Önsöz
D.Kırıntılılar Birliği
Köy-Haberler-4
Köy-Haberler-3
Köy-Haberler-2
Köy-Haberler-1
Perhiz-Turşu
Halil
Köyde Huzur Evi
Ben mi Biz mi
Hey Gidi Günler
Kopuyoruz
Dışkı Kavgası
Sen Ne Dedin
Neden Köy
Duyarlı Olmak
İnsanlık
Kalk Artık
Kardan Mezar
Kayısımın Yavrusu
Örnek Olmak
Gizemli Yüz
Topal Avni
Fareli Ekmek
Ölüm Haberi

Hey Gidi Günler


ANASAYFA

bizimyazarlarimiz-aa_oykuler-gif.gif

bizimyazarlarimiz-aa_oykuler-baslik-incecubuk.jpg

"İşi bitmiş gibi görünse de diriliğini hâlâ koruyan kadınlı, erkekli; bir ayağı köyde, köylü ruhunu koruyan kentli birkaç kişi kendi aralarında tatlı tatlı söyleşiyor, eskinin acılarına değiniyorlardı."

12 Eylül 2009
HEY GİDİ GÜNLER HEY!

-O neydi öyle eskiden? Bebekleri beler, beşiğe yatırır, sımsıkı bağlardık. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar hiç hareket etmeden yatar dururlardı gariplerim. Her yanı uyuşsa, sızım sızım sızlasa ne önemi vardı. Biz öyle büyümüştük, öyle alışmış, bebeğimize de aynısını uygulamıştık. Zavallılar, kimbilir neresi acıdığı, ağrıdığı için çığlıklar atıp ağlarken başlardık sallamaya. Suzmazsa daha hızlı sallar, susturuncaya kadar sallamayı sürdürürdük. Zavallıcıklara bu kez sallama işkencesini yaşatıyormuşuz meğer.
-Ama bir de şöyle düşünelim; zorunlu olarak öyle yapıyorduk. Kışın soğukta, buz gibi odalarda bebeği açıkta yatırsak donar giderdi gariplerim. Hiç olmazsa beşikte, örtüler altında güvencede oluyorlardı.
-Evet zorunluyduk: Tarlada, bahçede çalışırken bebekleri ancak beşikte güven içinde bırakabiliyorduk.
-Şimdiki bebekler öyle mi ya? Oh, sıcacık odalarda, her türlü olanaklar içinde el bebek gül bebek sere serpe, keyif içinde büyüyorlar. (Ekleme tarihi: 14 Ekim 2009)

-Hey gidi günler hey! İlk çocuğumu doğurduğumda on yedi yaşında ya vardım ya yoktum. Ey, o zamanlar öyleydi. Bebeğimi emzirir, beşiğe yatırır, iş yapmaya başlardım. Doya doya bebeğimi sevemezdim. Fırsat bulup da sevmeye kalktığımda bu kez kaynanamın kınayan bakışlarıyla karşılaşırdım. Kaynatamın yanında zaten hiç mümkün değildi. Git herif, insan çocuğunu sevemeden büyütür mü?

- Beni en çok zorlayan da kocama ne diyeceğimdi? Adını söylemeye utanıyordum. Söylersem herkes bana gülecek, kınayacak gibi geliyordu. Bazen "Çavuş" derdim, bazan "Ehmal". Tamam saygılı olmak gerekir ama bu kadarına da akıl erdirmek kolay değil. Hey gidi günler hey!

-Hey gidi günler hey! Babam gurbetten geldiğinde bir kilo mandalina getirmişti. Hemen bitmesin diye sadece iki tanesini soyup dilim dilim yemiştik. Kalanını da canımız çektikçe kokluyorduk. Canımız daha da çektiğinde tek tek yiyorduk. Hiç unutamam, kabuğunu da süs olsun diye yakamıza takardık. Vay canına... Düşünüyorum da...

-Köyde bazıları çok güzel çarık dikerdi. Biz de yalvar yakar çarığımızı diktirip de ayağımıza geçirince nasıl da havalı yürürdük.

-Ben de kara lastiği ilk giydiğim günü de hiç unutamıyorum. Lastiği ayağıma geçirdikten sonra sevip okşamıştım. Bir süre sonra da içi bez astarlı cizlavetler çıktı ortaya. Ayaklarımız biraz daha rahata kavuşmuştu. Hele delikli pilaçlarla yazın sıcağında terlemeden dolabiliyorduk. Vay be, gide de gelmeye o günler.

-Ben neyi unutamıyorum biliyor musunuz? Yılını tam anımsayamıyorum ama sanırım elli yıl kadar önceydi. Şu çubuk makarna varya, onu ilk defa komşunun evinde görmüştüm. Ne kadar da ilgimi çekmişti. Vay anasını yahu, o zamanlar yokluk diz boyuymuş da, varlığı bilmediğimiz için dayanıyormuşuz.

-Ya kasabaya giden babamın ya da dedemin getirdiği bembeyaz, pamuk gibi ekmeği unutmak olası mı? Elime bir dilim ekmek geçirdiğimde kendimi çok şanslı görürdüm. Ekmeği hemen bitirmemek için mini parçalar hâlinde yerdim. Şimdi yemek yerken ekmeği elime alarak evirip çevirip inceliyorum da şaşıp kalıyorum. Bu ekmekler, o ekmekler kadar lezzetli gelmiyorlar nedense.

