Önsöz
Birlik Güç Yaratır
Kızlı Erkekli-Alkollü
Ekip Yönetimi
"Üst Birlik" Gerekir
Facebook
Halkımızın Yapısı
Dağlardaki Siperler

Dağlardaki Siperler


ANA SAYFA


18 Haziran 2012
DAĞLARDAKİ SİPERLER

Bir gün çocukluk arkadaşlarımdan biri Ankara'ya gelmiş, bize konuk olmuştu. İşten, güçten, dertten, gamdan; ordan, buradan, şurdan konuşurken söz döndü dolaştı, köye ulaştı. Anılar ayaksızdır, tekersizdir, kanatsızdır; sadece hayallerden oluştuğu için kolayca çalıdan dala, ovadan dağa sıçrar.
Bedenimiz Ankara'dayken düşlerimiz Kızlarkalesi'nin, Karaburga'nın, Gavur Dağları'nın, Soğuk Paar'ın zirvelerinde gezinmeye başladı. Arkadaşım, Yıldız Gölleri'ne yaptığı geziyle ilgili anılarını öyle güzel anlattı ki baldan bile tatlı oldu. Ben de 2009'daki Karaburga Tepesi, Avlusu, Soğuk Paar hattındaki uzun gezimizi anlattım.

bizim-yazarlar_m_z-ardicdede-siper.jpg

Söz türbelerle, şehitliklerle, siperlerle genişledi, allandı pullandı; kendiliğinden soru işaretlendi. Bu siperler, kimler tarafından, ne zaman yapılmıştı? Şehitliklerde yatanlar kimlerdi? Yanıtını veremedik o da ben de; versek de çok yavan oldu, tatmin olamadık. Ardıç Dede'yi aramam kaçınılmaz oldu. Arkama yaslanıp, gözlerimi kapattım. Belleğimde Ardıç Dede'yi canlandırdım. Onunla anlaşmamız böyleydi. Ardıç Dede duydu beni. Sordum siperlerin, yatanların gizemini.

bizim-yazarlar_m_z-ardicdede-mezar.jpg

Ardıç Dede, gök gürültüsünden güçlü, kadifeden yumuşak sesiyle anlatmaya başladı. Ben de duydum sözlerini, arkadaşım da. Siz de kulaklarınızla değilse de gözlerinizle duyacaksınız okursanız.

-Hey gidi günler hey! dedi Ardıç Dede içini çekerek. Dün gibi anımsıyorum; Birinci Dünya Savaşı'nın tüm hızıyla sürdüğü yıllardı. Çarlık Rusyası'nın askerleri Kuzeydoğu Anadolu'yu işgal etmişlerdi. Trabzon iline bağlı bir sancak olduğu dönemde Gümüşhane de işgale uğramıştı. 7 Temmuz 1916'da Gümüşhane'ye giren Ruslar, Harşit Çayı boyunca ilerleyerek önüne gelen her yeri işgal etmeye başlamışlardı.

Karaca (Şiran), Osmanlılar için önemli bir konumdaydı, yeterli savunma ve püskürtme gücüne sahipti. Çar'ın askerleri, Karaca'yı işgal edemeyince daha batıya ilerleyebilmek için çevresini dolanmak zorunda kalmışlardı. Rusların gözünü yıldıran, üç bin metre ortalamalı Gavur Dağları'yla karşısındaki Çimen Dağları'ydı. İki dağ sırası arasındaki ovalardan tabur tabur askerlerini Karaca'dan batıya, Alucra yönüne geçirirken dağlardan yapılacak top atışıyla karşı karşıya kalabilirlerdi; en çok bundan çekiniyorlardı. Korkularında haksız da sayılmazlardı. Gerçekten de Osmanlı askerleri, düşmana yabancı, kendilerine dost dağlara çekilerek karşıladı onları.

Özellikle Gavur Dağlarının oval sırtları, baştan başa kayalıktı, taşlıktı. Taşlardan duvarlar örerek siper yapmak hiç de zor değildi. Osmanlı askerleri, Gavur Dağlarına, Abdal Musa ve Karaburga Dağlarına hatta Kızlar Kalesi'ne bile taş duvarlarla siperler yaptılar ve arkalarına yerleştirdikleri topların güvencesinde mevzilendiler. Ovalardan geçecek düşman askerlerini top ateşine tutarak geri püskürtmeyi hedefliyorlardı. Ama ya Ruslar da dağlara tırmanırlarsa?

