni bağışla ama pozitif olan köyünüzde yalnızlık yalnızlık... Tek başına kalmak... Çünkü yok ya sohbet edecek kimse. Bu konuda tartışmak isterseniz de yazmadan tartışır, eleştiri yapabilirim her hâlimle; yüz yüze yani.

Her şeye karşın dostluğunu içtenlikle gösteren, sevgisini, saygısını esirgemeyen dost Kırıntılılara sevgilerimi, saygılarımı ileterek kapatıyorum değerlendirmemin bu ilk bölümünü.

Tuncay Alagöz - Ankara - 31 Ocak 2013


YANIT

Sevgili Tuncay,
Köyümüzle ilgili içtenlikle, lafı evelemeden, gevelemeden yaptığın yorum için teşekkür ederim. Ne diyebilirim ki, sen bizden farklı bakabildin, değerlendirebildin. Gözlemlerinde, yorumlarında haklı olabilirsin.
Ancak...
Kırıntı'yı değerlendirmek için Kırıntı'yı iyi tanımak gerekir. Kırıntı, klasik köylerden değil. Bu konuda sitenin "AA Yazılar - Karma Yazılarım - Köy Haberleri-1"sayfasındaki yazımdan alıntı sunmak isterim. İşte:

19 - DOLUP BOŞALAN, HIZLA BÜYÜYEN KIRINTI
... Kırıntı Köyü, yaz mevsiminde günlük olarak dolup boşalmaktadır. Sabah gelip öğlende mahallede gezinen biri, karşılaştığı kentli birinden hoş geldin deme beklentisine girmemektedir; çünkü, o kişinin de aynı sabah gelmiş olabileceğini dikkate almaktadır. İlişkiler ayaküstü, doğaçlama olarak kendiliğinden gelişmektedir.
... Sokakta karşılaşan insanlar, aynı köylü, belki de akraba olmalarına karşın birbirlerini ilk kez görüyor olabilmektedir. Ayaküstü tanışmalarda, tanıştırılmalarda zaman zaman gözler faltaşı gibi açılmakta,"Aa, sen benim akrabamsın ha!" tümcesiyle başlayan ayaküstü sohbetler kendiliğinden tatlanmaktadır.
... Yolda karşılaşılan birine tanışma amaçlı olarak "Kimlerdensiniz?" diye sorulduğunda "Ben Tokatlıyım/Sivaslıyım/Çorumluyum veya falancının damadıyım/geliniyim/konuğuyum gibi yanıtlarla karşılaşılmaktadır. Yani, Kırıntı, kendi sınırlarını aşmıştır.

Sevgili Tuncay, köye bir haftalığına, bir ya da iki aylığına gelen insanlar kendilerini gelip geçici gördüklerinden olsa gerek, birileriyle ilişki kurabilme, başkalarına ilgi gösterme moduna giremiyorlar. Belki tam tersine onlar da ilgi bekliyorlar. Herkes kendine yakın insanlarla bir dünya kuruyor. Kimi günü birlik dağa çıkarken, kimi daha sade, basit, az gezili günler geçiriyor.

Kendimden örnek vereyim: Köyde uzun süre kalabilenlerden değilim. Köydeyken, bir ayağım hep Ankara'da olmaktadır. Yine bilgisayar... Yine yazmak... Yine bir yerlerle bağlantılar... Köyde, tatilde bile kendimi sınırlar içinde tutuyorum. Yine bir şeyleri yetiştirme derdinde oluyorum. Zamansızlık bile yaşıyorum. Durum böyle olunca senin gibi dostlarla yeterince ilgilenememe gibi hiç de hoş olmayan davranışlar gösteriyor olabiliyorum.

Özellikle senin geldiğin ay, köyün en kalabalık olduğu aydır. Her evde iki, üç aile iç içe olabiliyor; ki belki bunların tümü de kısa süreliğine gelmiş insanlardır. Değil köye gelen konuklarla, kendi akrabalarıyla bile ilgilenemeyecek kadar kendi iç yoğunluklarını yaşıyorlar.

Tatil mevsiminde dolup boşalan değil de klasik, dışa göç vermeyen köylerin, hep köyde yaşayan halkı senin beklediğin gibi davranabilirler. Köye gelen herhangi bir konuğu kendi özel konuklarıymış gibi karşılayabilir, ilgi gösterebilirler.

Tuncay kardeşim, Kırıntı'yı bir kent gibi düşünürsek durumu biraz daha anlayıp hoş görü gösterebiliriz. Sözünü ettiğin gençleri değerlendirmek gerekirse... Bir kısmı belki ilk kez köye gelmiş olabilirler. Belki birilerinin yanında konuk olup kendilerini sığıntı gibi hissediyor olabilirler. O anda sen kendini köyün yabancı konuğu gibi görüp ilgi beklerken, belki onlar senden bekliyorlardır. Yazın Elazığlı üç genç gördüm. Sonra Tokatlı, Sivaslı konuklar gördüm, tanıştım, ayak üstü ilgi gösterdim. İlişkimiz orada sonlandı. Çünkü herkes kendi dünyasını yaşamaya gelmiş.

Her şeye karşın, ben Kırıntı'yı seviyor özellikle saygı duyuyorum. Bunun basit birkaç nedenini söylemek isterim.
*Kapını bacanı açık unutup gidebilirsin, hırsızlık olmaz.
*Gençlerimiz kızlı erkekli, bostanlarda, piknik alanlarında gece gündüz gezerler, eğlenirler. Namus yönünden hiçbir eğrilikleri olmaz. En büyük eğrilikleri bostan çitlerini, değirmendeki bir direği söküp yakmak olabilir ki, bu suç değildir; basit bir eğitimle onarılabilecek hatalı bir davranıştır.
*Televizyonlardan duyduğumuz, insan içini ürperten, karartan olayların hiçbiri bizim köyde olmaz.
*Evet, belki dağlarda aynı anda pek çok piknik alanında içkili eğlenceler düzenlenmektedir; ama hiçbir içki muhabbeti sonunda kavga ya da ağız dalaşı olmaz; herkes aklı başında olarak evine döner.
*Köylümüz, çevreyi çöp yığınına çevirmekle itham edilir, ki zaman zaman ben de yaparım bu eleştiriyi. Ama farklı boyuttan düşününce; en büyük kusurumuz sadece bu olsun; az önce dediğim gibi basit bir iç eğitimle çevreci olup çıkabiliriz.

Sevgili Tuncay, çok uzattım, biliyorum. Yazacak daha çok şey olsa da şimdilik bitiriyorum. İlgin ve eleştirin için çok teşekkür ederim. Yeni eleştirilerin varsa yazarsan sevinirim.
Sevgilerimle.

Ali Aydoğan - Ankara

-----------------------------------------------

38. Yazı - TUĞRUL KARA - Ankara - 01 Şubat 2013
Köylerimiz İçin Çok Büyük Tehlike Olan
YANGINA MÜDAHALE

Köylerimizde önceleri tarlalar ekilir biçilirdi. Hayat şartları nedeniyle insanlarımız artık tarla ekme biçme işlerinden tamamen vazgeçmiş durumdadır. İlkbahar aylarında, hatta temmuz başlarına yağmur yağabiliyor. Her taraf harika bir yeşilliğe bürünüyor. Köy içleri, kullanılmayan harmanlar, bağlar, bahçeler, ekilmeyen tarlalar otlarla kaplanıyor. Otlar tarlalarda, arazide yaklaşık bir metreye kadar boy atabiliyor. Eski gibi hayvancılıkla uğraşan da kalmadığı için çayırları otları kimse biçip toplamıyor. Mevsim dönüp yağmurlar kesilince yaz ayı ortalarında bu otlar kuruyor, çıraya dönüşüyor. Her taraf küçük bir ateş kıvılcımı ile tutuşup yanma tehlikesi ile karşı karşıya geliyor.

Malûm, çeşitli kentlerdeki, ülkelerdeki insanlarımız yaz aylarında hasret gidermek, gezmek, görmek, dinlenmek amacıyla köylerimize akın ediyor. Bildiğiniz gibi köylerimizde çeşitli ağaçlar ve ormanlarımız birbirine birleşik durumdadır. Geçtiğimiz senelerde birkaç defa yangın olayları meydana geldiğini köy sevdalıları bilirler. Bu yangınlar bazen itfaiyenin de yardımıyla güçlükle söndürülmüştür.

Hastaya ilk yardım ne kadar önemli ise yangına da ilk müdahale çok önemlidir. Bir kova su, ilk çıktığında yangını büyümeden söndürebilir. Ya büyüdüğünde? Üstelik yangın mahallinde su yoksa? O zaman ne yapılabilir? İşte bu konuda bir öneride bulunmak istiyorum.

Köylerimizde traktörler bulunmaktadır. Traktörle çekilebilen beş tonluk lastik tekerlekli bir su tankeri pek zorlanmadan alınabilir. Üzerine motopomp monte edilebilir. Yeterli uzunlukta su hortumu alınabilir. Tanker dolu vaziyette köyde hazır olarak bekletilir. Böylece itfaiye gelinceye kadar ilk müdahale için çok önemli bir tedbir alınmış olunur. Hatta, iş işten geçmeden, itfaiye geç kalsa bile, su tankeri üzerindeki motopomp ucuna bağlanan hortum ve tabancası sayesinde basınçlı su ile yangına müdahale edilebilir. Su boşaldığında en yakın su kaynağından tankeri kısa zamanda doldurup yeniden yangına müdahale söz konusudur.

Bu yangın söndürme aracının maliyeti, tabiatın ve evlerimizin güvenliği göz önüne alındığında bir köy için, yeryüzüne dağılmış koca bir toplum için devede kulak misali küçüktür. Fakat yapabileceği görev, kıyaslanamaz oranda büyüktür.

Maliyet:
*2 (inç) parmaklı benzinli su motopomp yaklaşık 30 kg'dır. 7 m. derinlikten su çekebilir. 35 m. dikine su basabilir. Maliyeti yaklaşık 800 TL.
*Traktörle çekilebilir 5 tonluk lastik tekerli su tankı yaklaşık 4.000 - 5.000 TL.
*50 metre iki parmaklık yangın hortumu ve ucuna takılacak yangın söndürme tabancası yaklaşık 400 TL.
*Motopompa bağlanan 7 metre ve 2,5 parmaklık emiş hortumu yaklaşık 50 TL

Motopomplu su tankeri, yangın söndürmenin dışında şu amaçlarla da kullanılabilir.
*Derneklerimizin öncülüğünde dikilen fidanlıklar bu araçla rahatlıkla sulanabilir.
*Ev yapanlar, belirli bir ücret karşılığında tankeri kullanabilir. Böylece köy bütçesine bir gelir sağlanmış olur.

Bu yazıyı okuyan değerli halkımızın bu konuda duyarlılık göstereceğine inanıyorum. Değerli halkımızın el ele vermesi durumunda üstesinden gelemeyeceği hiçbir zorluk olamaz.

Böyle bir yazı yazmama olanak veren bir site hazırladığı için Ali Aydoğan kardeşime çok teşekkür ediyorum.

Tuğrul Kara - 31 Ocak 2013

-----------------------------------------------

37.Yazı - SEBAHATTİN GÜNEL - Ankara - 11 Ocak 2013
DUYARLI OLMAK

Duyarlı olmak, hassas olmak olmak anlamına gelmektedir. Bir diğer kelime anlamı hassasiyettir. Duyarlılığa çağrı düşüncelerime değinmeden önce Krishnamurti'nin "Bunları Düşün" kitabından alıntı yaparak devam etmek istiyorum.

......."Duyarlı olmak ne demektir biliyor musunuz? Elbette ki şefkat hissine sahip olmaktır: Bir hayvanın acı çektiğini görünce bir şeyler yapmak, insanlar yolda çıplak ayakla yürüdükleri için yerdeki taşı, birinin arabasının lastiği patlayabilir diye yoldaki çiviyi kaldırmaktır. Duyarlı olmak, size ait oldukları için değil, olağanüstü güzelliklerin farkında olduğunuz için insanlara, kuşlara, çiçeklere, ağaçlara karşı bir şeyler hissetmektir. Peki, bu duyarlılık nasıl yaratılır?
Yoğun biçimde duyarlıysanız doğal olarak çiçekleri yolmazsınız. Çevrenizdeki şeyleri yok etmemeye, insanları incitmemeye yani gerçekten saygı ve sevgi duymaya dair içten gelen bir arzu taşırsınız. Sevmek, dünyadaki en önemli şeydir. Fakat sevgiden kastımız nedir? Birini, sizi sevdiği için sevmek sevgi değildir. Sevmek, karşılık beklemeden bu olağanüstü şefkat hissine sahip olmaktır. Son derece zeki olabilirsiniz, tüm sınavlarınızı geçebilir, doktoranızı verebilir ve yüksek bir mevkiye gelebilirsiniz. Ama bu duyarlılığı, bu basit sevgi hissini taşımıyorsanız hayatınızın geri kalanında sefil olursunuz ve zavallı bir hayat yaşarsınız.
Bu nedenle kalbinizin bu sevgi hissiyle dolu olması çok önemlidir. Çünkü ancak o zaman yok etmez, merhametsiz olmazsınız ve savaşlar da böylece son bulur. İşte o zaman mutlu insanlar olursunuz ve mutlu olduğunuz için dua etmez Tanrıyı aramazsınız; çünkü Tanrı bu mutluluğun ta kendisidir".....

Yukardaki alıntıdan sonra bu yazıyı yazmamdaki nedene şimdi gelebilirim:
Bizim toplumuzda duyarlılık nasıl algılanmaktadır? Bilindiği gibi çeşitli paylaşım sitelerinde duyarlı gençlik, duyarlı çevrecilik vb gibi paylaşımlarda bulunmaktadır. Gerçekten bu paylaşımları yapanlar amacına göre davranıyorlar mı? Ben yeterince davrandıklarını söyleyemeyeceğim. Elbette, insanları aydınlatmak, bilgilendirmek için bir şeyler yapanlar var, ama sayıları çok az. Onlara destek verilmediği için duyarlılıkları bir sonuca ulaşamıyor.
Paylaşım sitelerinde fotoğraflarını yayınlayan köy sevdalılarına şunu demek istiyorum: Sadece doğa fotoğrafı veya bir objeyi çekip yayınlamak duyarlılık değildir. Paylaşım sitelerine bunları yayınlarken, hayvanlarla, çevreyle ve insanlarla ilgili, özellikle sorunlarıyla ilgili bir şeyler yazılması gerekir diye düşünüyorum.

Altın arama konusuna da kısaca yer vermek isterim:
Doğanın, hayvanların, börtü böceğin kış uykusuna yattığı gibi altın arayıcıları da şu anda kış uykusuna yatmış durumdalar. Bahar geldiğinde, karlar eriyip yollar açıldığında altın arayıcıları faaliyetlerine tekrar devam edeceklerdir.
Merak ediyorum; yaz boyunca bu faaliyetler devam ederken duyarlı olduğunu söyleyen gençlik neler yapacaklar acaba? Yanlış duymadımsa, altının çıkmasının ülke ekonomisine ve yakın köylere katkı sağlar diye söyleyenler bile varmış.
Çevremizin, ormanlarımızın, sularımızın hatta insanlarımızın yok olma olasılığı karşısında sessiz kalmak duyarsızlıktan başka bir şey değildir.

Yazımı, yukarıdaki alıntıdaki şu satırlarla bitirmek istiyorum:
"Duyarlılık; bir hayvanın acı çektiğini görünce bir şeyler yapmak, insanlar yolda çıplak ayakla yürüdükleri için yerdeki taşı, birinin arabasının lastiği patlayabilir diye yoldaki çiviyi kaldırmaktır."

SEBAHATTİN GÜNEL - Ankara - 10 Ocak 2013

2012

36. Yazı - KEMAL GÜNDOĞAN - Almanya - 30 Aralık 2012
KISA BİR DEĞERLENDİRME

Bütün site dostlarının, yazarlarının yeni yılını en içtenliklerimle kutlar, 2013'ün herkese barış, sağlık ve mutluluklar getirmesini dilerim.

Ayrıca Bizim Yazarlarımız'a, yazdıkları yazılarla, anılarla bizleri geçmişe götürdükleri için buradan teşekkür ediyorum. Hemen hemen her yazıyı okuyorum. Sağolsunlar.

Siteyi kuran ve büyük emeklerle bu güne getiren Ali hocaya da buradan teşekkür etmek istiyorum. Bu yaz köyde kendisi ile tanıştım ve yaptığı emekler için mutluluğumu bildirdim. Bilhassa Ali beyin internet sayfası üzerinden köyle ilgili yaptığı çalışmalar, yazıları, araştırmaları, Köy Üst Birlik düşüncesi büyük bir emek. Ayrıca dağlarımızdaki altın araştırmalarıyla ilgili yazılarını, düşüncelerini en samimi şekilde destekliyorum ve hepimizi köyümüz ve sorunları konusunda duyarlılığa çağırıyorum. Yalnız bir yere ulaşılamaz, birlik olunursa bizim dağlarda kimse altın arayamaz.

