Önsöz
Birlik Güç Yaratır
Kızlı Erkekli-Alkollü
Ekip Yönetimi
"Üst Birlik" Gerekir
Facebook
Halkımızın Yapısı
Dağlardaki Siperler

Halkımızın Yapısı


ANA SAYFA

HALKIMIZIN YAPISI

Kırıntı Köyü'ne geleli beş gün olmuştu. Güzel bir temmuz öğlenden sonrasıydı. Fotoğraf, film çekmek amacıyla evden ayrıldım. Hava bulutluydu ve ben, bulutlu havalarda fotoğraf, film çekmeyi seviyordum. Güneşli ortamdaki parlamalar görüntüyü bozuyordu.

Belki yılanlara rastlarım umuduyla önce Yılan Taşları'na uğradım. Ne yazık ki, bölgeden düş kırıklığıyla ayrıldım; değil canlı yılanı, havını bile göremedim. Çaykara'ya kadar birkaç poz çekimi dışında hiç durmadım. Çaykara gözesinin de fotoğrafını çektikten sonra Hıdrellez Tepesi'nin dik yamacını tırmanarak dostum Ardıç Dede'nin yanına çıktım. Onu daha uzaktan görür görmez:
-Merhaba Ardıç Dede! diye seslendim.

Kulağımda değilse de beynimde kuru ardıcın sesini duydum.
-Merhaba Ali. Köye geldiğinden beri seni izliyor, ne zaman bana uğrayacağını merak ediyordum.
-İstemeden biraz geciktim ama geldim işte. Nasılsın Ardıç Dede?
-Nasıl olayım. Toprağa tutunacak tek bir köküm bile yok, her güçlü rüzgarda devrileceğim de bir daha doğrulamayacağım diye ödüm patlıyor. Hatta bir keresinde devrilmiştim de birkaç kişi gelerek beni yeniden dikmişlerdi. Ah, ne iyi kalpli insanlar var!
-Bizim köylüleri seviyorsun yani.

Ardıç Dede, sözümü anlamsız bulduğunu belli eden bir ses tonuyla:
-Neden sevmeyecekmişim ki? dedi. Köylülerinizin çoğu sevgiyi hak ediyor.
-Yani sevgiyi hak etmeyenler de mi var?
-Neden olmasın? Ama benim gözüm sevgiyi hak edenleri görüyor. Karşılıksız iyilik yapanları sevmemek, saygıyla anmamak mümkün mü?
-Anladığım kadarıyla epeyce takdir ettiğin insan var.
-Olmaz mı? Örneğin Ali Öztürk. Yani halk arasındaki bilinen adıyla Cin Ali. Bir gün baktım ki, eşi Garafil'le birlikte kazmayı küreği almışlar ellerine, Petekliğin Kıranı'ndan aşıyorlar. Merak edip izlemeye başladım. Bu yaşlı karı koca, Yoğurt Taşları ile Kaçağın Dere'deki o ince, tehlikeli yolu genişletebilmek için saatlerce kazma kürek salladılar. En tehlikeli, dar, yamaç yerleri metreler boyunca genişletmeyi, düzleştirmeyi başardılar. O gün, onları izlerken çok duygulanmıştım. O iki güzel insan, hiç kimse görevlendirmediği hâlde, birilerinden aferin almak için değil, sırf içlerinden gelerek, karşılıksız olarak çalışmışlardı. İnsanlar, hayvanlar yoldan rahatça geçsin diye alın terlerini dökmüşlerdi. Söyler misin bu iki insanı nasıl unuturum?
-Haklısın Ardıç Dede, unutmamak gerek zaten. Hep anmak, örnek göstermek gerek.