Öyle de oldu. Sis mi bastırmıştı dağları, yoksa başka nedenden mi bilmem, Rus askerlerinin ne kadar olduğunu nedense şu anda tam anımsayamıyorum. Az ya da çok Rus askeri, askerlerimize saldırdılar. İrili ufaklı bölgesel çatışmalar oldu.

Ne mutlu ki, Kırıntı, Yeniköy veya diğer köylerin halkları, bölgeyi önceden terk edip kendilerini İç Anadolu'daki, özellikle Karadeniz Bölgesi'ndeki illere atmışlardı. Kaçamayanlar dağlardaki mağaralara sığınmışlardı da büyük katliamlara tanık olmamıştım.

Ardıç Dede, anlattıkça o günleri yeniden yaşıyor gibi olmuştu. Soluğu sıklaşmış, ses tonu değişmişti. Oldukça duygusal bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü.

-Yaşımı tam bilmiyorum, ama sanırım sekiz yüz yaşında varım. Olmaz olaydım. Asırlar boyunca nice insanların kendilerince gerekli gördüğü saçma sapan nedenlerle birbirlerini kılıçtan geçirdiklerine tanık oldum. Şu güzelim dünyayı ortaklaşa kullanarak hep birlikte mutluluk içinde bir yaşam sürdürememelerine hâlâ şaşarım. Yazık!

Ardıç Dede'nin sesi gittikçe azalmış, sonunda duyulmaz olmuştu. Beyinsel iletişimimiz kopmuştu.

Arkadaşım hayıflanarak:
-Tüh, aklımı kurcalayan soruların bir kısmına yanıt alamadım, dedi.
Uykudan uyanır gibi gözlerimi açarak ona baktım ve:
-Örneğin hangi soruya? diye sordum.
-Örneğin... Eee... Acaba Ruslar, bizim bu dağlarda yenilip geri mi döndüler? Yoksa, önlerine geleni alt ederek Alucra'ya veya Şebinkarahisar'a kadar ilerleyebildiler mi?

Bu soruya yanıt verecek bilgi birikimim yoktu. En doğrusu Ardıç Dede'yle yine bağlantı kurabilmek, olayların devamını ondan dinlemekti. Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım yine, Ardıç Dede'ye odaklanmaya çalıştım. Ne yaptıysam da bir daha ona ulaşamadım. Başka bir gün yine bağlantı kurabiliriz umuduyla gözlerimi açıp arkadaşıma bakarken:
-Soğuk Paar Tepesi'nde şehit mezarları var değil mi? diye sordum.
-Evet.
-Karaburga sırtlarında?
-Var. Zirvelerde gezinirken köylülerimizin bir takım mezarları ziyaret ettiklerine tanık olmuştum. Söylediklerine göre şehit mezarlarıymış.
-Ya Kızlar Kalesi'nde? Orada siperler var, bunu biliyorum; ama mezar da var mı? diye sordum.
Konuğum şaşırdı.
-Kızlar Kalesi'ne birkaç kez de ben gittim, ama mezar gördüğümü anımsamıyorum.
-Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, Kızlar Kalesi'nde çatışma olmamıştı. Yani Rusların Kızlar Kalesi'ne kadar ulaşamadığını söyleyebiliriz. Büyük olasılıkla Karaburga sırtlarından geri püskürtülmüştü. Ha, bir dakika. Aklıma bir şey geldi.

Hemen bilgisayarı açtım. Birlikte Alucra tarihine baktık. Alucra'nın Birinci Dünya Savaşı'nda işgal edildiğine dair herhangi bir bilgiye rastlamadık. Ama Rusların işgal olasılığına karşı birçok yerde olduğu gibi Alucra'da da bir cephe oluşturulmuş. Bu konudaki internet bilgisi aynen şöyleydi:
"I. Dünya Savaşı'nda Alucra'da bir cephe oluşturulmuş, cephe komutanı Mareşal Fevzi Çakmak, karargâhını bugünkü Çakmak köyünde kurmuştur. Halen bu köyde bir şehitlik mevcuttur."

Bu bilgiden yola çıkarak şöyle bir yorumda bulundum:
-Rus askerleri, bizim dağları aşabilseydi Alucra'ya rahatlıkla ulaşırlardı; ki, o zaman Alucra'da çatışmalar olurdu. Bunun bilgileri de Alucra tarihine yansırdı. Böyle yansımalar bulunmadığına göre bizim dağlarımızda gerçekleştirilen savunmaların Çar'ın askerlerine geçit vermediğini söylemek hiç de abartı olmaz.