Bu yazın köyde edindiğim izlenimlerimi ileride yazmak istiyorum.
Halkımıza ve site dostlarına sevgilerimle.
Kemal Gündoğan - Almanya - 30 Aralık 2012
-------
YANIT - A.A. - aliaydoganaa@hotmail.com - Ankara - 30 Aralık 2012
Merhaba Kemal Bey, güzel sözleriniz ve siteye verdiğiniz destek için çok teşekkür ederim.
Bilirsiniz, bir şiir vardır. Der ki: "Orda bir köy var uzakta, / Gitmesek de gelmesek de / O köy bizim köyümüzdür." Birileri gitmese de gelmese de köyünü destekliyor, biz gidip geldiğimize göre çok daha fazla desteklemeli, sorunlarıyla ilgilenmeliyiz. Üstelik, aydın ve duyarlı biri, değil sadece köyünü, yaşamını sürdürdüğü yerde de duyarlılığını göstermeli.
Kemal bey, insanlarımız genellikle duyarlı elbette ya da en azından kendilerinin duyarlı olduğunu ifade ediyorlar. Üç silahşörlerin "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz" sözünü ya da H.Bektaş Veli'nin söylemekten usanmadığımız "Bir olalım, iri olalım, diri olalım." sözünün içeriğini bilmeyen yok gibi.
Duyarlılığın birlikteliğe, birlikteliğin güce dönüşmesini, gücün yaşamdaki yansımalarını görebilmeyi umutla, sabırsızlıkla bekliyoruz.
Hepinize sevgiler, saygılar. - A.A.

----------------------------------------------

35. Yazı - ALİM AYDOĞAN - İstanbul - 18 Aralık 2012
KÖYÜMÜN SON DURUMU- 2012
Yazın köy kalabalıkken herkes köyün sorunları ile son derece ilgili ve de bilgiliymiş gibi bol kesden savurmaktalar. Mangalda kimse kül bırakmıyor. Özellikle madencilerle ilgili atıp kesmekte herkes. İki kişinin sözü aynı dereye akmıyor. Sana bana hak verir gibi olsak da o kişinin veya topluluğun yanından ayrıldığımızda her fikre muhalefet ediyoruz. Yapılacak olumlu işlere de her nedense karşı geliyoruz. Köyümün ve köylünün yararına olan fikir ve yardı ve desteklere de hemencik karşı geliyoruz. Herkes kendini çok akıllı görüyor. Her ferdimiz hep farklı düşünce tavırlar tavırlar içideyiz. Bakalım bu yıl neler olmuş?

Maden için ruhsat alınmış. Arıyorlar, araştırıyorlar, sondaj yapıyorlar. Hiç olmasalar ne kadar güzel. Ama arazimizdeler. Yayla yoluna harfiyat döküp yolları yapıyorlardı. Yolların yapılmasını köy yönetiminde olanların hepsi biliyor. Üstelik yapılması için madencilerle diyalog içindeydiler. Kimileri karşı gelmişler. İlgililer para yiyor diye. Ve yolların bozuk yerlerinin yapılması durdu. Ne oldu madenciler durdu mu, gittiler mi?

Köyün içme suyu kaynaklarında en az beko çalışarak su çıkarıp şebekeye bağlayacaktı. Bana para yedi onları çalıştırıyor derler diye bu işi de yaptırmadılar. Ne oldu? Köyde herkes su yüzünden birbiriyle zaman zaman uğraşıyor.

Köyümüze gelip bizzat çalışanlar işçiler veya ücretli çalışan görevliler. Bazıları, ekmek parası için çalışan bu işçilere olmadık hakaret ve küfürler ediyorlar. Baskı yapılacaksa maden şirketi yönetimine yapılmalı. Kimse gidip onlara hakaret edebiliyor mu? Hayır. Çok bağırıp çağıranlar onların yanına gelince sus-pus oluyorlar. Hatta yiyip içiyorlar. İkili davranışlar hiç hoş değil. Onlara karşı geleceksek işletme ve araştırma şartlarına, sağlık kurallarına uymadıkları durumlarda ilgili kişi ve yöneticilerle bilinçli ve haklı olarak yapmalıyız. Bunu devletin ilgili kurumlarıyla yapmalıyız.

Köyün iki tarafına yapılması planmış göletler için arazide araştırma ve sondaj çalışmaları yaptılar aylarca. Kimse gidip ne yapıyorsunuz burada demedi. Onların dere boyunda ve ormanda devirdiği ağaçları hemen mal bulmuş mağrubi gibi iç ettiler. Sonra falan filan… Sofugilin arkada yapılacak gölet alanı içinin altında kalacak su borularını biz yapmayız siz yapın diyorlarmış. Bunu biz neden yapalım diyen bir yönetim ve anlayış yok. Sahipsiz köyüm benim. Köyden gidince herkes konuyu köyünü unutuyor. Az da olsa unutmayıp devamlı ilgilenenlere saygılarımı sunarım.

Köy her yıl daha da ıssızlanıyor kışları. Bekçi tutalım diyenler çoğalıyor gittikçe. Benim nacizane bir fikrim var: Köye mobese sistemi kurulmalı bence kış aylarında. Bu ön fikir. Araştırılıp ekonomik şartları oluşturulmalı diyorum. Köydeki kedi ve köpekler aç-susuzlar. Gençlik yardımcı oluyor. Bazı aileler de yardımcı oluyor ama yeterli değil. Yönetimler ve halkın çoğunluğunu bu konuya eğilmeye çözümlemeye davet ediyorum.

Alim Aydoğan - Çekmeköy - 17 Aralık 2012

----------------------------------------------

34. Yazı - TUĞRUL BAL - 26 Ekim 2012
(Bu yazı Muzaffer Bal aracılığıyla gönderilmiştir)
KÖY MEYDAN PARKININ AÇILIŞI
(ÇAĞRIŞIMLAR)

Gümüşhane'nin kırıntı köyünde halk köy derneğinin yaptırdığı minik parkın içindeki Mustafa Kemal'in büstünün açılışı için bekleşiyor. Aylar öncesinden davetli zevattan gelen sivil giysili karakol komutanı dışındakiler uzun süre bekleniyor. Validen, kaymakamdan, belediye başkanından eser yok. Çaresiz kendi aralarında başlatıyorlar töreni.

Dernek başkanı açılış konuşmasını yapıyor. Köyün ilk iki okumuşundan Köy Enstitülü öğretmen Niyazi Bal'a bırakıyor sözü. 90'ına yaklaşan öğretmen 30'lu yaşlarda sanki. Konuşması Kuvvacı, yurtsever, bağımsızlıkçı.

Köyün ikinci okumuşu öğretmen İbrahim Bal ise buğulu gözlerle dinliyor. Belleği onu Silivri'ye, Silivri'nin bir köyüne ulusal bayramlardan birine götürüyor. Köy meydanında tören için toplandıklarında sınıfının başında olmalıyken göstere göstere kahvede pişpirik oynayan öğretmenin kafasında sandalyeyi kırdıktan sonra töreni başlatmıştı. Öğretmen köyün yerlisiydi, kimseden çıt çıkmamıştı. 27 Mayıs ihtilali yeni yapılmıştı. "Nereden nereye?" dedi içinden Bizim Köy kitabının yazarı Mahmut Makal aleyhinde tanıklık yapmadığı için geldiği yere Silivri'yeYıldız Sağırlar Okulu'ndan sürgün edilmişti. Sabah gidip akşam İstanbul'a dönmüştü. Bu ülkenin namuslu insanları her dönem çok çekmişti. Silivri mahpuslarını diğer mahpushanelerdeki muhalif, yurtsever tutsakları düşündü. İçi ezildi. "Şimdi vardiya zamanı / Şimdi Silivri'de olmalı" dedi seslice.

Konuşmanın bitiminde törene katılanlar zevat için alınan nevaleyle kendilerine bir güzel ziyafet çektiler. Kadını erkeği, yaşlısı genci sesi güzel olanlar yerel türküler söylediler. İlle de Kırıntı'nın Başları'nı. Hazin bir ağıttır. Eşkıya türküsüdür. Sonra davul zurna eşliğinde verdiler horonun gözüne. Her yan imam hatip, her yan din iman kesse de. Zamanın ruhu Kırıntı'ya, Silivri'ye karşı olsa da geçer. Yeter ki "alın çözüp kara bağlanmasın."

TUĞRUL BAL - 25.09.2012

----------------------------------------------

33. Yazı - ERSİN ÖZTÜRK - 16 Ekim 2012
ÇÖZÜM NEDİR?

Gerek ülkeler, gerek yerel yönetimler ve gerekse şirket, dernek, vakıf vesaire kuruluşlarda hangi kurallarla bağlanmış olursa olsun gerçek olan ilgili toplumun sosyo-kültürel, felsefik, psikolojik ve hatta spiritüel dahil ortak bilinçsel alanının bir yansımasıdır yönetim.

Yani yönetimler toplumun aynasıdır. Ve burda en takdir edilesi durum, ortak bilinç alanının üzerinde olup da olayları bireysel olarak değil, geniş açılı toplum yapısını irdeleyerek çözme çabası içerisinde olanların anlaşılamama, hor görülme uğruna bile olsa zerre pozitiflik katmak amaçlı kişisel ödünleridir. Sorun varsa ve çözülecekse bireysel tartışmalar, seviye altı kalacağından potansiyel bölücülükten başka işe yaramaz.

Çözüm nedir? Çözüm genel bilinç düzeyinin, ortak metaformik alanın yükseltilmesidir ve bu üç-beş kelimeyle olacak iş değil, uzun yıllara sari eğitim gerektirecek bir olaydır. İlla gelişim adına birşey yapılacaksa belki dernek bünyesinde düşünsel zenginliği artırıcı, kültürel ve felsefik gelişimi sağlayıcı, sıradanlıktan, basitlikten uzaklaşıp kişilerin düşünsel derinliklerine inebilecek uygun katalizörleri sağlama amaçlı çalışmaların olduğu toplantıların yapılması yararlı olacaktır.

O kadar sıradanlaştık ki... En basit konuda bile üstünlük kurma çabası içerisinde hareket ediyor, maddesel ve hatta bilgisel birikimlerimizi bile bu yönde kullanıyor, sadece basit düalitik kavramlar olan güç, zenginlik, prestij gibi aslında ileri düşünsel boyutlarda gerçekliği bile olmayan kavramlar uğruna yakıp yıkıyoruz. Kahve hayatı, iskambil oyunları, televizyon, talih oyunları, geçim sıkıntısı, o dert, bu dert sadece arkasına sığındığımız gerçek düşünsel, kuantsal zenginliklerden bizi uzak tutan, bahanelerdir. Tarihe baktığımızda en büyük acılara rağmen en büyük dâhilerin oluşu sorunun kendimiz olduğunun bunun da temelinde düşünmeyi ve hatta hayal kurmayı bile beceremememizin yattığıdır, söylenebilir.

Ersin Öztürk - İstanbul - 16 Ekim 2012

----------------------------------------------

32.Yazı - MUZAFFER BAL - 04 Ekim 2012
KIRINTI BİRLİĞİ ÜZERİNE KÜÇÜK BİR AÇIKLAMA

Ali ve Ardıç Dede'nin Kırıntı&'nın sorunları üzerine sohbetini zevkle okudum. Bu sorunları tüm köye yazın gelenlerin ve yaşayanların kendi arasında konuştuğuna inanıyorum. Hatta bu sorunların birçoğunun sorumlusu bu konuşanlar değil mi? Ben köyden uzak olduğum için bazı sorunları göremiyorum, ancak Ardıç Dede gibi birinin anlattıkları ile bilgileniyorum. Bu açıdan bazı sorunlara değinerek birlik meselesine gelmek istiyorum:

Doruk Tepe, bana göre gereksiz bir şenlik yeri yapıldı. İçinde taşıdığı insanlar arasındaki çelişkiler, kaçınılmazdı. Genel halka açık bir şenlik yeri parsellenemez. Bence yapılmış madem, o zaman her vatandaş istediği yere oturması en doğal hakkı olmalı.

Çöp olayına gelince, bu çöpleri atanlar bu köyün insanları; özellikle de gurbetten gelenler. Öncelikle çöpü tabiatın katili olarak, yani insanların katili olarak görmediğimiz sürece kaç tane traktör tutulursa tutulsun çözüm olacağına inanmıyorum. Burada şu vurguyu ben de yapmak isterim. Sade bizim köyün tabiatını kirletmiyoruz, bizim derelerin uğradığı köylerin tabiatını da kirletiyoruz; ki bu da çok önemli. Demek ki önce insanların değişmesi gerekir.

Altın madeni konusunu üç yazı ile yazdım. Bizim köylülerde hâlâ bu konuda bir hassasiyet oluşmadığını görüyorum. Zannediyorum ki devlet güçlü biz ne yaparsak yapalım devlet yapar anlayışı hâkim. HES'lere karşı verilen kadınların mücadelesini bile görmüyorlar.
Diğer sorunların tümünde vurdumduymazlıklar anlayışı var. Peki bunlar çözülür mü? Evet, insanlar değiştikçe bu sorunlar çözülür.

Şimdi Ali dost, uzun dönemdir uğraş verdiğin Kırıntılılar birliğine gelelim. Kırıntı birliği anlayışı ve projesi, kesin olarak doğru bir proje. Her zaman çok başlılık, iş yapmakta kargaşalığa sebep olur. Nahırın biriktiği alana yapılan park ve Doruktepe daha tartışılarak yapılabilirdi. Burada benim gördüğüm en büyük eksik, güçlü bir muhtarlık olmaması. Çünkü dernekler dışarıdan köye müdahaledir ve yaptırım gücü yoktur. Sadece hizmet olarak bir şeyler yapabilir. Muhtarlığın yaptırım gücü vardır.
Derneklerin Kırıntı dışında olmaları dolaysıyla ve halkın çoğunluğunun bulunduğu yerlerde olmasından dolayı, halkı birçok konuda kendi içinde seminerler, söyleşiler yaparak birçok konuya daha duyarlı hâle getirebilirler. İşte o zaman birçok konunun çözümü çok daha kolaylaşır. İşte o zaman düşüncelerin ve kararların bir merkezden alınması daha kolaylaşır. Kırıntı birlik anlayışını desteklemekle beraber ancak yukarıda anlatmaya çalıştığım bir çalışma sonucu daha rahat ve sıhhatli olarak kurulacağını düşünüyorum.

Ardıç Dede tepeden Kırıntı'yı daha iyi gördüğünden hiç şüphem yok. Ben sadece kendi görüşlerimi uzaktan aktardım. Bir kısım dostlar bunu uzaktan gazel okumak olarak değerlendirebilir ben buna da açığım.

Muzaffer Bal - Altınoluk

----------------------------------------------

31. Yazı - 11 Eylül 2012
KIRINTI'DA DOĞA VE ÇEVRE KİRLİLİĞİ ÜZERİNE

Zilif gilden Ahmet Aydoğan'ın daveti üzerine, babuko Hüseyin Aydoğan ile üç gün Ahmet Aydoğan'ın misafiri olduk. Sayın Ahmet Aydoğan'ın bizlere gösterdiği yakın ilgi ve misafirperverliği nedeniyle, kendisine çok teşekkür ederek başlamak istedim.
Kaldığımız üç günlük süre içinde, hem yaylamızı hem de yaylamızın çevresini piknik yerlerini görmek istedik. Keşke görmeseydik. Yayladaki ve piknik yerlerindeki doğa ve çevre kirliliği köydekinden farksızdı.
Yayladaki inşaat çukurlarına atılan alkol şişe artıklarını görünce gözlerime inanamadım. Bir hurda cam deposunu andıran manzarayı görünce, bunları yapanlara söyleyecek söz bulamadım ve içimden sadece yazıklar olsun diyebildim.
Bir de büyük taşın yanındaki çeşmenin etrafı bir çöplükten farksızdı. Atılan bira, rakı, pet şişeleri, naylon poşetler etrafa savrulmuş çirkin bir manzara oluşturmuştu. O anda içimden, Kırıntı köyü halkının doğaya çevreye karşı bu kadar duyarsız olacağı bu kadar aklıma gelmezdi. Ne yazık ki, sadece büyük taşın etrafı değil, diğer piknik yerlerindeki manzara hep aynıydı.
Ankara, İstanbul ve Türkiye' nin değişik şehirleri yanında ve aynı zamanda yurt dışında yaşayan gurbetçiler olarak, acaba çevre ve doğa ile ilgili hiç mi bir kültüre sahip olamadık?
Bir de, bazı duyarlı köylülerimiz tarafından yaptırılan piknik masalarını kesici aletlerle keserek, isim gibi benzeri şeyleri yazanları esefle kınadım.sadece bunları yapanlara yazıklar olsun demekten başka bir şey gelmedi içimden. Duyarsızlığın bu kadarına da pes dedim doğrusu.
Bir de çeşme başlarrında kırılan şişe parçaları, pikniğe gelen kadınlar ve çocuklar için büyük bir tehlike arzediyordu. Şimdi bunları yapanlara soruyorum? Bunları yaparken hiç mi doğaya, çevreye sevgi ve saygınız yoktur?
Günden güne büyüyen ve gelişen köyümüz bir kasabayı andırsa da, ne yazık ki, çevreye ve doğaya karşı yapılan bu duyarsızlık insanı kahrediyor.
Birde köyümüzde, eğitimci değerli insanlarımız var. Acaba bunlar kendi mahallelerindeki insanları bir araya toplayıp, doğa ve çevre temizliği konusunda insanlarımızı biraz eğitseler, çok güzel olur kanısındayım.