-Benim belleğimde iz bırakanlardan birileri de çerçiciler olmuştu. Yeniköylü Aslanbey ya da Uzun'dan Karabey mahalleye geldiğinde sevince boğulurduk. Nerede para bulacaktık? Hemen ambara koşardık. Ailemizden izinli ya da izinsiz sahan sahan zahra, buğday, mısır verir, meyve falan alırdık. Ne günlerdi yahu!

-Gerçekten de yahu, düşününce burnumun ucu sızlıyor. Çocukluk yıllarımızda köyde meyve ağacı yok denecek gibiydi. Hıdrellez Tepesi'nin eteklerinde, dereye yakın yerlerde aşlanmış armutlar vardı. Mal yayarken armutları taşlayarak düşürür, iştahla yerdik.

-Biz de Sarıkızgilin deredeki ekşi elmalara dalardık. Ekşi mekşi, meyveydi ya biz ona bakardık. Sahipleri geldiğinde nasıl da tabanları yağlardık. Vay be, ne günlerdi!

-Hepiniz bilirsiniz, Cemlerde elmalar dilim dilim yapılır, tepsilerde herkese dağıtılırdı. Öyle insanlar vardı ki elmanın tadına sadece orada bakarlardı. Darlığın, yokluğun gözü kör olsun. Yokluğu yaratanlar hepten kör olsun.

-Ooof of! O yılları yaşamayanlar nereden bilsinler. Şimdiki gençler büyüklerinden duymuşlar ya, "Eskiden köylüler ilk akşamdan yatarlarmış. Erkenden tavuk gibi tünenir mi yahu" diyenler varmış. Elektrik yok, televizyon yok; idare lambasının cılız ışığında saatlerce oturmanın mümkün olamayacağını akıl edemiyorlar ki.

-Edemezler! Yaşamayan bilemez. Hani derler ya "Çeken bilir karlı dağın ardını!" Çekmeyen nereden bilsin? Fitilli lambadan, camlı gaz lambasına geçtiğimiz yıllarda gecelerimiz biraz daha aydınlanmıştı. Sık sık islenen camları güzelce yıkar, parlatır, kuru bezle güzelce kurulardık. Anımsarsınız değil mi? Yedek camları da bir ipe geçirir duvarlara asardık. Vay be!

-Ben de neyi unutamıyorum biliyor musunuz? Andıkça içim kabarıyor, ağlayasım geliyor. Karnım burnumdaydı; ha bugün ha yarın doğuracak gibiydim. Sancılar sık sık vuruyor, canımı alıyordu. Ben yerimden doğrulamazken kaynanam, Kızlar Kalesi'nin eteklerinden çaşur getirmeye gidenlerin arasına beni de katmıştı. Şimdi düşünüyorum da o zaman olanaksızı başarmışım ben. Sesimi çıkaramadan o dimdik yolsuz yokuşları nasıl çıkmışım, çaşurları yüklenip o yamaçlardan, kaygan taş-ların üzerinden nasıl indirmiş de harmana getirip yıkabilmişim. Birkaç saat sonra da üçüncü kızımı nasıl sağlıklı olarak doğurabilmişim; hâlâ anlayamıyorum. Hey gidi batasıca günler hey!

-Bunların benzerini ben de yaşadım. Anımsayanınız var mı bilmiyorum, dört kızdan sonra ilk oğlumu yaylada, koyun sağmaya gittiğimde Eskiyatak'ta doğurmuştum. Gülersiniz, basit bulursunuz belki ama beni asıl etkileyen bambaşka bir şey. Tam sekiz çocuğum oldu ve hiç birine yeni bir beşik aldırtamadım. Hep elin eskilerini kullandık. Hâlbuki, yeni bir beşikte, yeni doğmuş bebeğimi belemeyi, sallayarak uyutmayı ne çok isterdim. Benimki beni sevindirmek için yeni bir beşik almaya kalktığında babası ortalığı velveleye vermişti. Git yahu, bunlar nasıl unutulur.

-Gerçekten hepimiz de benzer eziyetleri çektik o yıllarda. O zamanki dertler, anlatmakla biter mi? Kocam yedi ay diyende gurbetten gelmişti. Büyüklerimden utancıma yaklaşıp da bir hoş geldin bile diyemedim. Gençmişiz, aylardır birbirimize hasret kalmışız, yanıp tutuşuyormuşuz, kimin umurundaydı? Ne kaynanam hâlden anlıyordu, ne kaynatam. Sanki onlar hiç hasretlik çekmemişler gibi anlayışsızdılar. Gözlerini bir dakika üzerimizden ayırmıyorlardı. Yahu bırakın da karı koca Sığınak'tan gönüllü olarak odun getirelim. Ya da bırakın da merekteki dağılmış olan ot yığınlarını baş başa güzelce istifleyelim, düzenleyelim. Ooof of! Of ki of!

Derleyen
Ali Aydoğan
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Düşüncelerinizi yazmak için burayı TIKLAYINIZ ... aliaydoganaa@hotmail.com