Arkadaşım, bu yorumu mantıklı buldu. Bir süre daha söyleştikten sonra bu konuyu sonlandırırken gülümseyerek:
-Sanırım 2012 yazında sen de köye geleceksin, dedi. Büyük olasılıkla Temmuz'da buluşuruz. Değil mi?
-Evet, dedim ben de gülümseyerek.
-Öyleyse şimdiden sözleşelim. Buluştuğumuzda ilk işimiz Kızlar Kalesi'ne ve Karaburga Tepesi'ne çıkmak olsun. Daha önceki çıkışlarımda gelişi güzel gezinmişim. Şimdiyse bilinçli gözlemlerde bulunmak istiyorum.
-Al benden de o kadar. Hatta bol bol fotoğraf, film çeker belgeleriz.

Arkadaşım, kadehini kaldırdıktan sonra:
-Dağların şerefine içiyorum, dedi ve kadehini kadehime tokuştururken "Can cana!" diye tamamladı.
-Can cana, dedim ben de candan bir ilgiyle.

Ali Aydoğan - Ankara
-0-

YENİ EKLENEN BİLGİLER
09 Ağustos 2012

Bizim köylülerle ve Şiran'a zaman zaman gidişlerimde karşılaştığım insanlarla fırsat buldukça konuşup Dağlardaki Siperler konusuyla bağlantılı haberler edinmeye çalıştım. Rus askerlerinin nerede durdurulduğu sorusunu sordum. Aldığım yanıtları şöyle özetleyebilirim:

*Rus askerleri, Çimen Dağları'ndaki Mengüt köyünü geçememiş.
Bu demektir ki, Kırıntı'nın tam karşısında uzanan Çimen Dağları boydan boya işgal edilmemişti.

*Gavur Dağları'ndaysa durum şöyleydi. Rus askerleri, Balık Tesisleri olarak bilinen yerin sırtını dayadığı dağa kadar ulaşmışlar, ama orada Osmanlı askerleri tarafından geri püskürtülmüşler.
Bu demektir ki, işgal kuvvetleri, bizim geziler düzenlediğimiz Karaburga tepesine kadar ulaşamamışlardı.

*Rus askerleri Dilekyolu'nda (Şinik) karargah kurmuşlar. Ekmek yapımı için fırınlar inşa etmişler. Hatta yöre halkını para karşılığında çalıştırmışlar.

*Şiran çevresinde yerleşik yaşam süren yabancı uyruklu köylülerin bir kısmı, Rus askerlerinin bölgedeki varlığından cesaret alarak bölgedeki halkımıza saldırılar düzenlemişler. Rus askerlerinin çekilmesiyle onlar da kaçmak zorunda kalmışlar.

*Kırıntı'nın yüzyıl önce ormanlık bir alan olduğunu çocukluğumuzda hep duyar ve ormanların nasıl yok edildiğini merak ederdik. Edindiğim bilgilere göre ormanları, savunma için topraklarımızda konumlanan Osmanlı askerleri kesmiş.

----------------------------------------------

26 Haziran 2012
Kazım Aydoğan'ın "Dağlardaki Siperler"le İlgili
DEĞERLENDİRME YAZISI-1

Merhaba Hocam,

Ben, Rus askerlerinin bizim dağlara tırmandığını, buralarda çatışmaların olduğunu bilmiyorum. Elbetteki siperler Ruslara karşı yapıldı. Bu siperlerin yapıldığı yıldan 1-2 yıl önce ne yazık ki Allahüekber dağlarında o kış koşullarında ve aşağı yukarı aynı rakım ve doğa şartlarında 75.000-90.000 askeri Enver Paşa'nın kaprisleri uğruna yazlık üniformalarla 1915 yılının çetin kış koşullarında ölüme terk ettik. Askere kışlık elbiseler İstanbul'dan Trabzon Limanına 3 gemiyle yola çıkarılıyor. Ancak Rus savaş gemileri Zonguldak-Ereğli açıklarında ne yazık ki bu gemileri batırıyor.