Yılmaz Bakar - Kırıntı -11.09.2012

-----------------------------------------------


30-OĞUZ ÖZTÜRK - 10 Temmuz 2012
"DİK DURMAK GEREK"

Ali hocam MERHABA. Uzunca süredir buradan bişeyler paylaşmamıştım, hem bir merhaba demek, hem de sanırım köyde herkesin aşağı yukarı bilgi sahibi olduğu (gerçekliği henüz resmiyete dökülmesede)maden (altın) arama çalışmaları ve yapılacağı söylentisi oldukça fazla dile getirilen gölet meselesi konusunda kendimce birazcık kelam etmek isterim. Tabiki bu iki meseleninde şiddetle muhalifi olduğumu öncelikle belirterek, sözkonusu yerlerde yapılacak çalışmaların sadece bizlerin veya köyde olmaktan huzur bulan herkesin huzurunu kaçıracağı endişesini değil (hele birde olası bir siyanürle yapılacak arama çalışmasını düşünmek bile istemiyorum) tüm canlı yaşamının yok olacağı veya buna uygun bir ekolojinin ortada kalkacağı endişesini ve kabusunu şimdiden görmemiz gerektiğini hissediyorum.

Bu konuda (yapılacak veya yapılacağı söylenen heriki çalışma için tam bir bilgi sahibi olarak) bizzat köyde veya yaşadığımız tüm şehirlerde, her iki çalışmaya da muhalif olan (olunmamasını düşünmek bile istemiyorum) gerekli kamuoyu bilgilendirmesini yapılmasının şart olduğunu düşünüyorum. Hukuk vb. tüm platformlarda ciddibir mücadelenin tam birlikteliğinin zemini oluşturulmaıldır. Karşı çıktığımız veya çıkmamız gereken bu çalışmaların, bizler tarafından keskin bir tepkiyle karşılanacağını, buradaki yaşamı öyle veya böyle yokedecek kişi,kurum ve anlayışın en iyi şekilde bilmeleri gerektiğni düşünüyorum.(İzmir BERGAMA, Erzurum TORTUM,Rize KALKANDERE halkının bu konulardaki direnişi çok güzel örneklerdir) Bizim bölgedeki çalışmalar henüz bu aşamalara gelmese de zamanında yapılmayacak ve gösterilmeyecek tepkinin sonradan gösterilmesinin kimseye fayda vermeyeceği gerçeği, ülkede yaşanan buna benzer bir çok durumda herşeyiyle aleni yaşanmaktadır. Tabiki hukuk (hernekadar erklerin ve sermaye iktidarlarının hukukuda olsa) zemininde yapılabileceklerin insanımız tarafından tam bilinmesi gerektiği, insanları bu konuda eylemden veya tepki göstermekten alıkoymaması açısından gerekli ve önemli görüyorum.

Kendi açımdan bu konudaki hertürlü karşıkoyuşa imkanını yaratabildiğim heryerde bulunmayı taahhüt ediyorum,yeri nere olursa olsun. Bu konunun medyaya taşınması ve tüm Türkiye'de duyulur olmasını sağlamanın artık bugünkü koşullarda o kadarda imkansız olmadığını düşünüyorum. Herşey İNSAN için, HAYVANLAR için, BİTKİLER ve BÖRTÜBÖCEKLER için, YAŞANIR YA-ŞA-NA-Bİ-LİR olmalıdır HERYERDE, HERZAMAN, YAŞAM HAKTIR! Saygıyla ve Sevgiyle Kalın. - Oğuz ÖZTÜRK...
----------------------------------------------

29.SEBAHATTİN GÜNEL - 26 Haziran 2012
SİYANÜRE KARŞI DİK DURMAK

Altın, insanlığın vazgeçemediği madenlerden biridir. Altının değeri üzerine fazla bir şey söylemeye gerek görmüyorum, çünkü herkes bunu çok iyi biliyor zaten. Altının çıkarılış biçimi ve hangi aşamalardan geçtiğini öğrenmek için Altınoluk'tan Muzaffer Bal, Çin'den Kazım Aydoğan ve Ankara'dan Ali Aydoğan'ın yazılarını bu sayfadan okuyabilirler.

Üzerinde durmak istediğim asıl konu, toplumumuzun altın konusunda ne düşündüğü ve ne yapmak istediğidir. Bilindiği gibi yıllardır aralıklarla da olsa Gümüşhane, Şiran, Kırıntı Köyü topraklarındaki Karodoruk bölgesinde ve yayla çevresinde altın arama faaliyetleri devam etmektedir.

Bir arkadaşla Mayıs ayında köylerimize birkaç günlük bir gezi yaptığımda dağlara da çıktık. Altın arama çalışmalarına bizzat şahit olduk. Bölgenin çeşitli yerlerinde yollar ve sondaj kuyularının açıldığını gördük. Hatta işçilerle konuştuk. İşçiler, Ankara'dan gelmişler ve taşeron olarak çalışıyorlarmış. Sorduğumuzda bin metreye yatar indiklerini söylediler. Ne zaman biteceği hakkında onların da bilgisi yoktu.

Ormandan ayrılırken geriye dönüp çevrenin güzelliğine bakarken içimiz karardı. Sondaj çalışmaları bittikten sonra yeterli oranda altın bulunursa sonuç ne olacaktı acaba? Bu gördüğümüz güzellikler köstebek yuvasına dönecekti. Sular mahvolacaktı. Kırıntılılar buralara yurdumuz diyebilecek miydi artık? Sanmıyorum. Belki güvenlik bahanesiyle Çiçekliçayır'da bir güvenlik kapısı açılacak, yabancılar içeri sokulmayacak. Merak ediyorum acaba Kırıntılılar, Yeniköylüler birer yabancı mı sayılacaktı?

Dünyada herkes kendi çıkarları doğrultusunda işler yapıyor. KOZA altın arama şirketi de (yanılıyorsam düzeltin) kendi çıkarları doğrultusunda faaliyet yürütmektedir; bu bir bakıma doğaldır. Bu doğalsa Kırıntı ve siyanür tehlikesi altındaki tüm köylerin kendini koruma istekleri de doğaldır. Şimdi de can alıcı noktaya gelelim. Köylüler kendilerini koruyorlar mı? Koruma gibi düşünceleri, amaçları var mı? Bu konuda neler düşünüldüğü, neler yapıldığı hakkında yeterince bilgim yok.

Ama Facebook'ta sürekli gözlemler yaptım. Köyde altın arama konusuyla ilişkili yazı veya resim paylaşımlarını gördüğümü hatırlamıyorum. İnsanlarımız yaz tatilinde köylerimizde buluşmak için sözleşiyorlar. Herkesin köyü çok sevdiğini biliyorum. Ama bu nasıl sevgi anlamakta zorlanıyorum. Köyü ve doğasını sevenler, doğayı koruma düşüncesinde olmalılar diye düşünüyorum. Ne yazık ki böyle bir kaygı duymadıklarını hissediyorum. Özellikle gençler, futbol konusunda her türlü yorumlar ve heyecanlı paylaşımlar yapıyorlar. Bol bol doğa güzelliklerini yansıtan fotoğraflar yayınlıyorlar. Bunca yayın arasında bir parça da siyanürlü altın arama konusuna yer vermek iyi olmaz mıydı?

Bildiğim kadarıyla birçok kişi, mücadele versek bile siyanürlü altın arama faaliyetlerinin asla durdurulamayacağına inanıyorlar. Diyelim ki doğrudur, durdurmak zordur. Bu durumda yan gelip yatmak gerekmez. Doğayı koruma adına elden geldiğince mücadele etmemiz gerekmez mi? İnsanlık onuru bunu gerektirir diye düşünüyorum. Gelecek kuşaklar bir gün bunun hesabını bizden sorarlarsa hiç olmazsa başımız dik olur, bakışlarımız yerde olmaz.

Sebahattin Günel - Ankara

-----------------------------------------------
28. HÜSEYİN AYDOĞAN - 13 Haziran 2012
ZEHİRLİ ALTIN
Meşhur Kırıntı köyü evlerine / Selam ağalarına beylerine / Köylü huzurla gelsin yurduna / Diye güller dikilmişti yollarına.
Köyüne ev yapıp döşemişlerdi / Sevgi saygı ile yaşamışlardı / Köyümüzün suskunca insanları / Çok zorlukları başarmışlardı.
Köyümüze büyük tehlike geldi / Yaylamızda kara bulutlar döndü / Dediler siyanürle altın çıkacak / Bu halkımızın canını yakacak.
Siyanürlü altın çıkaracaklarsa / Sular da siyanürleşip akacaksa / Görmek istemem köyün bu halini. / Çevrede ağaçlar kuruyacaksa
Yeşil otlar kurur, dağlar ıssızlar / Tutyalar ölür yüreğimiz sızlar / Üç beş kişi zengin olur, cep şişer/ Zengin uçar fakir iyice şaşar.
Çevremizin o görkemli günleri / Unutmak istemem güzel dünleri / Durdurun şu zehirli altınları / Huzursuz etmeyin güzel köyleri
Altının zehirli zenginliğini / Bize yuttururlar rezilliğini. / Devamlı alırlar güzelliğini / Bizlere bırakırlar pisliğini.
Akılsız Hüseyin haber okuyor / Altın devamlı insanı yakıyor / Altına karşı adalet siniyor / Bergama'yı ise dünya görüyor.
Babuko Hüseyin 9-6-2012 - ANKARA

----------------------------------------------

27. NİYAZİ BAL - 06 Haziran 2012
KIRINTI TARİHİNDEN KESİTLER

-Köyün Kuruluşu-
Resmî belge olarak ancak su davasında başbakanlık arşivinde elde ettiğimiz yazıdan bilgi aldık. Ondan önceki bilgiler kulaktan dolma. Bu arşivden aldığımız yazının tarihi de 200 yıl falan. Oda Deresi'nde, Harmancık'ta Şıhlılarla Balların 50 yıl yahut 60 yıl oturduğunu kabul edelim. Köyün tarihi ancak 250 yıl, daha fazla yok. Şıhlıların aslı Kars'dan gelme bizimkilerde doğudan gelmişler ama bizimkiler Azeri mi yoksa Kars'ın herhangi bir yerindeki Alevilerden mi onu bilemem. Şıhlılar Oda Deresi'ne oturmuş, Ballar da Harmancık'ta yani Kayanın Önü'nde oturmuşlar. Abdallılar ise Ordu'nun Abdal'dan gelmiş. Kelkitliler Bayburt'tan, Pirdelliler Erzincan'ın Tezcan'dan gelmişler.

-Okulun Yapılışı-
Okulumuz 1932 yılında inşaatı yapıldı. Sultangilden beş kardeş yaptı. O yıl okul inşaatı tamamlanamadığı için okul, eğitim öğretime açılamadı; ancak 1933-1934 ders yılında açılabildi. Atatürk, 1929 yılında Halk Mekteplerini açmıştı. Alfabeyi kabul edince, Kırıntı'da da Halk Mektebi açıldı. Şıh İsmail'in Hasan'ı dediğimiz Hasan Aydın köye öğretmen olarak verildi. Çok becerikli adamdı. İki yıl köyde Halk Mektebinde öğretmenlik yaptı ve yaşlılara alfabeyi kavrattı.

-İlk Telefon-
Şiran'ın hiçbir köyünde telefon yoktu. Yeşilbük (Korzaf), karakolu olan bir köydü; Kırıntı da oraya bağlıydı. 26 köy zannedersem Yeşilbük'e bağlıydı. Muhtar Esat Bal'ın çalışmasıyla, büyük gayretleriyle 1938 sonunda Atatürk'ün ölüm zamanlarında jandarma, telefonu Kırıntı'ya bağladı. 15-20 yıl telefon devam etti.

-Tifodan 37 Ölüm-
1929 yılında hiçbir zaman unutmadığım bir olay olmuştu, hem de çok üzen bir olay. O zaman köyde içme suları bir tek yukarı mahallede vardı, aşağıda içme suyu yoktu. Tifo mukrobu, bilindiği gibi kirli sulardan geçiyor. Aşağı mahallede bir tifo salgını çıktı, 1929 yılında üç ayın içerisinde 37 kişi öldü.

-Kırıntı'nın Başları Türküsü'nün Öyküsü-
Kırıntı'nın Başları türküsü Recep'in İsmail'inin vuruluşundan sonra yakılan bir ağıttır. Abdallı'dan Zilifgilden Gaga İbrahim denen kişi bu ağıtı düzenlemiş. Bir iki kıtası şöyle:
Kırıntının başları aziz / Civciz öter kuşları / İsmail'i vurdular / Küskün olmuş kuşları
Abdallı'dan aşalım Aziz / Aşıp da savuşalım / Babam Kemah'a gitti Aziz / Gelsin de kavuşalım

(Kırıntı'nın Başları ağıtının öyküsünü bu siteden "Kırıntı'nın Başları Türküsü'nün Öyküsü" sayfasını tıklayarak okuyabilirsiniz.)

Niyazi BAL - Emekli Öğretmen - İstanbul

----------------------------------------------

26. Muzaffer Bal - 04 Haziran 2012
YİNE SİYANÜR

Evet bu konuda yazdım, çok güzel bir yazıda Çin den Kazim Aydoğan yazdı, kendisine teşekkürü bir borç bilirim. Bekledim, bu kadar ölüm kalım meselesi üzerine koskoca Kırıntı'dan, Yeniköy'den kimse görüş belirtmedi. Bunun iki anlamı olabilir. Birincisi; ölümü kabullenmek ki bunu hiç düşünmek istemiyorum, herkes yaşamı çok sever. İkincisi ise; bu belirteceğim ülkemizde çok yaygın olan, ne yaparsak yapalım devlet yapar. Bu anlayış her alanda yaygın olan anlayıştır.

3 Haziran 2012 de Balıkesir'in Çan İlçesi'nin Etili Köyü';nde yapılan altına karşı mitingine gittiğimde ve oradaki köylü kadınlarının konuşmaları bana devletin her şeyi yapamayacağını gösterdi. Evet, altın madencilerini direnenler durdurabileceğini veya durdurmak için topyekûn mücadele edilmesinin şart olduğunu gösterdi. O kadar kararlıydılar ki, çok yaşlı bir kadın "ben ölüyorum ama çocuklarım torunlarım ölmesin diye direniyor ve isyan ediyorum" çığlığını atıyordu. Diğer bir kadın ise, "artık ne biz, ne de hayvanlarımız bu dağların suyundan içemiyoruz" diyordu. Mitingdeki konuşmaların özetini (Çanakkale çevre platformu sitesinden) okumak mümkün.

Fesbuktan o kadar köy fotoğraflar yayınlanıyor ki hayran olmamak elde değil. Ama şunu kimse düşünmüyor. Bu güzelim tabiat sadece hatıra fotoğraflarda kalacak. O zaman torunlarımız soracak, bu kadar güzel tabiat yok olmadan önce sizler ne yaptınız? İşte bu soruya cevap vermek için yerimizden kıpırdayalım. Torunlarımıza, biz direndik, mücadele ettik durdurduk madencileri ve size bu güzel tabiatı bıraktık. Ya da direndik, mücadele ettik ama kazanamadık diyebilelim. Ya da yattık kaderimize boyun eğdik.

Hiç unutmayalım, yaşam bir mücadeledir; mücadele sadece kazanmak için yapılır, ama kayıp etmekte vardır. Kayıp etmek mücadele etmemeyi getirmez. Eğer insanoğlu mücadele etmeseydi hâlâ mağara da veya köleci toplumda yaşıyor olurdu. Bakın, insan mutlaka bir gün nasıl olsa ölecek diye oturup ölümü beklemiyor. İşçiler grevi yatarak elde etmedi, kimse de ey işçiler size acıdım grev hakkı veriyorum demedi, tamamen mücadele ile kazandılar. 1 Mayısı kutluyoruz, sekiz saatlik iş günü için. Sekiz saatlik iş günü için canlarını verdi işçiler. Şimdi biz de bu haktan yaralanıyoruz. Daha binlerce mücadele saymak mümkün.