Ardıç Dede, Balogil Mahallesine bakarak:
-Bir de İbrahim Bal diye biri vardı, dedi. Kısaca İbo diyorlardı ona. Onu da asla unutamam. Bir gün yanıma geldi, uzun uzun bana baktı. Ben kuruyum ya, köküm topraktan kopuk ya, acıdı bana. Bakışlarından, duruşundan bir şeyler yapmak istediğini anlasam da hiçbir tahminde bulunamamıştım. İki gün sonraydı. Bir de baktım ki İbo, birkaç çam fidanı, bir bidon su ve küçük bir kazma almış geliyor. Soluk soluğa kalmıştı. Yanıma oturup, sırtını bana dayadı. Bir süre dinlendikten sonra hemen yanı başımdaki toprağı eşti, çamları dikti, can suyunu verdi. Sonra da fidanların karşısına geçerek uzun uzun süzdü. Yaptığı işin gururunu, mutluluğunu taşıdığı belliydi.

Çok duygulanmıştım.
-Helal olsun? İşte insanlık bu! dedim heyecanla.
-Evet. Sadece o kadarla kalsa iyi. İki günde bir, küçük bidonlarla su getirip çamları suladı. Çamları tutturuncaya kadar sulamıştı. Evet, İbo da Kırıntı yurttaşlarından biriydi. Onu da hep saygıyla anacağım.

Köylülerim hakkında iyi şeyler duymak beni onurlandırmış, heyecanlandırmıştı. Kırıntılı olmaktan onur duyuyordum elbette, ama şimdi bin katı onurlanmıştım. Cin Ali, İbo... Bunlar benim özverili, iyi yürekli köylülerimdi. Başka bir örnek duymak ister gibi Ardıç Dede'ye baktım.

Beklentimi anlayan Ardıç Dede gülümseyen bir ses tonuyla beynimde yankılandı.
-Ali, evladım; yüreği iyilikle dolu insanlara örnek biter mi? Yaşlılık işte, adını anımsayamıyorum. Biri vardı ki, kendi başına yayla yoluna çıkar, kazmasıyla sivri taşları söker atar, çukurları toprakla doldururdu. Kendi arabası yoktu, sırf yoldan geçen arabaların tekerine taş değmesin diye yapıyor, bundan mutlu oluyordu.

Ardıç Dede, kısa bir soluklanmadan sonra anlatımını sürdürdü.
-Güzellikler sergileyen köylülerinize örnekler saymakla bitmez. Kışın, köyde az insan, çok köpek, kedi kalır. O az sayıdaki insanların, hayvanları kış boyunca büyük öz verilerle beslediklerini izlerken yüreğim ısınır, mutlulukla dolar. İnsanları tek tek örnek vermeye gerek yok; çünkü her biri birer örnek zaten. Köylülerin bu güzel davranışları kentlerde oturan gençlere de örnek oldu. Geçtiğimiz kış mevsiminde yurt dışındaki, yurt içindeki gençler internet üzerinden örgütlendiler. Oturdukları kentlerdeki insanların ayağına kadar gidip para topladılar. Toplanan parayla kedi, köpek mamaları alıp köydeki yetkililere gönderdiler. Bu ne insancıl bir davranıştı. Büyüklerin güzel davranışları, gençlere örnek olmuştu. Kırıntılılar kendileriyle ne kadar gururlansalar azdır.

Ardıç Dede'ye yürekten katılıyordum. Gençlerin bu güzel davranışları gerçekten de takdir edilecek bir olaydı. Sadece köpekleri, kedileri beslemekle kalmamış, dolaylı yoldan Kırıntılıların duygusal dünyasını da beslemişler, daha küçük yaştakilere de onlar örnek olmuşlardı. Sevgili halkımın bu güzelliklerine biraz daha örnek duyabilmek için sesimi soluğumu kesmiş, iyi bir dinleyici olmayı yeğlemiştim.