Burada- bizim dağlarda ölenler varsa muhtemelen doğa şartlarından ölmüş olabilir. Fevzi Çakmak ordugahı Zıhar (Çakmak) köyüne kurduğunda bizim köyü ziyarete geliyor ve köylerin boşaltılması talimatını Muhtarlara bizzat veriyor. Hatta bizim köyden sakat yaşlıca bir adama askeri araç tahsis edip Niksar bölgesine kadar ulaşımını sağlıyor. Köylerin boşaltılmasındaki daha doğrusu seferberlikteki temel amaç Fevzi Çakmak'ın bizzat dediği gibi halkın, köylünün Osmanlı askerleri içinde kalmasının uygun olmayacağı, hoş olmayan istenmeyen durumlarla karşılaşılabileceği olasılığının, riskinin bulunması da var. Tabi temel amaç Osmanlı-Rus savaş cephesinin bu hatta yer alması. Rus askerleri de Şinik Köyünü üs olarak kullanıyorlar.

Ekim devrimiyle birlikte 1917 de Lenin Rus askerlerini geri çekiyor ve Kurtuluş savaşında hepimizin bildiği gibi en büyük askeri mühimmat yardımını Kastamonu İnebolu hattından gerçekleştiriyorlar. Kurtuluş savaşının kazanılmasının en önemli etkenlerinden biri de bu yardımlardır.

Bu konularda Niyazi Hocamızın çok değerli bilgileri var. Birinci ağızlardan dinlediği ve bizlere aktardığı. Ayrıca bizzatihi ben de Bilal dedem ve Hasan dedemden onların ağzından seferberlik anılarını dinlemiştim. Köyden çıkışlarını, tabi o zaman onlar daha çocuklar.
Hasan dedem bebeklik döneminde daha.

Tam da senin güncel konuna ilişkin resimleri gönderiyorum. Yıllardır senin 'bilinçli gözlem' dediğin şekilde bizim dağların havasını teneffüs etmeye çalıştım. Bu yukarki tarih, coğrafya, strateji bilgilerinin ışığında.

Geçen yıl da Burga Baba'ya çıktığımızda epeyce resim çekmiştim. Tam da senin konsepte uygun oldu. O yapma ve doğal siperleri, yalçın kayaları, muhteşem manzaraları resimlemeye çalıştım. (Her ne kadar sen bu resim lafını sevmiyorsan da -fotograf diyorsun onun farkındayım, biz ingilizcede picture diye kullanıyoruz, kusura bakma :-)))

Salt bu doğayı, manzarayı, eşsizliği görebilmek yaşayabilmek için protez bacakla ve değnekle 2950 m rakıma büyük bir zevkle çıkıyorum, temel motivasyon kaynağım da bu oluyor oralarda. Kelimenin tam anlamıyla bu / o tabiat parçasına vurgunum, aşığım tutkunum ne dersen de yani. Benim resimleri hadi hatırın için fotoğrafları diyeyim yine :-))) çekerken uyarmamışlar; cep delik cepken delik kevgir misin be kardeşlik muhabbeti olmuş biraz. :-)))).
Resimlerin-fotografların hepsine bakabilirsen işine yarayacakları göreceksin. Hatta milletin adına anılar yayınlıyorsun ya, bunlarıda benim için yayınlayabilirsin, böylece bir başlangıç yapmış oluruz. Diğer yayla v.s resimleri de var onları da bir ara gönderirim.
Şimdilik sağlıkla kalın,
Bizi hatırlayan tüm dostlara selamlar

Kazım - Yantai-Çin

----------------------------------------------



26 Haziran 2012
YANIT

Merhaba Sevgili Kazım,

Öncelikle uzun, ayrıntılı, bilgilendirici yanıtın için teşekkür ediyorum. Dağlardaki siperler ve mezarlar konusuna farklı açıdan yaklaşmış, değişik yorumlar getirmişsin. Bilmiyorum, senin söylediklerin daha doğru belki; ya da benimki tam ya da kısmen doğru.

Benim, site hazırlayıcısı biri olarak amacım şudur: Çeşitli konuların ele alınmasına, tartışılmasına zemin hazırlayan bir alan yaratmak; bilgilerin, bilgi parçalarının bu alanda toplanmasını sağlayabilmek; karşılaştırmalarla, tartışmalarla birtakım sonuçlara ulaşabilmek.