Bizde bir söz vardır ekmek bile çiğnenmeden yutulmaz.

Tekrar söylüyorum siyanür tüm canlılar için yavaş yavaş ölümdür. Artık yerimizden kalkalım, kendimiz için, torunumuz , toçağımız, börtü böcek, kurtlar kuşlar, tutyalar, herdemgüzeli, düdüklerimiz, madığamız, ağaçlarımız, o güzel tabiatımız için, mantar toplamak için direnelim, kazanırız; kazanamasak da torunlarımıza söyleyecek sözümüz olur. Herkese selam Kazdaglar'ının yiğit kadınlarından.

Muzaffer Bal / Altınoluk

----------------------------------------------

25. Kazım Aydoğan - 22 Mayıs 2012
ALTIN MADENİ ve ÇEVRESEL RİSKLER HAKKINDA

Köyümüz ve doğası için güncel bir tehlike olan altın madenciliği hakkında; fazla teknik detaylara girmeden
kısa özet bilgi vermek isterim:

Özellikle yayla mevsiminin başladığı şu günlerde konu güncelliğini ve aciliyetini korumaktadır. Arama çalışmaları sonucunda rezervi tespit edilen altın cevheri bulunduğu yerden açık ocak veya kapalı ocak yöntemleriyle çıkarılır. Hangi yöntemin seçileceği cevherin yapısı, derinliği, dağılımı ve tenörü (cevher içindeki % olarak altın miktarı, genellikle tonda gram olarak ifade edilir yada teknik olarak ppm ) göz önünde bulundurularak tespit edilir. Genellikle damar şeklinde cevherleşme gösteren damar tipi oluşumlu yüksek tenörlü cevherler kapalı işletme yöntemiyle bulundukları yerden çıkarılır. Ancak düşük tenörlü ve etrafa saçınımlı olarak dağılım gösteren altın yatakları ise açık işletme yöntemi kullanılarak bulundukları yerden çıkarılır.

Altın cevherde tipik olarak l0 gram /ton ( % 0.001) dan daha düsük konsantrasyonlarda bulunur. Bu kadar
düsük konsantrasyonlardaki altının cevherden ayrıştırılmasının ekonomik açıdan en uygun yolu su kimyasına dayanan hidrometallurjik ekstraksiyon yöntemlerinin kullanımıdır. Bu yöntemler tipik olarak altının sulu bir ortamda çözülmesini sağlayan liç islemi, onu takiben altının ayrıstırılması amacıyla aktif karbon üzerine adsorbe edilmesi ve son olarak da ayrıstırılan altının çöktürme ile veya yıkama ve elektroliz kullanarak geri kazanımıdır.

Sondaj Sürecinde Oluşabilecek Çevresel Riskler Genel olarak aşağıdaki gibidir:
Sondaj sırasında siyanür (CN) kullanılmamaktadır. Ancak delici ekipmanları yağlayıcı diğer kimyasallar, deterjan ve gliserin türevleri kullanılmaktadır.Ki bunlar da sonuçta kirletici kimyasallardır. Yayladaki içme ve kullanma sularına karışmadığından emin olmak gerekir.
Sondaj sırasında, sondaj atıklarının, zemini jeomebran-jeotekstil le geçirimsizliği sağlanmış kuyularda depolanması sağlanmalıdır.

Ayrıca, gürültü titreşim ve toz sondaj sırasında oluşan diğer çevresel kirleticilerdir. Sondaj için yapılacak yollar da ayrıca bir çevre felaketine yol açmakta güzelim doğamızı, florayı ve faunayı perişan etmekte topografik yapıyı bozmakta ayrıca görsel tahribata yol açmaktadır.

Altın işletmeciliğinde Siyanür işletme sırasında Metalik Altın (Au) elde etmek için çözelti şeklinde kullanılmaktadır. Altının siyanür çözeltisi ile çözünmesi sırasında meydana gelen reaksiyon, Eisner
denklemi ile gösterilebilir .ilgilenenler için sadece, 4 Au + 8 NaCN + 02 + 2H20 -> 4 NaAu(CN)2 + 4 NaOH şeklindedir.

İşletme Sürecinde Oluşabilecek Çevresel Riskler genel olarak aşağıdaki gibidir.

1-Siyanürün Altın Madeni İşletmesi'nde Çevreye Ve İnsan Sağlığına Etkisi
2-Prosesteki Siyanür Liç Ünitesinin Geçirimli Zemin Üzerindeki Etkisi
3-Atık Havuzu/Barajı:
Madencilik faaliyetlerinin, cevherin çıkarıldığı bölgede yapılması teknik ve ekonomik gereklilik olduğundan, Altın Madeni İşletmesinden kaynaklanan atıklar, maden alanı içinde, üretim tesisi civarında depolanacaktır, toplanacaktır.Bunlar hem taş toprak yığını-gang diye adlandırdığımız kısım hem de Siyanürlü çözelti barajları-havuzlarıdır. 1ton kayaçtan-cevherden yaklaşık 5-8 gram altın üretileceğini düşünürsek, 5 kğ altın eldesi için yaklaşık 1000 ton atık oluşacaktır. Kaldı ki altın firmaları haftada yaklaşık 2-4 kg altın elde edecek şekilde işletme dizaynı yaparlar. Yıllar içinde atıklardan oluşan yapay tepeler dağlar meydana gelecektir.
Dolayısıyla;

*Atık Havuzundan Oluşabilecek Toz Emisyonları
* Atık Havuzunun Yeraltı Suyuna ve Çevreye Etkisi
* Atık Havuzunun Floraya Etkisi
* Atık Havuzunun İnsan Yaşamına ve Faunaya Etkisi çok önemlidir.

4-Ağır Metal Kirliliği
5-Madenden Asitli Su Kaynaklanma Olasılığı: Maden işletmeciliğinin en önemli sorunlarından biri asitli suların akarak çevreye arışmasıdır. Bir atığın tehlikeli atık niteliği taşıması arıtma, stabilizasyon ve depolama aşamalarında göz önüne alınması gereken özel koşulları belirler.
6- Maden Ocağından Toz Emisyonu/ Erozyon Etkisi: Altın madenciliği, Açık ocak işletmesi bakımından bir taş ocağından farksızdır.
7. Gürültü ve Titreşim: Maden işletimi sırasında doğabilecek temel sorunlardan biri de patlatmalar sırasında oluşabilecek gürültü düzeyleridir.
8. Prosesten Kaynaklanan Toz Emisyonları: Tesis içinde üretime uygun boyutlara küçültülen kaya ve parçaların kırma, eleme ve işleme işlemlerinden kaynaklanacak partikül ve emisyonlar önemlidir.
9-Bir Afet ve Arıza Anında Oluşabilecek Çevresel Riskler

Özetlersek;
1-Projenin, bölgedeki içme suyu havzasına, yüksek erozyon potansiyeline ve ormanlara etkisi ve bunların toplum sağlığına etkisinin irdelenmesi.
-Siyanür liç ünitesinin geçirimli zemin üzerindeki etkisi ve ayrıca siyanürün Çevreye Ve İnsan Sağlığına Etkisinin analizi
3-Maden işletme tesislerinin 1/2. Derece deprem kuşağı içinde yer almasının insan sağlığı ve çevre üzerindeki olası etkilerinin tespiti;
-Bir sızıntı durumunda yeraltı suyuna ve daha da önemlisi içme suyuna karışacak zehirli atıkların yöre halkının sağlığını etkileme potansiyelinin irdelenmesi
5-pH'ın düşmesi durumunda, atmosfere karışacağı ifade edilen HCN gazının insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkisinin irdelenmesi;
-Toprak katmanları tarafından çok miktarda uzaklaştırılsa da zaman içerisinde hidroliz nedeniyle siyanürün yeniden su ortamına karışması olasılığının insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkisinin irdelenmesi;
-Tesisten ağır metallerin sızma ihtimali ile bu sızıntının çevre ve insan sağlığı üzerindeki uzun vadeli etkisinin irdelenmesi,
7-Atık barajı astarından olabilecek sızıntılardan yeraltı suyu üzerindeki etkilerin insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkisinin irdelenmesi;
9-Tesislerden toprağa, suya ya da atmosfere bir sızıntı durumunda insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkisinin irdelenmesi;
10-Mevcut tesislerde yapılacak olan denetimle olası risklerin giderilme etkinliğinin irdelenmesi;
11-ÇED ve bilirkişi raporlarında sözü edilen risklerin, alınan tedbirler ışığında insan sağlığı ve çevre açısından değerlendirilmesi;
12-Bağımsız kuruluşlarca çevre ve risk yönetim sistemlerinin denetlenmesi, değerlendirilmesi öncelikler arasında olmalıdır.

Kazım Aydoğan - Yantai-Çin - 22 Mayıs 2012

-----------------------------------------------

24.Muzaffer Bal - 22 Mayıs 2012
MADEN + SİYANÜR = Ö L Ü M

Ali Aydoğan'ın, altın madeni üzerine yazdığı yazıyı çok dikkatli bir şekilde okudum, bir dönem bekledim, bekledim çünkü bu konu çok önemli, işin şakası yok; sonuç olarak doğanın toplu ölümüyle ve memleketimizi terk etmek durumuyla karşı karşıyayız. Buna rağmen hiç kimse yazıyı tartışmadı. Bu duyarsızlığı anlamak mümkün değil.

Köylerde ve yaylalarda harika evler yapılıyor, tabi ki içinde insanlar yaşasın diye. Yıllardır dağlarımızda altın madeni sondajları vuruluyor. Birkaç sesten başka ses çıkmadı. Ben iyi bir çevre izleyicisi ve elimden geldiği kadar eylemlerine, panellerini izlemeye çalışıyorum.

Örnek olarak Kazdağılar'ını verebilirim: Kazdağların da altın araması yapılmakta ve birçok sondaj vurulmakta. Bu sondajlardan numune almak içinde siyanür kullanılmakta. Kullanılan siyanürle, çevredeki köylerin arazisinde sular kullanılamaz hâle gelmiş. Köylüler hemen hemen her ay bilim adamları ve çevrecileri çağırarak bilgilendirme panelleri yapılıyor. Tabi aynı zamanda altıncılarla mücadele ediliyor. Altıncılar da boş durmuyor, onlarda "bilinçlendirme" (!) yani kandırma toplantıları yapıyorlar. Bu toplantıların ana teması sizin köylere zenginlik getireceğiz, sizler bu madende çalışacak para kazanacaksınız. Bu propagandanın amacı halkı birbirine düşürmektir. Parayla köylülerin bir kısmını satın almaya çalışarak, diğer köylülerin karşısına sürüyor. Bizim köyde de ev kiralayarak başlangıç yaptı. Tüm altın aranan yerlerde, HES'lerde bunu yapıyor, ne yazık ki genelliklede başarılı oluyorlar. Bu çok önemli.

Altın madencilerinin diğer mücadele biçimi ise sondajlar yapıp, burada istediğimiz kadar rezervar yok diyip halkı pasifise etmek. Halk psikolojisini çok iyi bilen maden şirketleri, ilk tepkiyi dindirdiği zaman gerisi kolay olarak düşünür. İkincisi ise "Sizin dağlarınızından altını çıkaracağız ama sizin topraklarda ayrıştırmayacağız, madenli toprağı alıp bir başka yerde işleyeceğiz." Bu tamamen yalan, çünkü topraktan bir gram altının ayrıştırılması için yarım ton su, 175 gram siyanür gerekiyor, bir ton topraktan otalama 10 gram altın elde ediliyor. Şimdi düşünelim bu kadar toprak nereye götürülecek? Nasıl götürülecek? Peki, götürülebilir diyelim; o götürdüğü yer kabul edecek mi? Bu, maden şirketlerinin koskoca yalanı. Altını çıkarmak için su kullanılıyor, kullanılan bu su Kırıntı suyu olacak, yani büyük dere susuz kalacak tabi tüm Kırıntı toprağı da çöle dönecek, bu bile karşı çıkmamıza yetmez mi?

Siyanür, sadece suları zehirlemekle kalmıyor, rüzgârla daha geniş alanlara yayılıyor ve ağaçları, canlıları zaman içinde öldürüyor.
Siyanürün daha birçok zararlarını saymak mümkün. Daha kötü bir şey daha; güvenlik gerekçesi ile toprakların sahiplerini yani bizi dağlarımıza çıkarmayacaklar.

Sadece Kırıntı mı? Hayır, tüm çevre köyleri, Kelkit çayı çevresini de etkileyecek. İşte bundan dolayı şimdiden tüm bu çevrelerle bağ kurulmalı ortak mücadele platformu oluşturulmalı. Altın madencileri, çek git demekle gitmediği çok açık, bundan önceki bölgelerdeki mücadelenden biliyoruz.

Uzaktan gazel okuduğumu biliyorum. Ama olsun, sadece dikkat çekmek istedim. Bu kısa yazı yazmama sebep olan Ali dosta teşekkür ederim. Kazdağlarından selam!

Muzaffer BAL / Altınoluk


----------------------------------------------------------------------------------------------


23. Yazı - Muharrem Aydın - 29 Nisan 2011
ORMANLARIMIZ TEHLİKEDE

Tabiî ki bizi köyümüze çeken en önemli sebeplerden birisi çocukluğumuzda yaşadığımız anılarımız. Son yıllarda ilgi duymamızın, lüks evler yapmamızın, şenlikler düzenlememizin sebebi köylerimizi sevmemiz. Köyümüzün dağlarını, yaylasını, suyunu, gözesini, çayırını, çimenini, bağlarını, bahçesini, ormanlarını sevmemiz.

Sevdiğimiz köylerimiz için elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Su getirmek, kanalizasyon döşemek, yol yaptırmak, elektrik, telefon, çevre temizliği vb. Bunların yapılmasında emeği geçen herkese saygılar sunup, teşekkür ediyorum.

Fakat bunca sevdiğimiz, gitmediğimizde özlem duyduğumuz köylerimizdeki ormanlarımız tehlike altında. Her yıl ülkemizin birçok yerinde oluşan orman yangınlarını üzüntüyle izlerken, köylerimiz ve çevresindeki ormanlar geliyor aklıma.
Sık kavak, Ağgüney, Meşe, Kuzuluk, Çamlık, yaylalardaki ormanlarımız. Sitemize adını verdiğimiz Karadoruk. Daha önceleri tarla olarak kullanıp otuz kırk yıldır kullanmadığımız araziler de ormana dönüşmüş. Yeni yapılan birçok köy evi ormanla bitişik. Kapı önünde yaktığımız ateşten herhangi bir kıvılcımın ormana sıçrama sansı yüksek.

Bu ormanlar yanarsa ne yaparız, yanarken nasıl kurtarırız? Yeniköy meşesini düşünüyorum yanarken! Nasıl söndürülür? Nereden su getirilir? Kırıntının Kuzuluk ormanını düşünüyorum. İçerisine insan giremeyen ormana itfaiye nasıl girecek? Şiran itfaiyesi yetişebilecek mi? Araçlar nereden gelip, hortumu nereden geçirecek? Gümüşhane itfaiyesi yangın Karadoruk'u aşıp Kırıntı'nın yaylasına ulaştığında mı gelebilecek? Ağgüney'i düşünüyorum... Gezerken bizler yaya olarak eteklerinde zor gezebiliyoruz. Yangında hangi itfaiye eri, hangi araçla ulaşıp söndürecek ormanı?

Çevremizde herhangi bir orman yangını olduğunda yangın, muhtemelen çevre köylerin ormanları da dahil diğer ormanlara da sıçrayarak, tüm çevremizi bozkıra dönüştürecek.

Modern orman sisteminde orman içerisinde açılmış caddeler, onlara bağlı sokaklar vardır. Bu yollar yangının diğer parsellere atlamasını önler, itfaiye araç ve erleri bu yolları kullanır.
Bizim ormanlarımızda bu eksik. Orman içi yollar.

Kırıntılı, Yeniköylü, Dilekyolu, Kayacık köylerinden herkese sesleniyorum. Şahıs olarak, dernekler olarak, muhtarlıklar olarak, ormanlarımıza sahip çıkalım. Ormanları yangın tehlikesinden koruyacak orman yollarının yapılması için harekete geçelim. Yarın çok geç olabilir. Hemen şimdi!

Muharrem Aydın - Ankara


----------------------------------------------------------------------------------------------

22. Yazı - Durmuş Öztürk - 31 Ocak 2012
KÖYDE KÖTÜ KIŞ KOŞULLARINDA KEDİLERİM

Türkiyede, karakol, askeri komutanlıklar ve bazı devlet kuruluşlarının kapılarında nöbet tutan korumalar bulunur. Hatta korunanlar arsında önemli makamlarda bulunan kişiler de var. Mevsim kış, illa da 2012 kışı ki evlerden dışarı çıkmak istemiyor insan.