-Kırıntılıların özverili insanları saymakla bitmez Ali evladım, diye sürdürdü konuşmasını Ardıç Dede. Gülagilin Hüseyin'i, Hava'nın Salihlerinin Efendi'si ve onlar gibi daha niceleri başlı başına örnektir. Kışın ya da yazın köye bir cenaze gelince ilk olarak onlar kazmayı küreği kaparlar. Alınlarından ter şıpır şıpır akarken onlar dur durak bilmez, işlerini yüzlerinin aklarıyla bitirirler. Onlardan söz edip de köylülerin dayanışmasından söz etmemek olur mu? Kentlerden cenazeye gelen hiçbir kimse aç, açıkta bırakılmaz. Köyde ocağı tüten herkes, birilerini kapıp evine götürür. Götürecek konuk bulamayanlar, için için üzülürler.

Ardıç Dede, sekiz yüz yaşındaydı, yaşlıydı ne de olsa. Uzun konuşursa soluğu sıklaşıyordu. Yine bir dakika kadar soluklandıktan sonra sözlerini sürdürdü.
-Evinizin temelini attığınız günleri anımsıyorsun sanırım. Komşular, sizinle nasıl da ilgilenmişlerdi değil mi? Yemeğe götürmek isteyenler... Bir gereksiniminiz olup olmadığını soranlar... İpin ucundan tutarak yardım etmeye çalışanlar... İyi niyetle öğüt verenler... Ve daha neler neler? Sadece size karşı değil, ev yapan herkese böyle yaklaşım gösteriyorlar.
-Haklısın Ardıç Dede, komşularımız aynen öyle davranmışlardı. Bir şeyler getirip bize sunar, "Bir ihtiyaciiz varsa söyleyin Allaazı seversez." derlerdi. Her birinin iyi niyetli yaklaşımlarını, güler yüzlerini unutmak olası mı?

Yaşlı ağaç, derin ve hırıltılı bir soluk aldıktan sonra:
-Köyün ta kuruluşundan beri halkı yakından izliyorum, dedi. Köylülerin güzel özelliklerini durmadan anlatsak günlerce bitiremeyiz.

Birden aklıma gelen ters bir soru sordum.
-Peki Ardıç Dede, halkımızın hiç mi olumsuz yanı yoktur?

Sekiz asırlık ağaç, sorunun tersliğinden hiç etkilenmedi. Doğal ses tonuyla yanıtladı.
-Her insan, aile, toplum; olumlu ve olumsuz özellikleri iç içe barındırır. Bu, çok doğal bir sonuçtur. Söyleyeceğim olumsuz yönler, sadece Kırıntılılar için değil, ülkenin diğer yerlerinde yaşayan herkes için geçerlidir. İnsanlar, dakikalardır örnek verdiğimiz güzel özelliklere sahipler aslında. Ama pek çok insan, ne yazık ki, bu ve benzer güzellikleri takdir etme alışkanlığına sahip değil. Hatta tam tersine olumsuzlukları görme, açıklama gibi eğilimleri var birçok insanın.

Evet, bunun ben de farkındaydım. Köyde ya da kentte, bizim köylü ya da başka yerli, fark etmiyor, insanlarımız bazen olumlulukları, güzellikleri göremiyor. Aslında görüyor elbette, ama görmezden gelmeyi yeğliyor.

-Sence bunun nedeni ne olabilir Ardıç Dede? diye sordum merakla.
-Çok düşündüm ama bunun nedenini çözdüğümü söyleyemem. Aklıma tek bir şey geliyor. Takdir etme, beğeni sunma, övme gibi güzel eğilimleri yok birçok insanın. Bu özellikler, daha çok, kendine özgüven duyan insanlarda olur. Kendine güvenen insanlar, birilerini övmekle kendinden bir şey eksilmeyeceğini bilir.

-Yani, toplum olarak özgüvensiz olduğumuzu mu söylüyorsun Ardıç Dede?
-O kadar net, sert iddiada bulunmak istemiyorum aslında; ama aklıma ilk olarak bu geldi. Bu kadar iyi olan insanlar, neden övme yerine yermeyi tercih ediyorlar peki? Dediğim gibi bunun nedeni, özgüven eksikliği olabilir. Birini överlerse, o kişinin kendinden üstün olacağı, kendisinin gölgede kalacağı, önemsenmeyeceği kaygısını duyuyor olabilirler.