Siperlerle, mezarlarla ilgili tüm bilgilere internetten ulaştım. ABD'de yaşayan Şiran köylülerinden tarihe meraklı Hakan Yalçın adında biri, özellikle bizim de çıkmaktan büyük keyif aldığımız dağlardaki siperlerle, mezarlarla ilgili araştırmalar yapmış, yayınlamış. Onun verdiği bilgilerle yine internetten Rus işgali sırasında Şiran hakkında edindiğim bilgileri harmanladım. Eldeki bilgilerle dağlardaki kalıntılar (siperler-mezarlar) arasında mantıksal bağlantı kurarak Ardıç Dede anlatısını oluşturdum.

"Burada- bizim dağlarda ölenler varsa muhtemelen doğa şartlarından ölmüş olabilir." demişsin. Muhtemelen demekle sen de olaya kesinlik ifadesi vermemişsin zaten, doğrusu da bu; çünkü kesinlik yok.

Ayrıca, "Köylerin boşaltılmasındaki daha doğrusu seferberlikteki temel amaç Fevzi Çakmak'ın bizzat dediği gibi halkın, köylünün Osmanlı askerleri içinde kalmasının uygun olmayacağı, hoş olmayan istenmeyen durumlarla karşılaşılabileceği olasılığının, riskinin bulunması da var." demişsin. Bu, bana pek inandırıcı gelmedi. Yıllardır duyduğumuz, okuduğumuz biçimiyle halkımızın işgalci güçlerden kaçma olasılığı çok daha gerçekçi sanırım.

Bulanık suda kulaç atıyoruz ve dibi göremiyoruz. Sadece veriler ışığında yorumlarda bulunuyoruz. Önemli olan şu: Konuyu masaya yatırdık; araştırmalar sonunda belki ileride çok daha somut bilgiler edinebileceğimiz belgelerle karşılaşabileceğiz. Temmuzda köye gidebilirsem bizzat Şiran'a gidip ilgili yetkililerle görüşecek, mümkünse arşiv bilgilere ulaşmaya çalışacağım. İşte bu da tartışmanın somut bir sonucu değil mi? Şu ya da bu açıdan bu konuya değinmeseydik Şiran'da arşiv karıştırma amacım oluşmazdı. Belki birlikte gider, araştırırız; ne dersin?

Fotoğraflar için de ayrıca teşekkürler.
Sevgiler.

Ali Aydoğan - Ankara
----------------------------------------------



26 Haziran 2012
DEĞERLENDİRME-2
Yeniden Merhaba Hocam,

Sana yazdığım yazı, aslında tarihi olgular-olaylar hakkında net ifadeler içermeyen sadece bu fotoğrafları gönderirken bir girizgah olsun niyetiyle yazılmıştı. Dinlemiş olduğum anılara da atıflarda bulunarak daha bir bizden elle tutulur hâle getirmek, renklendirmek niyetindeydim.
Kesin saptamalar yapacak, hüküm verecek kadar derin bir araştırmam ve bilgim yok bu konuda. Ansiklopedik kuru bir bilgi yazdıklarım. Bu konuları gerçek neden-sonuç ilişkileri içinde değerlendiren tarihi nesnel araştırma sonuçları beni de aydınlatıp, bilgilendirecektir tabii olarak.

Yazıda geçen "Köylerin boşaltılmasındaki daha doğrusu seferberlikteki temel amaç Fevzi Çakmak'ın bizzat dediği gibi halkın, köylünün Osmanlı askerleri içinde kalmasının uygun olmayacağı, hoş olmayan istenmeyen durumlarla karşılaşılabileceği olasılığının, riskinin bulunması da var." ifadesi elbette ki tek başına fazla bir anlam ifade etmiyor.
Bunu yazarken aslında vurgulamak istediğim; bizim köyün o yıllarda tam bir hercümerç içinde olduğu ve Fevzi Çakmak'ın da bizim köyü ziyaret ettiği tarihi bilgisini aktarabilmekti.

Senin de vurguladığın gibi, seferberliğin asli amaçlarından biri de işgal altından kurtulabilmek, daha güvenilir, yaşanabilir, iç bölgelere intikal etmek, ettirilmek.
Benim yukarıda kullandığım "seferberlik" kelimesi, çok geniş stratejik, askeri, sosyal, siyasal, ekonomik sonuçlar doğuran anlamda "seferberliK" değildi. Sadece ağız alışkanlığı gereği kullanılan dar anlamı ifade etmektedir. Ve paragrafda adı geçen temel amaç ifadesi de yanlış olmuş. Dediğim gibi bu yazı bir yorum yazısından daha çok girizgah karakterli idi. Neyse bu vesileyle, yorum yapma olanağını da elde etmiş olduk.