Derler ki, Erzurum'da kışın, yüksek bir yerden aşağı tükürülse, o tükrük toprağa düşmeden havada donarmış. Bu sene Kırıntı'da da, Erzurum vari bir soğuk söz konusu. Bazı geceler sabah yakını soğuk, -16 , -17 dereceyi buluyor. Ufak bir tedbirsizlik, evlerde su şebekesini hemen donduruyor. Eğer yiyecek içecek, yakacak sorunu yoksa, dışarı işleri hariç, insan pek de aciz kalmıyor. Kaderimiz bu deyip, gene de hoş vakit geçirmeğe gayret ediliyor.

Ya kediler, köpekler? Yazın çoğu aileler, yiyecek artıklarını, kedi ve köpeklere vererek çöp derdinden bir yerde kurtulmuş oluyorlar. Dışarıdan Kırıntı'ya ihraç edilen kedi ve köpekleri de bu şekilde besliyorlar. Bu mevsim hayvanların çoğalma zamanları olduğu için, onlar da hızla artıyorlar.

Güz gelince, bu merhametli görünen ailelerin yüzde doksan beşi köyü terk ediyor. Hayvancıklar da kış ve karın insafsız kucağına bırakılıyor. Yazın dışarıdan gelen her hayvan koruma altına alınmazsa, onların çoğu, ayrıldığı köye döner. Bu ıssız köyde de kışın, çok sayıda sahipsiz hayvan bulunmaz.

Şu sıra bizim kapıda yirmi civarında kedi var. Çoğu henüz çocukluk çağını yaşayan genç yavru kediler. Bir taraftan soğuk, diğer taraftan açlık, hayvanları kendinden geçiriyor. Dış kapıyı açınca, hep birden, acayip sesler üreterek taa yüzüme yukarı zıplıyorlar. Sesleri öğle bir armoni yaratıyor ki, insanın beyni gıcıklanıyor. Bu günlerde rahatsızım, ama acı acı bana bakışları içimi parçalıyor. Günde iki kez olmak üzere, onlara yiyecek hazırlıyorum. O yiyecekleri, istiyorlar ki, elimden havada kapıp alalar. Yedikten sonra da, karın altında kalıp, esen rüzgâra göğüs geriyorlar.

Dışarıdan pencereye tırmanıp, sürekli beni izliyorlar. Ben kafamı kaldırıp indirdikçe, onların kafaları, bazen de göz kapakları kalkıp iniyor. O bakışlar beni rahatsız ediyor. Yaşlı kedileri ufak da olsa, cezalandırıyorum, ama genç kedilere bir şey yapamıyorum. Sözün kısası, yaşlı çağlarımızda kedi dadılığı yapmağa başladık. Hayırlısı.

----------------------------------------------------------------------------------------------


21. Yazı - Durmuş Öztürk - 30 Ocak 2012
30 OCAK'TA KÖYDE KIŞ

Şu an 30 Ocak 2012 Pazartesi. Akşam saatleri. Kavrazlı'dan köye ve araziye bakıyorum. Şu anki sisli, puslu görünüm, bana "Karaduman Suşehri'nin Ovası" sözleriyle başlayan bir ağıtı hatırlattı. Kirlilik duygusu uyandıran bir sisle yüz yüzeyim. Tüm evler, sanki sis denizine gömülmüş hissini veriyor insana.

Uçan kuşları yaz mevsiminde bizim evden belki taa Hıdrellezin Tepeye kadar havadan takip ederdim. Bugün, bizim kapıdan havalanan saksağanı, Aşur'un Mehmetlerinden sonra kaybettim. Zannedersin ki beyaz bir kütlenin içine saplanıp yok oldu.

Her mahallede bir, iki, belki sadece üç ocak tütüyor. O kadar yalnız ki köy, o kadar ıssız ki, bir o kadar da sessiz. Abdallı'dan ya da Sarıkızgillerden gelen bir balta sesi bile benim için bir şenlik. Bir kuşun ötüşüne, bir köpeğin havlamasına bile ihtiyaç duyuyorum. Şenlikli evlerin bacalarından çıkıp döne döne havalanan duman bile ayrı bir mutluluk kaynağı.

Kıştan söz edince kurtlardan da söz etmek gerekir. Bu sene bir kurt vakası duymadım ama yine de tedirgin olmamıza sebep oluyor. Kurtlar, insanlara zarar vermediler ama köpekleri parçaladıkları bilinen bir gerçek. Ben kendim, özellikle kış geceleri tedbir almadan komşuya gitmekten çekiniyorum.

Kış geceleri komşuya misafirliğe gitmenin tadının ayrı olduğunu bilmem biliyor musunuz? Patatesler sobaların fırınına sürülür, turşuların her çeşidi sofraları süsler, çoğu zaman ısıtılmış ekmekler tepsiye konur, geriye iştahla yemek kalır. Gece yemenin sağlık için çok zararlı olduğunu bildiğim hâlde, gene de az çok yememiş duramıyorum. Çünkü yıllarca, süregelen bir alışkanlığımız var.

Çocukluğumuzda geceleri, masallar, hikâyeler anlatılır, pıspıs veya fincan altına yüzük saklamalar oynanırdı. Şimdi bunlar hep tarih oldu.
Köyün kışına hasretlik duyan herkese sevgiler.

Durmuş ÖZTÜRK - Kırıntı Köyü - 30 Ocak 2012

-.-.-.-.-.-.-.

Muzaffer Bal'ın "İlkler" düşüncesi de Durmuş Öztürk'ün 'Emektarlarımıza Vefa Borcu' düşüncesi gibi çok yerinde bir öneri.
Okuyucularımızın bildiği "İlkleri" yazarak katkı sunmaları dileğimizdir.
----------------------------------------------


İlkler - 01

20. Yazı - Muzaffer Bal - 16 Ocak 2012
İ L K L E R

Belki bir tartışma açar diye, babamın bana anlattığı ve köyümüze gelen birtakım ilkleri yazmaya karar verdim. Bu yazdıklarım, kesin doğrular değil tabi. Ben de sadece bunlar üzerinden, bir tartışma açılır ve bu ilkleri, daha bir çok ilkleri ortaya çıkarırız umudu ile yazıyorum.

* Etek: Bizim köylerde kadınlar hepimizin bildiği üzere, üç etek giyerlermiş. Benim çocukluğumda da, bir kısmı hala giyiyordu. Erkekler gurbette gittiklerinden, orada gördükleri değişik giyimleri, kendi köylerine de yavaş yavaş taşımaya başlarlar. İşte Cicimaliğilin Şükrüsü (babam) da, gurbette gördüğü etek dikkatini çeker. Gurbetten gelirken bir miktar basma alıp köye getirir. Bu getirdiği basmayı alıp kasabaya götürür, kasabada Enver beylerin evlerinin yanında bir kadın terzisi bulur ve bu kadın terziye bu basmadan etek dik der. Kadın terzi neye göre dikecem, ölçü vermelisin der. Babam yanındaki karısı Fedime'yi tarif eder ve işte buna göre dik der. Diktirdiği eteği alıp köye gelir. O günlerde Burgababa ziyareti vardır, karısı Fedime'yi ikna eder ve eteği giydirir Burgababaya götürür. Durmuş öğretmen (Durmuş Öztürk), gelip Cicimaliğilin Şükrüsü'nü tebrik erder. İlk görenler önce bir yadırgarlar, ama rahatlığını anlayınca birçokları da etek giymeye başlar, böylece etek Kırıntıya gelmiş olur.

* Saç Kesme Makinesi: 1922 yıllarında Gogugilin Halil Efendi varmış, ilkdefa gurbetten saç kesme makinesi getirmiş. O zamana kadar köyde saçlar makasla kesilirmiş. Bitin çok yaygın olduğu yıllar tabi, bütün çocuklar bitten bitmiş durumdalar. İşte tam bu zamanda Halil Efendi gurbetten getirdiği saç kesme makinesini eline alır, bıkmadan usanmadan mahalle, mahalle gezerek köydeki çocukların tümünün saçlarını keser.

* Radyo: Kıneyiz ( Hüseyin Bal ) İstanbul'da çalışıp köye dönme zamanı gelince, işvereni mütahit Necati bey, Kıneyiz'e köyüne gidiyorsun, köyde olmayan bir şey götür köyüne der. Ona bir radyo verir. Kıneyiz radyoyuyu alıp köye gittiği zaman ekin zamanıymış. Köylüler özellikle Balogiller tarlaya gidiş gelişlerde Kıneyizlerin evini uğrak yapmışlar. (Küçük bir ekleme: Bu kocaman bataryalı kocaman radyoyu ben de gördüm.)

*Öğrenci Sırası: Köye ilk okul yapıldığı zaman, öğrencilerin babalarının yaptıkları masalarda, üç dört çocuk bir arada, yine babalarının yaptığı taburelerde otururlarmış. Bir yıl sonra, İstanbul'da Ticaret Odasında çalışan Sofugilden Yusuf Efendi, bir okulun sıralarını yenilmesinden faydalanarak, o okuldan eski sıraları alıp köye, Alucra üzerinden göndermiş. Bu sıralar, döküm ayaklı sıralarmış. Köyün okulu, Sofuğilli Yusuf Efendi sayesinde sıralara kavuşmuş. Bu, babamın anlatmasıdır, babam Kırıntı okulunun ilk öğrencilerindenmiş, üç yılda mezun olmuşlar. O zaman okullar üç yıllıkmış.

Muzaffer Bal / İstanbul

2011


19. Yazı -Esma Korkmaz - 20 Aralık 2011
DURDANE ÖZTÜRK'ÜN KÖYÜMÜZ YOLUNUN YAPIMINDAKİ KATKISI
(Emektarlarımıza Vefa Borcu-03)

Durdane ile ben orman genel müdürlüğünde 8 yıl çalıştıktan sonra Özal döneminde köy hizmetlerine geçtik. Çalıştığımız bölüm aynı olduğu için birleşmeden dolayı zorunlu geçmiştik. Köy hizmetlerinde çalışırken çalıştığımız şubede Süleyman Kaya ile tanıştık. Hemşeri çıkmıştık. O da Gümüşhane - Torul'dandı.
Günler geçtikçe samimiyetlik ilerledi. Bizleri ailesiyle tanıştırdı. Karısı öğretmenlik yapıyordu. Süleyman Kaya, Türkiye'deki tüm köylerin yollarıyla ilgileniyordu. Köy yolları önce programa alınıyor, her sene kitapçık halinde basılıyordu. Ertesi sene de yollar yapılıyordu.
O kitapçığı iki arkadaş daktiloyla yazıyorduk. Her sene yılbaşına yakın iki ay çok sıkı çalışırdık. Gece 10:00'lara kadar kalırdık.
Durdane Öztürk, evrak işlerine bakardı. Durdane'nin ciddi çalışmaları ve titizliği orada herkes tarafından bilindiği için ona diğer çalışanlara kıyasla daha da saygı gösterirlerdi.
Bir gün kendi aramızda sohbet ederken, "Süleyman Bey bu kadar emeğimiz geçiyor. Neden bizim köylerin yolu yapılmıyor" diye sorduk. Bunun üzerine Süleyman bey, "Öyleyse bu sene programa alalım, gelecek sene yapılsın." dedi.
Programa alırken Durdane'nin çok faydası oldu. Ben yakın köyleri tanımadığım için yolun nereden nereye yapılacağını bilemiyordum. Durdane, yol güzergahının açıklanmasında etkili oldu. Köyümüze su deposu yapılmasında ya da Yeniköy'e gölet yapılmasında da Durdane'nin emekleri çoktur. Nur içinde yatsın diyorum.
Dürdane ve ben, her ne kadar yol yapım kararında önemli bir rol aynasak da yolların yapımını takip eden, tüm aşamalarında büyük emekleri geçen Ankara, İstanbul, Almanya dernekleri yöneticilerine ve diğer tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Esma Korkmaz - Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------


(Emektarlarımıza Vefa Borcu-02)

18. Yazı - Babuko Hüseyin - 16 Aralık 2011
SAİT BAKAR VE ARKADAŞLARI

Sayın Durmuş Hocamızın, Sarı İbrahim (İbil) amca yazısını okuyunca benim aklıma da Kadı amca (Sait Bakar) ve arkadaşları geldi.
1989 yılının yazında köye gitmiştim. Bir gün denildi ki bu gece mezarlıkların orda köy ortak işleriyle ilgili olarak bir kepçe çalışması olacak, isteyenler gidebilir.
Oraya gittiğimde epeyce bir kalabalık gördüm. Ortalıkta bir kepçe homurdanarak çalışıyor, bir su arkını düzlüyordu. Çok geçmeden orraya bir candarma cipi geldi. Sonradan öğrendim ki kepçe oraya kaçak olarak getirilmiş. Kepçe oparatörünü alıp Şiran'a emniyete götürdüler. Bunun üzerine herkes köye, evlerine dağıldı.
Aynı gece bir saat kadar sonraydı. Bizim evin kapısında bir şahıs babamla konuşuyordu. Bu şahıs Hancıgil'in Kadı'sıydı. Küçüklüğümde onun adını çok duyardım ama yakından tanımazdım. Hatta asıl adının Sait olduğunu çok sonraları öğrenmiştim.
Ertesi gün Yeniköy'e gitmiştim. Akşamüzeri ortalığa korkunç bir haber yayıldı. Kırıntı'da iki cenaze varmış dediler. Köye döndüğümde ortalığın mahşer gününe döndüğünü gördüm. Merakla sorup soruşturunca olayın ayrıntılarını öğrendim.
Dün gece çalışan kepçeyi Kadı amca, İskendergilin Kamil'inin oğlu Erol ve Sofugilden Nuri getirmişler. Jandarma, kepçe operatörünü götürünce köylülerimiz kaygılanarak Kadı amcaya, "Güvenliğiniz için birkaç gün boyunca ortalıkta görünmeseniz iyi olur." demişler.
Kadı amca, Giresun'la bağlantılı bir yaşam sürdürmektedir zaten, Giresun'a gitmeye karar verir. Erol ve Nuri'de onunla gitmek istiyor. Erol'un kullandığı bir taşıtla yola çıkıyorlar. Erol, Şebinkarahisar-Giresun arasındaki sarp yolların yabancısıdır. Aksilik bu ya o gün dağlar koyu bir sisle kaplıdır. Görüş alanı sıfır gibidir. Yolların yabancılığına bir de sis eklenince o korkunç olay gerçekleşir. Araba iki yüz metrelik uçuruma yuvarlanır. Kadı amca ve Erol vefat ederken, Nuri ağır yaralı olarak kurtulur.
Sonuçta bu insanlarımız köy işleri uğruna ölmüş ve yaralanmışlardır. Ölenlere Allahtan rahmet, sağ olan arkadaşa da uzun ömürler diliyorum.
Babuko Hüseyin - Ankara - 15 Aralık 2011

----------------------------------------------------------------------------------------------

Emekli öğretmenlerimizden Durmuş Öztürk'ün 'emektarlarımıza vefa borcu' düşüncesi gerçekten hoş bir düşünce. Bu sayfada Durmuş öğretmenimizin İbil Amca yazısı örneğinde olduğu gibi köyümüze yararları dokunduğuna inandığınız kişileri anacak, tanıtacak yazılar gönderebilirsiniz. - A.A.
-.-.-.-.-.-.-.-.-.

(Emektarlarımıza Vefa Borcu-01)
17. Yazı - Durmuş Öztürk - 14 Aralık 2011
İBİL AMCA

Geçmişte, köyümüzle ilgili çeşitli görevlerde çalışıp bugün, sadece zaman zaman ismini dile getirdiğimiz birçok emektarımız vardır. Biran için de olsa onları hatırlamamız, kendilerine bir vefa borcudur diye düşünüyorum.
Halkımız tarafından İbil diye adlandırılan Sarı İbrahim dediğimiz İbrahim Günel'i örnek olarak ele alabiliriz. Bu muhteremin, köy orman koruculuğu, diyebilirim ki Kuzuluk Ormanı'nın yeniden var olmasında en büyük etkendir. Gençlerimizin çoğu, bundan kırk elli yıl öncesi Kuzuluk Ormanı'nın ne durumda olduğunu bilemezler. Bizler oranın, çıplak bir bozkır olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu saha, eskiden ulu çam ağaçlarının bulunduğu mükemmel bir ormanmış. "Göl dibinden su eksik olmaz" özdeyişinden esinlenerek buranın adeta bir sit alanı gibi korunmasına köy halkı karar vermiş. Öyle ya, göl dibinden su eksik olmazsa, o şaşalı ormanın kalıntısı olan kök ve filiz verecek parçacıklar da o topraktan eksik olmaz varsayımı ile girişim gerçekleşmiş. İşte İbil Amca'nın asıl görevi o zaman başlamış. Yıllarca oraya bir hayvan tırnağı değdirtmemiş.
1961'de askere gidecektik. Son olarak arazide gezinirken Kuzuluk'ta da bir tur atmaya karar vermiştik. İbil'e danışmadan onun yeşerttiği ormana izinsiz girmenin ona haksızlık olacağını düşünerek tereddüt etmiştik.
Kuzuluğun yaratılmasında büyük emeği olan İbil amcayı minnet ve rahmetle anıyorum.