Aklım karışmıştı. Ardıç Dede'nin sözlerini anlamaya, kavramaya çalışıyordum. Şu ana kadar böyle bir açıklama aklıma gelmemişti. Düşünüyorum da hiç de yabana atılır bir düşünce değildi. Aklıma gelen başka bir soruyu sormak istedim.
-Ardıç Dede, söyler misin, özgüven...

Tam o sırada bize doğru gelen üç kişi görünce sorumun devamını getiremedim. Fısıltılı bir sesle:
-Bugünkü sohbetimiz bu kadarmış Ardıç Dede, gelenler var, dedim. Yine görüşmek üzere hoşça kal.
Beynimde Ardıç Dede'nin sesi yankılandı:
-Güle güle. Merak etme, nasıl olsa daha pek çok görüşmelerimiz olacak.

Gelenleri tanıyamadım.
Kırıntı böyleydi işte. Kışın insan sayısı epeyce azalır, yazın nüfus patlaması yaşanırdı. Birbirini tanıyamama gibi durumlarla sık sık karşılaşılırdı. Onlarla ayaküstü bir kaç dakika konuştuktan sonra kuru ardıca bir göz atıp oradan ayrıldım.

Büyük Mezarlıklar yönünde aşağıya doğru inerken Ardıç Dede'nin açıklamalarını düşünüyor, ona katılıyordum. Halkımız iyiydi, güzeldi; ama ne yazık ki toplumsal güzelliğinin farkında değildi ya da görmezden geliyordu. Güzellikleri açığa, ön plana çıkarmak gibi amaçları yoktu.

Ardıç Dede'nin açıklamaları üzerine halkımıza daha farklı gözle bakınca, insanlarımızın kendi aralarındaki konuşmalarından kopup gelen olumsuz tümceler belleğimde cirit atmaya başladı.
-Ha, Memmet mi? Geç canım! Cimrinin tekidir. Bir keresinde...
-Hasan'ın iç yüzünü bilmezsin sen? O, ne hin oğlu hindir, ooo!
-Emine bibi var ya, nasıl da yumuşak görünüyor değil mi? Ama yumuşak atın çiftesi...
-Yahu, bizim insanımızdan adam olmaz! Yaz bir yere, olmaaaz!
-Geç yahu! Ben, bu insanları sevmiyorum; onlar için parmağımı bile oynatmam!

Aynı sözler, olumlu şekilde de söylenebilirdi:
-Ha Memmet mi? Biraz eli sıkı olsa da aslında iyi bir insandır. Bir keresinde öyle cömert davrandı ki...
-Hasan'ın biraz olumsuz yanları olsa da aslında iyi biridir. Ona biraz daha dostça davranılsa...
-Emine bibi bazen çekilmez gibi olsa da aslında iyi bir insandır.
-Bizim insanımız aslında gerçekten adam gibi adamdır.
-Ne demek yahu! Ben, bu insanları seviyorum; onlar için elimden gelen her şeyi yaparım.

Birbirimize daha hoşgörülü, bağışlayıcı davranırsak...
Gönlümüzün kapılarını sadece dost bildiklerimize değil, karşılıklı olarak birbirimize açarsak...
Amacımız açık yakalamak değil, açıkları görmezden gelmek, kapatmak olursa...

Sözde değil, özde dostluğu...
Sözde değil, özde "Bir olalım, iri olalım, diri olalım'ı kavrar ve uygularsak...

İşte o zaman kendimize yakışan dünyayı kurmuş oluruz.
İşte o zaman kendimizle onur duyar, gururlanırız.
İşte o zaman, gerçek mutluluğu yakalarız.

Ali Aydoğan - Kırıntı Köyü