Geniş ve gerçek anlamdaki seferberlik, aynen tehcirde de olduğu gibi bir devlet- hükümet politikasının ve stratejisinin sonucu alınan topyekun ve çok önemli bir karardır doğal olarak.
Tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması elbette ki derin bir inceleme, araştırma, uzmanlık ve kuyumcu sabrını ve de en önemlisi bilimsel objektifliği-nesnelliği gerektirmektedir.
Ülkemizde maalesef resmî tarih paradigmasının dışına çıkan bir tarihçilik geleneği fazla da yoktur.

Bizim köylerden bilebildiğim kadarıyla, tarih ve tarihle ilgili bölümlerden mezun birçok insan var. Ve bu arkadaşlar neden kendi bölgesinin yakın tarihine ilgi duyup araştırmazlar bu da ayrı bir konu, sonuçta bu tip araştırmaları yapmakta farklı uzmanlık konuları olan meraklı insanlarımıza-aydınlarımıza düşer. Daha doğrusu bu da birleşik kaplar yasası örneğinde olduğu gibi genel yaşam felsefesinin duyarlılığının sonucu.
Tarihi, sosyal daha doğrusu insan bilimlerine dönük araştırmalar kimsenin tekelinde değildir elbette. Her insan istediği araştırma, incelemeyi yapabilir.
Ama bunun için de bazı enstrümanlara, (alet, edevat, bilgi) doğal olarak ihtiyaç var.
Yakın dönem Osmanlı Tarih hatta genel olarak Osmanlı Tarih araştırmacılarının en azından Osmanlıca'yı okuyup anlayabilecek kapasitede olması gerekir. Arşivler Osmanlıcadır. Daha doğrusu düzgün bir arşiv oluşturulabildiyse. Günümüz Türkçesiyle, Latin yazı karakteriyle ne kadar geri dönük araştırma yapılabilir. Bu da ayrı bir konu. Belki de yapılabilir, bilmiyorum açıkçası. En azından yapılan arşiv çalışmalarının izi sürülebilir, yeni bilgilere ulaşılabilir.
Bunu araştırma azmini isteğini zaafa uğratsın diye yazmıyorum, sadece basit bir saptama yapmaya çalışıyorum. Denk gelirsek köyde sana katkı sunmaya çalışırım ama bunun için de fazla zaman bulabilir miyim, bilmiyorum.

(7-8 Dersten sınava gireceğim Eylül ayında. AÖF Ekonomi bölümü 3. Sınıftayım ya. Yurt dışında olunca sınavlara giremiyorum ve otomatikman bütünlemelere kalıyorum. Yıllık izinim de Çirmiş Yaylasındaki çeşmenin başında bu sınavlara hazırlanarak geçiyor, aşağıdan bizim siperleri seyrederek, zaman zaman da oralara çıkarak.) Erzurum Atatürk Üniversitesinde bu anlamda çok güzel çalışmalar, tezler olduğunu biliyorum. Aslında o çalışmalara ulaşabilmek bizim bölgenin yakın tarihini araştırmak anlamında da çok işe yarayacaktır. İşte görüldüğü gibi bu tip araştırma yapmak ciddi bir zaman gerektirmekte.
Kırıntı tarihiyle ilgili birçok bilgiye senin sayende ve meraklı bir mühendis olan Sefa Öztürk'ün çalışmaları sonucu ulaşabiliyoruz.

Neyse konuyu fazla uzattım galiba. Burada nokta koymanın zamanı geldi.
İnsanlarımız seferberlik gibi bir hercümerci yaşayarak, savaşların nasıl bir trajediye yol açtığını birebir gördüler. Savaş tamtamlarının çalındığı ve çığlıklarının atıldığı bir dönemde, tarihten dersler çıkarmanın ne kadar da yaşamsal, kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız bir kez daha.

Tüm insanlığa savaşlardan uzak, barış huzur , mutlu, aydın, berrak çevresi kirletilmemiş, solunabilecek bol, temiz oksijeni, içilebilir suyu olan , sürdürülebilir, yaşanılabilir bir dünya diliyorum.
Dünyamızın, çocuklarımıza, gelecek kuşaklara sadece miras bırakılmayacağını, onlardan geçici olarak emanet alındığı gerçeğini unutmayalım diyor ve sevgi ve saygılarımı iletiyorum bir kez daha.

Kazım Aydoğan - Çin