Durmuş ÖZTÜRK -Kırıntı - 13 Aralık 2011

----------------------------------------------------------------------------------------------


Bu sayfadaki 12. yazı emekli öğretmenimiz Niyazi Bal tarafından gönderilmiş ve 5 Kasım 2011 tarihinde "Kırıntı Köyü'nde Özlem Duyduğum Yenilikler" başlığıyla yayınlanmıştı. "Düzeltme" başlıklı bu kısa yazıyı o yazının devamı olarak göndermiştir. İlgisinden dolayı kendisine teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. - A.A.
-.-.-.-.-.-.-.-

16. Yazı - Niyazi Bal - 08 Aralık 2011
DÜZELTME
Bu sayfada yayınlanan 5 Kasım 2011 tarihli yazımda dikkatimden kaçmıştır. O yazıda Ankara Derneği yöneticilerinin sözü geçmemiştir. Halbuki benim gözümde asla ayrım yoktur. İstanbul, Almanya ve Ankara derneklerimiz ortak çalışmışlardır. Yapılan hizmetler ve işlerde büyük katkıları olan Ankara derneğinde birkaç dönem başkanlık yapan Hüseyin Aydoğan'a, ayrıca Şükrü Aydoğan'a, merhum Dürdane Öztürk'e, Esma Aydoğan'a ve Yeniköy'den Cevat Günel'e çok teşekkür ediyorum.
Ek olarak, eski muhtar Hüseyin Aydoğan'a ve Arif Bal'a da köyümüzün özellikle su davasında ve daha başka konularda canla başla çalıştıkları için çok teşekkür ederim.
Niyazi BAL
Emekli Öğretmen

----------------------------------------------------------------------------------------------

15. Yazı - Ceylani Öztürk - 04 Aralık 2011
YAŞAM VEREN BİR TÜRKÜ: "KIRINTI'NIN BAŞLARI"

9 Kasım 2005 tarihinde Türkmenbaşı/Türkmenistan'da geçirdiğim ağır bir trafik kazası sonucu beni Türkmenbaşı şehrindeki hastanede acil servise götürüyorlar, müdahele ediyorlar. Başarılı olamayınca ertesi gün beni uçakla Asgabat'a götürüyorlar. Burada da yoğun bir müdahale oluyor ama sonuç yine başarılı değil.
Bir süre sonra durumumda bir değişiklik olmuyor. Bitkisel hayattan çıkmam pek söz konusu değildir. Ağabeyim Cevat'ın gelmesinin gerekli olduğu düşünülüyor ve ona haber veriliyor.
Cevat, elbette kazadan haberdardır; ama durumun bu kadar üst seviyede ve kritik olduğunu bilmemektedir. Kendisine sadece ayaklarımda ufak tefek kırıklar olduğu, panik yapacak bir sorunumun olmadığı söylenmiştir. Bu eksik bilgilerle soluğu Askabat'ta alır. Benim gerçek durumumu öğrenince beyninden vurulmuşa döner; ama sakin olmaktan başka yapacak bir seçeneği yoktur.
Tedavi gereği doktorlar gün içerisinde sadece eşime ve kardeşime 21:00-21:05 arasında 5 dakikalık süreyle odaya girişe müsaade ediyorlar, yoğun bakım çok sıkı olarak sürmektedir. Odaya giriş tamamen tecrit altındadır.
Doktorlar, Cevat'a durumla ilgili olarak pek umutlarının olmadığını ama hafızayı ve beyni canlı tutmaya çalıştıklarını söylerler. Hatıraları zorlayarak bir hareket olabileceğini düşünmektedirler. Cevat'ın benim yanımda geçmiş günlerden konuşmasının, anılardan söz etmesini, tanıdığım isimleri söylemesinin yararlı olabileceğini düşünürler. Belki hafızamı tekrar harekete geçirebileceği inancındadırlar.
Cevat, başucumda Tuzlucayir 42'ci sokak anılarını anlatır, arkadaşlarımızdan söz eder, isimlerini söyler. Hâlâ bir kıpırdanış olmayınca üzgün bir sesle KIRINTININ BASLARI türküsünü söylemeye başlar. Diğer günler de benzeri çalışmalarını sürdürür. Sonunda kendime gelerek yaşama yeniden merhaba demişim.
Bu olaydan yani ikinci kez dünyaya gelişimden sonra yaşama bakışımda çok büyük değişiklikler olduğunu rahatça söyleyebilirim. Artık her şeyi çok dert etmiyorum. Eskisinden çok daha mutluyum. Kazadan sonra ikiz çocuklarım oldu. büyük oğlum, 9 Eylül Ünv. İnşaat bölümünde okuyor. Yaşamın merkezindeyim ve dolu dolu yaşıyorum.
Yukarıda yazdıklarım ben kendime geldikten sonra bana anlatılanlardır. Cevat, Kırıntı'nın Başları türküsünü söylerken nasıl bir ortamdaydı komada olduğumdan bilme şansım yoktur. Umarım sevgili ağabeyim Cevat bir gün anılarını yazar da bizler de okuruz.
Bu sitede yayınlanan Kırıntı'nın Başları öyküsünü okuyunca, o korkunç kaza günleri hafızamda canlandı. Cevat abimin söylediği bu türkünün kendimi toparlamamda etkisi olduğuna inanıyorum.
Tüm site dostlarına selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.

Ceylani ÖZTÜRK - Ashgabat/Turkmenistan - 04 Aralık 2011

----------------------------------------------------------------------------------------------


14. Yazı - Babıko Hüseyin Aydoğan - 22 Kasım 2011
GÜZEL KÖYÜMÜZÜ VE ÇEVREMİZİ KORUYALIM

Yılmaz Bakar'ın, 12 Eylül 2011, Çevreye Duyarsız İnsanlar Gördüm, şiirini yazmış olduğu gün. Yılmaz Bakar ile Züğürdün Kaçağı tarafına gezmeye gidelim dedik. Yol, futbol sahasının kıyısından geçiyordu. Sahaya bir baktık ki; pet şişeler, kola ve bira kutuları, ayakkabılar, yırtıkpırtık şapkalar ve poşetler, daha neler neler, atmışlar. Görünümü çok kötü. İçler acısı bir durum, çok ayıp.
Bunca emek verilerek ve bunca masraf yapılarak köyümüze kazandırılan bu güzelliğe karşı, yapılan bu çirkinlik, gerçekten ayıp olmuş. Bu çirkinliği yapanları ayıplıyorum ve kınıyorum.
Ayrıca futbol sahasını yapanlara, parası ve emeği geçenlere, Babuko Hüseyin olarak çok teşekkür ederim.
Gene, Yılmaz Bakar'a bu yazdığı- Çevreye Duyarsız İnsanlar Gördüm- şiirinden dolayı çok teşekkür ederim. Yılmaz bey, şiirin gerçekten çok güzel. Beynine ve güzel ellerine sağlık.

21-11-2011 BABUKO HÜSEYİN - ANKARA

----------------------------------------------------------------------------------------------


13. Yazı - Emekli Öğretmen Durmuş Öztürk - 16 Kasım 2011
KÖYDE İŞBİRLİĞİ

Köy, yönetimi, coğrafi sınırları, kendisine bağlı nüfusu ve gelenekleriyle bir bütündür. Bu bütünlük kolay kolay bozulamaz, zedelenemez. O coğrafyada halkın varlığı devam ettiği sürece, genelde bütünlük, bir birim olarak yaşam da devam eder. Benim üzerinde durmak istediğim asıl bütünlük, birlik, fikir ve görüşlerin uzlaşması ile birlikte alınan kararlara herkesin saygı göstermesi ve uyum sağlamasıdır.
Geçmişte,köyümüzün muhtarı Hüseyin Aydoğan ile dört sene beraber çalıştım. Daima destekledim, bence doğru bildiğim görüşlerimi, kendisine aktardım. Köy sorunu ile ilgili bir meselenin çözümü gerçekleşince, benim özel işimmiş gibi keyfoldum.
Lakin ne var biliyor musunuz? Üzülerek kaydetmek gerekirse, halkımızda köy kararlarına, uyulması şart olan disipline, usullere uymayanlar var. Bunların kendi kafalarının doğrusuna gitmesi, kendilerinden isteneni benimsememesi, köyde huzuru bozuyor. Onların halka kötü örnek olması, bazı işlerin aksamasına, hatta hiç yapılamamasına neden oluyor.
Toplum içinde, benim diyenlerin birçoğu, zamanı geldiğinde köy ortak işleri için beş kuruşluk parayı ödemekten kaçınıyor. Toplanmasına karar verilen para, halkımızı zorlayacak miktarlarda olmuyor zaten. Bu uyumsuzların çoğu, ne yazık ki, ekonomik durumu biraz daha iyi olanların arasından çıkıyor.
Bu olumsuz huyların terk edilmesi gerekir. Sadece terk etmekle kalmamalı, karşılaşılan uyumsuzlar da ikna edilmeli. Ancak böylesi işbirliğiyle, dayanışmayla, kişisel görev ve sorumlulukların yerine getirilmesiyle cennet gibi olan bu güzel köyümüzü daha da ileri götürebiliriz.

Durmuş ÖZTÜRK - Kırıntı Köyü

----------------------------------------------------------------------------------------------


12. Yazı - Emekli Öğretmen Niyazi Bal - 06 Kasım 2011
KIRINTI KÖYÜ'NDE ÖZLEM DUYDUĞUM YENİLİKLER

Kırıntı Köyü Geliştirme ve Kültür Derneği 1990 yılında kuruldu. Amaç ve idealimiz, köyümüzün yeniliklerle uygar duruma getirilmesiydi.
İlk dernek başkanı İzzet Gündoğan, peşinden gelen rahmetli öğretmen Hüseyin Bal, Dursun Öztürk, yine ölümüyle bizi büyük acılar içinde bırakan Süleyman Aydoğan, altı dönem devam eden Celal Coşkun, Hüseyin Mercan, hâlen başkanlığa devam eden İbrahim Gündoğan güzel işler başardılar. Ağaç dikimi, okulun onarımı, kanalizasyon işi, çok önemli olan su konusunu başardılar. Hizmetleri ve isimleri unutulmayacaktır.
1990'dan bugüne kadar seçilen dernek yöneticilerine candan teşekkür ediyorum. Hüseyin Mercan'ın Karadoruk tepesindeki kalıcı hizmetleri unutulmayacak.
Ayrıca şunu da önemle ifade ediyorum: Almanya'daki Kırıntı Köyü derneği de hem maddi, hem manevi desteğini coşarak, kıvançla esirgemediler. Büyük yardımları oldu.
Bütün işlerin başarılması elbette para ile oluyor. Kırıntı Köyümüzün kıymetli halkı da cömertlikle para vermede güzel örnek oldular.
Asıl konuya geliyorum: Kırıntı Köyüne girince önümüze bir meydan çıkıyor. Ne yazık ki bakımsız, göze hoş gelmeyen durumda. Dernek başkanlarının amacı bu meydanı uygar, temiz Kırıntı Köyünün yüzünü ak edecek bir güzelliğe kavuşturmaktı. Bu fikrimiz yirmi sene uzadı. Engellerle karşılaştık.
Hâlen görevine devam eden Dernek Başkanı İbrahim Gündoğan, Almanya Derneği adına çalışan Şahin Bal, Muharrem Güngör, adı geçen köy meydanını güzelleştirmek için kolları sıvadılar. Öyle kolay, basit bir iş değildi. Plana göre park alanının çevresi tahta perde ile çevrildi. Beton duvar örüldü. İçi, toprak ve molozla dolduruldu. Düzgün konuma geldi. Otuz metrekarelik salonu olan bir bina. Çay ocağı içinde. Oturup dinlenmek için çardak yapıldı. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ayrıca, Şahin Bal'a da cem evindeki hizmeti için teşekkür ediyorum.
Sonuç: Köy meydanında kurulan park için önemle şunu vurgulamak istiyorum: Şu andaki dernek başkanı İbrahim Gündoğan bu eserin meydana gelmesinde hiç yılmadan, asılsız çatlak sözleri önemsemeden bu işin üzerine giderek başarmıştır. Teşekkür ederim.
En önemlisi: Atatürk'ün büstü bu alanı onurlandıracak. Köydeki boşluğu o dolduracak. Dünyada tek lider, eşsiz Atatürk. Her acımız, sorunumuz ondan aldığımız ilhamla çözülecektir. Manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum.

Emekli Öğretmen Niyazi Bal - İstanbul - 02.11.2011

----------------------------------------------------------------------------------------------


11. Yazı - Zeynel Öztürk - 11 Ekim 2011
SORUNLARI HEP BİRLİKTE AŞABİLMEK

Sayın Ali hocam, Hatun Aydoğan ablamızın yazdıgı yazıya karşılık yazı yazmadım. Bende Hatun ablamızla hemfikirim. Herkes çamların altını sahiplenmiş. Herkes dilediği gibi bir oturma yeri yapmış. Dışardan gelen köylüleri o masadan öbür masaya devamlı kaldırdılar. Kendi şahsım olarak ben de camların altının herkes tarafından oturak yeri yapılmasına kesinlikle karşıyım. Bu kendi fikrim.

Tabiki güzel eleştirilerden alacagımız cok ders var. Bence Hatun ablamız güzel bir konuya deginmiş. O konuyu da nasıl aşarız, o ayrı bir muamma. Benim kendi fikrim mesala Burgababa şenliklerinin oldugu yerde atalarımızın dedelerimizin olduğu yönde yapılması.

Güzel konularınızı zevkle izliyorum. Kişilerin eleştirilerini, güzel yorumlarını okurken zevk ve haz alıyorum. Sana binlerce teşekkür etmek lazım. Köyümüzün her tarafı çöplük olmuş. Maallesef bu kadar duyarsızlık niye, onu da anlamış degilim.

Ali hocam Almanya derneğiyle konuştuğumuzda köye cöp konteynırı konulması için yardım edeceklerini söylediler. Çözüm hepimizin elinde. İnş. bu konuyu da güzel çalışmalarla hep beraber aşarız. Bizler bu dernekte geçiciyiz ama köy hepimizin. Buradan güzel yazılar yazarak, yazılan yazıları yayınlayarak bizleri bilgilendirdiğin için teşekkür ederim hocam.

Zeynel Öztürk

----------------------------------------------------------------------------------------------


10. Yazı - Yılmaz Bakar - 05 Ekim 2011
KIRINTI'DA ORMAN YANGINI TEHLİKESİ

Bugün, çöp yakmak amacıyla yakılan bir ateş, az kalsın bir ormanın kül olmasına sebep olacaktı.Olay şöyle gelişmiştir. Kırıntı köyünde Kavrazlı mahallesinden Zeyneplerin Durmuş Öztürk, yok etmek amacıyla çöplerini yakmış. Ne var ki ateş, beklenmedik şekilde rüzgarın etkisiyle birden artmış ve yukarılara, Sığınak ormanına doğru hızla yayılmaya başlamış. Zamanında müdahale edilmezse yangının ormana ulaşacağını anlayan Durmuş Öztürk'ün ve olaya tanık olanların bağırıp çağırarak yardım istemeleri üzerine Şefelli, Kavrazlı ve Abdallıdaki herkes olay yerine koştuk.

Bu yangın, gerçekten de bizi çok korkuttu. Bir an gelmişti ki yangını söndüremeyeceğimiz ve ateşin ormana ulaşacağı inancına kapılmıştım. Eğer Sığınak'taki ilk ağaçlar tutuşsaydı söndürmek mümkün olmazdı. Neyse ki tam bir iş birliği içinde yangını söndürmeyi başardık.

Buna benzer kuru ot yangınları, daha önceleri Sofugil tepesinde, Ağlık bölgesindeki tarlalarda, yazıda ve yine Sarıkızgil çevresinde oluşmuştu. Her seferinde halkımızın yoğun çalışmalarıyla olası bir felaket önlenmiştir. Ama gelecek yıllarda bu kadar şanslı olacağımızı kim garanti edebilir.

Dikkatsizce ve bilinçsizce yakılan ateşlerin, bilhassa kırsal kesimlerde büyük felaketlere sebep olduğunu basından, televizyondan duyuyoruz. Yangın felaketiyle karşı karşıya kalmamak için çok dikkatli olmamız gerekmektedir. Rüzgarlı günlerde otları tutuşturmaktan kaçınmalıyız. Eğer zorunlu nedenlerle ateş yakılacaksa kolayca söndürecek önlemleri önceden almak gerekir.

Yılmaz Bakar - Kırıntı Köyü

----------------------------------------------------------------------------------------------


09. Yazı - Esma Korkmaz - 03 Ekim 2011
KÖYDEKİ YAZ ŞENLİKLERİ

Merhaba Ali hoca Sayın Zeynel Öztürk'ün serbest yazılardaki Doruktepe şenliğiyle ilgili eleştirilerine yanıt yazısını okudum. Şikayet ya da yanıt olarak yazmıyorum, kendi düşüncemi dile getirmek isteği hissettim.

Biraz gerilere giderek olaya bir göz atalım. Telefonuma mesaj gelmişti. 30 Temmuz'da Karaburga gezisi olduğunu yazıyordu. Benim de 18 Temmuz da doktor işlerim vardı. Bir yandan hastane işlerini koşturuyordum, bir yandan da köye bilet işlerini ayarlamaya çalışıyordum. Sonuçta doktora sonuçları gösterir göstermez hemen hazırlık yapıp köyün yolunu tuttum.

Köyde 30 Temmuzu beklerken Doruktepe şenliğini öğrendim. Aynen Hatun Hanıma katılıyorum. Ayın 24 ündeki Karaburga gezilerinden hiç haberimiz olmadı. Zorunlu olarak değiştirilse bile cep telefonlarına bildirim yapılmaz mıydı?

Doruktepeye gelince orayı daha önceden biliyorum. Herkes kendine göre oturmak için bir yer yapmış. Herkesin yeri belli. Sen kime takılırsan onun orayı seçmek zorundasın. Onu da geçtik orası bayırlı bir yer. Oyunlar yukarıda düzlük bir yer de oynanıyor. Ancak oraya çıkarsan oynayanları görüyorsun. Onun dışında bir yukarı bir aşağı derken stres yaşıyorsun. Ben kendi adıma konuşuyorum. Özellikle o köydeki şenlikler için köye gidiyorum. Karaburgadan haberim olmadı. Doruktepeye de gitmek istemedim. Gidenleri de dinledim. Şikayetçi olanlar çoğunluktaydı. Köyümüzün çok güzel yerleri varken neden bayırlı bir yeri seçmişler anlamıyorum. Ben bir kere gittim başkada gidebileceğimi sanmıyorum. Köye heyecanlı yolculuk hüsranla bitti.

Yine de Zeynel Bey, organize çalışmalarının kolay olmadığını tahmin ediyorum. Hiç bir maddi çıkarınız olmadığı halde koşturup yoruluyorsunuz. Dernek çalışmalarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Ama eleştirilerime kulak verilmesini isteme hakkını da duyarlı bir vatandaş olarak kendimde görüyorum. Başarılar diliyorum. Saygılar.

Esma Korkmaz

----------------------------------------------------------------------------------------------



08. Yazı - Muzaffer Bal - 27 Eylül 2011
ELEŞTİRİ KAVRAMI

Şu eleştiri konusuna açıklık getirme ihtiyacı duydum. Eleştiri bir insanın yapılan bir iş ve düşüncedeki görüşü kendine göre eksik veya yanlış buluyorsa eleştiri yapar. Bu eleştiri her bireyin hakkıdır, bazen doğru eleştiri olur bazen yanlış, bu eleştiri yapan kişinin bakışına göre değişir. Eleştiri yapılan ise eleştirilen konuya açıklık getirerek, haklı ise haklılığını savunur. Eğer hatalı ise öz eleştiri yaparak hatasını düzeltir.
Eleştirilerin iyisi veya kötüsü olmaz sadece yanılgılar olabilir. Eleştirilen kişi veya kurumların şöyle bir lüksü yoktur, ya iş yap ya da eleştirme. Eğer böyle düşünürsek hiçbir düşünce veya eylemi eleştiremeyiz. Bazen içinde olmadığımız eylemlerde yapılan hataları da eleştiririz. Hatta eylemin dışında olmak hataları daha rahat görmemize olanak sağlar. Düşüncede de öyledir. Örnek verirsek roman, edebiyat eleştirmenleri roman yazamaz ama pek ala bir romanı eleştirebilir. Bir kişi iyi resim yapamaz ama resimi eleştirebilir. Bu şu demek, sen resim tekniğini bilirsin ama resim yapamasın veya denememiştirsin. Siyasette öyle değil mi? Yönetenleri eleştiririz ama bize kimsenin gel sen yönet de sonra eleştir deme hakkı yoktur. Öyle olsa idi, eleştiri olmazdı, sadece övgü olurdu. O zaman da her yönetici kendi kafasına göre yönetirdi.
Çağların gelişmesi, eleştiri ve öz eleştiriler sayesinde ilerlemiştir. Şuna katılmak mümkün değil "çalış, yap, yaz sonra eleştir". Öyle şey mi olur?

Muzaffer Bal - Altınoluk

----------------------------------------------------------------------------------------------



07. Yazı - Zeynel Öztürk - 23 Eylül 2011
DORUKTEPE ŞENLİĞİ - 3. ve 8. YAZILARA YANIT

sevgili ali hocam doruk tepe şenlikleri ile ilgili yazını okudum. eleştireler için teşekkur ederim.dagdaki tuvaletler ile ilgili soruna deginmişin dogru söylüyorsun dikkate alındı.şirandan gelen konuklarla ilgilenmişiz kendi halkımızla ilgilenmedik deniliyor. buna asla karşıyım her masaya hoşgeldine gittik. herkesi hoşladık.yamac oldugunu söyleniyor. burayı dernegin amacı madencilerden kurtarmaktı başarılıda oldu. şiranın bir köyünden geldiler yakamızda yaka kartı var hoşladık.birazda pencerenin öbür tarafından bakmakta fayda var.burgababada şenlik olsun diyorlar zaten burgabada her şenhligimiz oluyor. bu sene 24 ünde ordaydık.eleştirilere hep saygımız var. dagdaki tvaletlerimiz bir rezillikti. bizde bazı eleştireleri dikkate alacagız. ama bazende kişi sırf eleştirsin diye eleştiri olmasını istemiyoruz..biraz calışmak lazım öyle kolay işler degil. herşeye acıgız. ama dogrulara.. selamlar tekrardan hocam..

Zeynel Öztürk
İstanbul Kırıntı Köyü Derneği Yönetim Kurulu - Sekreter
Düzenle

-.-.-.-.-.-

Sevgili Zeynel, bir ara Ankara'da ben de dernek çalışmalarında bulunduğum için, empati yapabiliyor ve dernek yöneticilerinin yerine kendimi koyabiliyorum. Dernek çalışmalarını yapanlar zorlanırlar, yıpranırlar, ama yine de kendilerini beğendiremezler. Eleştiri oklarını yiyip durmak yazgılarıdır sanki.
Sitede bu konulara yer vermekteki amacım yıkmak, karalamak, paralamak değil. O gün kimseyi yönlendirmediğim hâlde, insanlar düşüncelerini söylediler; hiç katkıda bulunmadan sadece aracılık yaparak aktarmayı görev bildim. Organizasyonda görev alan sizler de aslında masalara hoşgeldine gitmişsiniz, ne güzel. Elbette ben de biliyorum ki, etkinliklerin sadece organizesi bile başlı başına yorucu bir iştir. Ama demek ki yine de eksikler saptanmış. Yapılan eleştirileri sabırla, hoşgörüyle karşılamak gerekir. Gelecekteki tüm etkinliklerde tabandan gelen eleştiriler, öneriler dikkate alınırsa inanıyorum ki daha güzel sonuçlar alınacaktır. Derneklerimizin yöneticilerinin yaptıkları tüm çalışmalar için her zaman teşekkürlerimi yazmışımdır; bir kez daha teşekkürler. Ama gerçek dostlar sadece teşekkür etmez, aynı zamanda eleştirir de. Eleştirilerimi sürdüreceğim. Başarılar. Sevgiler. - Ali Aydoğan -Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------


6. Yazı - Hatun Aydoğan - 15 Eylül 2011
2011 TEMMUZ DORUKTEPE ŞENLİĞİ

Günler öncesinden belli olan katılma heyecanı duyduğum Şenlikte bulunmak üzere sabah erkenden dağların sisli puslu hallerini hayranlıkla seyrederek şenlik yeri olan Doruktepe'ye vardık. Kendimizce oturmaya müsait bir çam dibi bularak yerleştik. Tam da babam sabah kahvaltısı için semaveri yakmaya başladı ki tepemizde ellerinde yük bulunan birileri belirdi. Adlarını sonradan öğrendiğim bu aile bize "Burası bizim" diyerek kalkmamızı istediler. Babamı bilmiyorum ama ben biraz bozularak "Öyle mi hemen boşaltalım!" dedim. Kendimize bu kez çok kötü olan bir yer aramaya başladık ki yeniden kimse bizi kaldırmasın diye.

Neyse oldukça yama bir yere yerleştik. Keyfimiz tamamen kaçmıştı. Kendimizi dışlanmış gibi görerek elimde olmadan babama (Hüseyin Aydoğan)'a döndüm ve "Baba sen bu köyde 4 yıl muhtarlık hizmeti verdin. Ben biliyorum çok özverili bir şekilde çalıştın; ama şimdi görüyorum ki özgür dağlarda bile özgürce bir yere oturamıyoruz." Böyle bir ayrımcılık hiç hoşuma gitmemişti. Canım öylesine sıkılmıştı ki dağların tertemiz havasında bile kendimi boğulacak gibi hissettim. Babama dönerek:
"Baba ben bir daha buraya gelmeyeceğim haberin olsun. Yer sahipleri parselledikleri yerlerde rahatça otursunlar. Özgür dağlarımızda özgürlüğümüzü kısıtlayan düzenlemeyi yapanlar da eserlerine bakarak gururlansınlar." dedim.

Gelecek yıllarda, Doruktepe'ye değil ama Atalarımızın ayak izlerinin bulunduğu Aşığın Pınarı'ndaki geleneksel Burgababa Ziyaret yerine severek, coşarak ve isteyerek gideceğim.

Saygılarımla.

Hatun Aydoğan - Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------


5.Yazı: Muzaffer Bal - 09 Eylül 2011
TABİATIN GÖZLERİ OLAN GÖZELERE DOKUNMA

Uzun bir dönemdir yazmayı düşündüğüm konulardan ikisini Ali Aydoğan dostum yazdı. Özellikle, çevremizi kirletmemiz konusu oldukça can yakan sorun. Hemen şunu belirtmek isterim ki, bu sadece bizim köylere özgü bir özellik değil. Bütün insanoğlunun tabiatı kirletme yarışı galiba. Aydoğan bu konuyu benden önce yazdıktan sonra, bana da benim oldukça önem verdiğim ve de çok önemli gördüğüm gözelerin, pagarların çeşmelere dönüşmesi.

Gözelerin ve Pagarların, hayrat çeşmesine dönüşmesi sadece bizim köylere özel bir girişim değil, gezdiğim tüm yerlerde buna rastlamaktayım. Bundan dolayı bu konuyu genel bir sorun olarak görüyorum. Nedir peki gözelerin, pagarların çeşmeye dönüşmesi? Tabiatın içinde yer yer, yeraltı suları yol bulup yeryüzüne çıkar; çıktığı alanda birçok çeşitli bitki örtüsü yetiştirir. O alanda bulunan bitkilere can verir. Özellikle bizim köyün dağlarında, Tütya çiçeği, Yarpuz, Düdük, Becek ve ismini bilmediğim birçok bitkiye can verir. Bu gözeler, sadece bitkilere can vermez; aynı zamanda kuşların, böceklerin, vahşi hayvanların ve sürüngenlerin su ihtiyacını karşılar. Yani, bu hayvanların yaşamını sürdürmesini sağlar. Kısacası, o bölgede yaşayan tüm canlıların hayat kaynağıdır.

Hemen hemen tüm hayvanların bir özelliği vardır; alıştıkları (su içtikleri) yeri içgüdüsel olarak ezberleyerek her zaman oraya giderler. Bu içgüdü insanda da vardır. Örneğin: (ayağım alıştı, hep aynı yere gidiyorum) söylemi bunu ispatlıyor.
Peki, biz insanlar ne yapıyoruz? Bu gözeleri oldukları yerlerden alıp, yol kenarlarına indiriyoruz ve'bir güzel' beton veya taştan çeşme yapıyoruz. Başına da bir 'güzel' bilmem kimin hayratı yazısını konduruyoruz. Bir sene sonra gidiyoruz ki kurumuş. Ben gezdiğim tüm yol kenarında ki, uzaktan getirilmiş çeşmelerin kornalarından su değil, hava bile gelmeyen hayrat çeşmeleri gördüm. Neden mi kuruyor? Suyun kendi yolu vardır; suyun gözüne bilinçsizce müdahale edersek su yolunu değiştirir.

Bütün bunları bildiğimiz halde, neden yapıyoruz? Birincisi, insanların yoldan geçerken su içsin diye. İkincisi, ölen kişiye hayrat yaparak Allah razı olsunlar diye. Üçüncüsü ise, desinler diye.

Önce birincisine bakalım: İnsan düşünen bir hayvandır; öyle ise düşünsün suyunu ya yanına alsın, ya da bir dereden, gözeden gitsin içsin. İçsin ve tabiata şükür etsin.

İkincisi ise, daha da vahim: Hayrat için yapılan çeşmeler. Bu dünyadan göçen kişiler adına yapılan çeşmeler. Öncelikle belirtmek isterim: hayrat yapılmaz, 'öbür dünyada' o kişiye hiçbir faydası olmaz. Bakın bizim 'inancımıza' göre, (ne verirsen elinle, o gider seninle) bunu biraz açarsak; bu dünyada bilfiil iyilik yaparsan, o senin iyiliğindir, 'öbür dünyada' o senin önünü aydınlatacak. Diyelim ki, bir iki akan çeşmeden, akan suyu içen bir iki kişi rahmet okudu. Buna karşılık, tüm o sudan faydalanan canlılar iyi dua okumayacaklarını düşünmemiz gerek.

Üçüncüsünü anlamak hiç mümkün değil. Filanca çeşme yaptı; benim ondan neyim eksik, ben de kendime, bir göze bulur ben de anam, babam, dedem adına yaparım anlayışının sonucu. Gelişmemiş insanoğlunun desinler anlayışı onu maf eden anlayıştır.
Sonuç olarak: İnsanoğlu olarak bencilliğimizi bir kenara bırakarak, tabiata dokunmayalım. Para babaları, para kazanmak için yeterince tabiatı yok ediyorlar. Hiç olmasa biz bencilliğimizi yenip, TABİAT TANRIYI koruyalım demiyorum! Ama hiç olmasa kirletmeyelim.

Muzaffer Bal/ Altınoluk.

----------------------------------------------------------------------------------------------


4. Yazı: Ali Aydoğan - 08 Eylül 2011
"ÜST BİRLİK"

Üstteki başlığı görenler, bu sitede hâlâ yayında olan "Dünya Kırıntılılar Birliği" projemi daha önce okumuşsa, kafayı "birlik" olayına taktığımı düşünüp dudak kıvırabilirler. Buna karşın Kırıntı'nın yönetiminde "Üst Birlik"ten yine söz edeceğim. Neden? Çünkü, Kırıntı'nın çok başlılıktan kurtulmasının gerekliliğine inanıyorum. Bu inancım, 2011 yaz tatilinde köye gittiğimde daha da pekişti.

Evet, bana göre Kırıntı Köyü'nün yönetimi çok başlıdır. Köyümüzün yönetiminde rol oynayanlara bir göz attığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz.
1- Muhtar, 2- İstanbul Derneği Yöneticileri, 3- Almanya Derneği Yöneticileri, 4- (Köyde 2011 yazında kurulan) Komite Yöneticileri. 5- (Bir zamanlar etkili olmaya çalışan, şu anda pasif olan) Ankara Derneği Kırıntı Sorumluları. Bunlara seçilmişlerden olmayan ama gönüllü olarak köy yönetimine katkı sunmak isteyenleri de eklediğimizde sayı daha da kabarır.

Geçmiş yıllarda pek çok yönetici, ellerini taşın altına koymuşlar, tüm iyi niyetleriyle köye hizmet sunmaya çalışmışlar; yol, su, kanalizasyon, çöp gibi sorunların çözümü, boş arazileri ağaçlandırma, halkı kaynaştırma amaçlı şenlikler düzenleme gibi güzel işler yapmışlardır. Köy için çalışmalar, 2009'da Doruktepe Parkı'nın yapımı, 2011 yazında Nahır Meydanı'nın düzenlenmesi gibi örneklerle kesintisiz sürdürülmektedir. Ancak bu çalışmalar sırasında her kafadan bir ses çıktığına, küslüklere yol açacak tartışmalar yapıldığına üzülerek tanık olduk, oluyoruz. Tüm iyi niyetli çalışmalara, tartışmalara karşın örneğin su sorunu ve hazır mezar gibi temel sorunlar hâlâ çözülmüş değil. Çözümsüzlüğün temel nedeni 'saygın ve etkin birliktelikten' yoksunluktur.

Eğer çok başlılığa son verilse, köyümüzün yönetimi bir "Üst Birlik" yöntemiyle tekleşse, inanıyorum ki temel sorunlar çok daha kolayca çözülür. "Tekleşme" kavramı kimseyi yanıltmasın. Elbette, tüm yönetim birimleri yani muhtarlık ve sivil toplum örgütleri aynen duracak, etkinliklerini sürdürecek; sadece birer temsilcisini Üst Birlik'te bulunduracak.

Üst Birlik kurulduğunda:
*Tüm yöneticiler, birbirleriyle zorunlu ve sağlıklı bir iletişim kurabilecek; köy için yapılacak hizmetleri birlikte saptayacak, planlayacak, yaşama geçireceklerdir.
*Köy bütçesiyle yapılacak hizmetler için kolayca 'Köy Kasası' oluşturulacaktır. Kırıntı dışında yaşayan ama köyle bağlantısını sürdüren insanlarımıza daha kolay ulaşabilecek, onların gönüllü parasal katkıları kasaya aktarılacaktır.
*Halkımız, güçlü bir üst birliğe inandırıldığında, yöneticilere güven duyduğunda parasal desteğini zorlamayla değil içtenlikle, inanarak yapacaktır.
*Güçlü bir para kasası oluşturulduğunda köyün eksikleri çok daha rahat giderilebilecektir.
*Yol, su, mezarlık, çeşme gibi alanlarda oluşacak sorunlar, imece usulüyle değil, kentsel yönetim tarzıyla yani profesyonel olarak çözülecek, giderler ortak fondan karşılanacaktır.
"Üst Birlik", köy arazilerinin ev, yayla gibi kişisel kullanım talepleri konusunda da etkili bir yol gösterici olabilecektir.
*Saygın yapısıyla halkımız arasındaki olası anlaşmazlıklarda barıştırıcı görev yapabilecektir.
*Derneklerimiz, köyle ilgili çalışmaları Üst Kurul'a bırakacağı için kendileri, bulundukları kentlerde yaşayan halkımızın yerel sorunlarıyla daha rahat ilgilenme fırsatına kavuşacaklardır.

Köyümüzün yönetiminde bir "Üst Birlik" bu nedenlerden dolayı gereklidir. Uygulanması elbette zordur, ama gerçekleşmeyecek bir düş değildir, istenirse başarılabilir.

Birlik duygularının gönüllerde yeşermesi dileğimle...

Ali Aydoğan - Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------



3. Yazı: Ali Aydoğan - 25 Ağustos 2011
KIRINTI DORUKTEPE ŞENLİĞİ ÜZERİNE

Doruktepe Şenliği'ne ilk kez 30 Temmuz 2011 Cumartesi günü katılabilmiştim. Şenliğe sadece Kırıntılılar değil, ayrıca Yeniköy, Kayacık ve hatta daha başka köylerden de katılanlar olmuştu. Katılımcı sayısının ve şenlik coşkusunun iyi olduğunu söyleyebilirim. Sitede yayınlayabileceğim fotoğraflar çekmek amacıyla tüm aileleri tek tek ziyaret etmiştim. İnsanlar, mutluydu; kendi aralarında gülüyor, söyleşiyor, eğleniyorlardı. Böyle bir şenlik organize ettikleri için dernek ve köy yöneticilerine içtenlikle teşekkür etmek hepimizin gönül borcudur.

Evet, insanlar mutluydu; ama gün boyunca hatta daha sonrasında kulağıma gelen yakınmalar da olmadı değil. Bu yakınmalar; bazı eksikleri, aksaklıkları dile getirmesi bakımından önemliydi. Birkaç örnek verebilirim:

Yeniköy'den gelmiş yaşlı bir karı koca, Davutyurdu yönündeki madenciler yolunda baş başa oturuyordu. Fotoğraflarını çektikten sonra neden bu kadar uzakta, kenarda oturduklarını sorduğumda şöyle demişlerdi:
-Ne yapalım, piknik alanındaki çamların altları hep sahiplenilmiş. Boş masalara oturmak istediğimizde, "Az sonra sahipleri gelir, elinizden alır." diye uyardılar. Savrula savrula en kenarda yer bulabildik.

Yaşı seksenin üstünde görünen ve dizlerinden sorunlu olduğu belli olan bir nine şöyle yakınıyordu:
-Vış bu nasıl iş böyle! Habu yamaçlara yer mi yapılırmış herif! Aşşalara zor indim. Şimdiden, yokuşu nasıl çıkacağımı düşünüyorum. Baksana yukarılarda davul zurna çalınıyor, oynuyorlar; seyretmeye bile gidemiyorum. Koskoca köyde başka bir piknik yeri mi bulunamamış? Tövbe tövbe!

-Tuvalet özensiz yapılmış, diyordu İstanbul'dan gelmiş tombul bir kadın. Suyu olmadığı gibi doğru düzgün yolu da yok. Zor gittim. Hatta bir ara düştüm ve yanımdakinin yardımıyla yuvarlanmaktan zor kurtuldum.

Genç bir anne, üç yaşındaki kızını salıncakta sallarken bir yandan da şöyle yakınıyordu:
- Kızımı sallamaya korkuyorum. Salıncaktan bir düşecek olursa ta aşağılara uçar gider. Hayret bir şey valla! Çocuklar için yamacın en aşağısında bir park yapmak akıl işi mi yani?

-Şu işe bak yahu! diye homurdanmıştı genç bir adam. Şiran'dan gelen konukların çevresinde pervane dönen yöneticiler, masaları dolaşıp da kendi köyünün halkına bir hoş geldin deme tenezzülünde bulunmuyorlar.

Uzak bir köyden altı kişi katılmış. İçlerinden biriyle konuşma fırsatı olunca şunları duymuştum:
-Köyümüzden kalkarak ta Kırıntı'ya geldik. Uyarılar üzerine sahipleri gelir diye boş masalara oturamadık. Tam da sinirlerimiz gerilirken duyarlı Kırıntılı bir aile bizi kendi masalarına davet etti de kenarda köşede kalmaktan kurtulduk. Allah var, Kırıntılı aileler bizimle yakından ilgilendiler. Onlar çok sağolsunlar; ama şenliği düzenleyenleri kınıyoruz. Masamıza gelerek bir hoş geldin olsun demediler.

Daha sonra da yakınmalar duydum. Şenlikten bir ay kadar sonra İstanbul'daydım. Bir sohbet sırasında, Şenliklerden söz açılınca uzaktan tanıdığım biri şöyle demişti:
-Git yahu! Diğer köylerin şenliklerine de gitmiştim. Oralarda keşkek, pilav, ayran falan sundular herkese. Bizde de böyle bir ikram yapılabilirdi; ama nerdeee!

Piknik alanının neresi olması gerektiği hakkında yorum yapanlar da oluyordu.
-Karadoruk'taki küçükken sallandığımız alan, Şenlik için girişten başlayarak elips biçiminde çok güzel şekillendirilebilir. Ortaya oynama alanı, düzlükteki çamların altlarına oturma masaları, uygun iki yere çeşme, iki yere tuvalet yapılabilir.

Sevgili site dostları, ilk kez katılma fırsatını bulduğum Doruktepe Şenliği'nin ardından pek çok eleştiri kaldı belleğimde. Uzatarak sizi sıkmamak için sadece birkaçına yer verdim. Amacım, elini taşın altına koymuş olan ve elinden geldiğince hizmet vermeye çalışan yöneticileri acımasızca eleştirmek değil. Dernek ve muhtarlık çalışmalarının dıştan görüldüğü kadar kolay olmadığını hatta tam tersine ne kadar yorucu olduğunu bilirim. Ne var ki, yönetici olmak demek hiç eleştirilemez anlamına gelmez. Gerçek dost, çekinmeden eleştirendir, sözüne uygun olarak eleştirileri esirgememek gerekir; ki yöneticiler, yönetim işlerine daha geniş açıdan bakabilsinler, eksiklerini görüp en aza indirsinler.

Yöneticiler, yukarıda örneklerini verdiğimiz eleştiriler ışığında gelecek şenliklerde aşağıda belirtilen birkaç basit etkinlikte bulunabilir:
*Muhtar ve dernek başkanı yoğun meşguliyet içinde olsalar bile görevlendirilen kişiler, masaları dolaşıp yükte de pahada da hafif olan birer armağan ya da en azından birer lokum sunabilir, katılımcılara hoş geldin diyerek gönül alabilir.
*Bu görevliler, basit birkaç soruyla halkın şenlik hakkındaki olumlu, olumsuz düşüncelerini öğrenebilir.
* "Şenlik yerini beğeniyor musunuz?" gibi basit bir soruyla sözlü anket yapılabilir; şenlik yeri olarak nerenin uygun görüldüğü saptanabilir.

Bunlar, uygulanması kolay çalışmalardır; bu sayede halkın gönlü alınabilir, yönetime katılmaları sağlanabilir; toplumsal mutluluğa ulaşmada önemli bir adım atılmış olabilir.

Sözde değil özde "Bir olmak, iri olmak, diri olmak!" dileğiyle...

Ali Aydoğan - Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------


2. Yazı: Ali Aydoğan - 25 Ağustos 2011
DOĞAMIZI KORUYALIM

-1-
2006 yaz sonlarıydı. Köye gittiğimizde Tuztaşı'nda kısa bir süre durup köyü gözlemiş, ilk özlem duygularımızı burada gidermiş, sonra Yazı'ya yukarı köy yolculuğumuzu sürdürmüştük. Yol kenarındaki çeşmeyi görünce, her gelişimizde yaptığımız gibi durup su içmek istemiştik. Arabadan indiğimizde çeşmenin şırıl şırıl akan suyundan daha çok çevredeki iğrenç çöpler, atıklar dikkatimizi çekmişti. Arkadaki çamurun içi veya otların arası rakı, bira şişeleriyle, poşet atıklarıyla iğrenç görünüyordu.

-2-
2007 Eylül ayında Yukarı Mahalle mezarlığının ilerisindeki Çamlığı gezerken yaptığı bu çalışmalar nedeniyle derneklerimizle gurur duymuştum. Hemen o bölgede gurur duyulacak ikinci bir yapıt vardı; futbol sahası. Futbol sahasının ebatlarına, tel çevirgisine bakarken yeniden gururlandım. Ama sahanın pek kullanılmadığını, eskimeye terk edilmişliğini düşününce acaba plansız bir çalışmanın ürünümü ki diye düşünmeden edemedim. Futbol oynanması için gençler teşvik edilemez miydi? Basit de olsa takımlar kurulup saha etkin hale getirilemez miydi acaba? Karmaşık düşünceler içinde yürüyerek sahanın üst kısmına çıkınca yerlerde, kurumuş otlar arasında pek çok bira şişesi veya tenekesi görmeyeyim mi? Sağlık amaçlı yapılan bir sahanın çevresindeki sağlık bozan bu görüntü sahaya hiç de yakışmamıştı doğrusu.

-3-
2009 Temmuz ayında Bostanlardaki bir çeşmenin yanı başındaki "Çevremizi Temiz Tutalım" yazılı levha ve çevresi ilgimi çekmişti. Levhanın çevresi pislik içindeydi. Sanki levhada "Buraya Çöp Atınız" yazıyordu. Ortadaki zıtlık ağlar mısın, güler misin türündendi.

-4-
2011 Temmuz sonlarında Karadoruk Ormanına bir piknik gezisi düzenlemiştik. Bir ara tek başıma gezinirken sallanma çamlarının aşağı bölümünde fotoğraflık bir olayla karşılaştım. Kapkara bir kül yığınının çevresinde bol bol teneke bira, kağıt tabak gibi atıkların ormanın masumiyetini kirletiyordu.

Bu örneklerdekine benzer duyarsızlık sonuçlarına elbette sizler de zaman zaman tanık olmuşsunuzdur.

Doğayı koruma bilincinden yoksun insanlar, şu anda karşımda olsalardı sanırım şöyle bir şeyler söylerdim:

"Arkadaşlar, her birinizin doğacı ve çevreci olduğunuza inanıyorum; ya da öyle olmanız gerektiğini düşünüyorum. Ama... Şu anda düşünüyorum da... Söylemeye dilim varmıyor... Neyse...

Biliyorum ki piknik yerinizden dostça söyleşerek, gülerek, neşe içinde ayrılıyorsunuz. Çakır keyif kafalarla dönüp arkanıza bakmayı aklınıza bile getirmiyorsunuz. Rastlantıyla dönüp arkanıza baksanız, geride bıraktığınız atıkları görseniz eminim ki içiniz sızlardı, her bir atığı toplayıp yanınızda götürürdünüz. Ama... Belki de arabanız yoktu, buralara yürüyerek gelmiştiniz; çöp poşetini köye kadar elde taşıyamama gibi kısmen haklı gerekçeniz var olabilirdi. Bu durumda poşeti görülür bir yere bırakabilirdiniz. Başka bir gün gelen ve arabası olanlar, bu poşetleri götürebilirlerdi.

Aslan yattığı yerden, insanlar geride bıraktıkları piknik yerinden belli olur. Doğa bizim, hepimizin. Bundan sonra biraz daha dikkat, biraz daha duyarlılık lütfen! Sadece Kırıntı'da mı, Yeniköy'de mi, Kayacık'ta mı? Hayır, yaşadığımız her yerde!

Unutmayalım: "Doğa ölüyorsa, sıra hem öldürenlere hem de izleyenlere gelecektir."

Ali Aydoğan - Ankara

----------------------------------------------------------------------------------------------


1. Yazı: Cengiz Pala - 21 Ağustos 2011
KIRINTI

Cennete Yolculuk...

Geçtiğimiz hafta sonu, dostumuz, arkadaşımız Tuğrul Bal'ın annesi Yeter Bal'ın cenazesi nedeniyle Gümüşhane'nin Şiran ilçesine bağlı Kırıntı köyüne gittik.

İstanbul'un yoğun iş trafiğinden kurtulup Ankara-Çorum-Amasya üzerinden Yeşil Giresun'un Şebinkarahisar ilçesine vardığımızda sabahın ilk saatleriydi. Dağların ve bağların arasından biraz hüzünlü, biraz yorgun bir halde süzülerek Kırıntı'ya vardık.

Dostluğunu, yoldaşlığını, iyiliklerini anlatırken gözyaşlarını tutamayan köylüleriyle tanıştım Yeter ananın. Sanki kırk yıldır tanıyormuşçasına evine yemeğe davet eden, evinin bahçesine nerdeyse zorla kahve içmeye davet eden samimi insanlarla tanışmak çok güzeldi bizim için.

Yeter Bal'ın eşi, Devrim, Barış ve Ekin'in sevgili dedeleri İbrahim Bal, köy enstitülü ve Kırıntı'da 1930'da eğitime başlayan okulda da öğretmenlik yapmış. Köyde hâlâ yaşayan öğrencileri ve öğretmen arkadaşları da taziyeye gelenlerin arasındaydılar. 12 yıla yakın bir süre sağlık sorunları olan Yeter Bal'ı biran yalnız bırakmayan İbrahim amca, bu yüzden de her yıl geldiği köyüne gelememiş. Yüzündeki tebessümünü en zor anında bile görebilir, hoş sohbetine, erdemine hayran kalırsınız. "İnsan kere insan" sözü çok yakışır İbrahim Bal'a"

Bir de adı ile anılan bir ormanlık alan da var İbrahim amcanın. Burasını köylüleri de bu işin içine katarak yemyeşil çam ormanı haline getirmişler. Bu cennet köy toprağının bağrına bırakmak istemişti eşini İbrahim amca ve öyle de yaptı. Bizler de İbrahim Bal'ıı çok sevdiği köyde bırakarak İstanbul'a yola koyulduk.

Alucra ve Şebinkarahisar'da kısa turlar attık. Şebinkarahisar'da bağların aralarında gezindik. Meyve ağaçlarından tadımlık hakkımızı aldık. Yolların çok bozuk olduğunu söylemeliyim ve de düzeltmek için hiçbir çalışmanın yapılmadığını da. Aklımızda cennet Kırıntı ve de cennetlik bir ana kalmış, İstanbul'a varmıştık.

Cengiz PALA

(Üstteki yazı sevgili Devrim Bal'ın isteği üzerine "http://pariyazarlar.com/yazan/cengiz-pala.html" sitesinden alınarak yayınlanmıştır. Devrim Bal'a ve Kırıntı hakkındaki duygu ve düşünceleri nedeniyle değerli Cengiz beye teşekkürler. A.A.)