Önsöz
D.Kırıntılılar Birliği
Köy-Haberler-4
Köy-Haberler-3
Köy-Haberler-2
Köy-Haberler-1
Perhiz-Turşu
Halil
Köyde Huzur Evi
Ben mi Biz mi
Hey Gidi Günler
Kopuyoruz
Dışkı Kavgası
Sen Ne Dedin
Neden Köy
Duyarlı Olmak
İnsanlık
Kalk Artık
Kardan Mezar
Kayısımın Yavrusu
Örnek Olmak
Gizemli Yüz
Topal Avni
Fareli Ekmek
Ölüm Haberi

Topal Avni


ANASAYFA

bizimyazarlarimiz-aa_oykuler-gif.gif

bizimyazarlarimiz-aa_oykuler-baslik-incecubuk.jpg

"Birbirimize güzel sözler söyleyerek, olumlu yönlerimizi öne çıkararak, mutluluklarımızı paylaşarak yaşamayı alışkanlık hâline getirebilseydik insan ilişkileri bu kadar bozulmazdı sanırım."

16 Ekim 2009
"TEK DÜŞÜNCEM: BACAĞIM."
(TOPAL AVNİ)
(Çorum Askerî Cezaevi - 1981)

Avni'yi her anışımda yüreğimin derinliklerinde bir hüzün duyarım. Topallayan bacağı, hüzünlü gülüşüyle hayalimde belirir.
Avni, kendine paralel siyasi gruplardan biri tarafından bacağından vurulmuş, hastanede tedavisi sürerken alıp buraya getirilmiş. Vara yoğa konuşmayan ama sohbetinde ağzından bal damlayan; kahkaha atmayan ama hep gülümseyen, öfkelenmeyen ama öfkeliye karşı durabilen biriydi.

O, ben ve üç arkadaş daha, kendimizce bir arkadaş grubuyduk. Bu üç arkadaşa Ahmet, Mehmet, Hüseyin diyelim şimdilik. Baş başayken genellikle siyasi konulardan söyleşirdik. Onlar da sınıfsal ve toplumsal yönden oldukça bilgiliydiler; genel kültür sahibiydiler de.

Ahmet, Mehmet, Hüseyin iyi insanlardı iyi olmasına da Avni'ye seslenişlerini hiç beğenmezdim: "Topal" diye seslenirlerdi.

-N'aber topal?

-Evet topal, doğru söylüyorsun.

-Teşekkür ederim topal, çok iyi oldu.

Avni, hiç tepki göstermezdi. Topal dendiği anda bile normal tavrını sürdürürdü. O öyleydi ama ben değil. Bu sesleniş, çok gereksizdi bana göre, kırıcıydı da. Adı vardı onun: Avni. Bu adı söylemenin güç bir yanı yoktu.

Avni'nin yanımızda bulunmadığı bir gün üç arkadaşa:

-Arkadaşlar, dedim. Avni arkadaşı topal diye çağırmasanız keşke; üzülebilir.

Ahmet, sanki çok garip bir şey söylemişim gibi şaşırdı:

-Ne var topal demekte?

Hüseyin, onu destekledi:

-Olmayan bir şeyi söylemiyoruz ki. Topal olduğu için topal diyoruz, bunda üzülecek ne var.

Mehmet:

-Sen öyle sanıyorsun Ali'ciğim, o üzülmez, diye söze karıştı.

Kararlı bir tavırla:

-Üzülür arkadaşlar, diye ısrar ettim. Belli etmiyor; ama eminim içten içe üzülüyordur.

-Topal, sana böyle bir şey mi söyledi? diye sordu Hüseyin.

-Yok canım. Onunla bu konuda hiç konuşmadık. Ama bak yine topal dedin.

-Demekte bir sakınca görmüyorum da ondan. Üzüleceğini bilsem söyler miyim hiç? Kesinlikle inanıyorum ki üzülmüyordur. Çünkü...

Sabırsızlandım:

-Çünkü ne?

-Çünkü, o kendini aşmış bir insan. Böyle küçük konularla kafa yormayacak ufka sahip.

Güldüm:

-Bu durumda ben kendimi aşmış olmuyorum, dar bir ufka sahibim öyle mi? Eh, böyle görüyorsanız ne diyebilirim ki. Sadece bu konuda bir kez daha düşünmenizi rica ediyorum.

O günden sonra, onlarla bu konuda bir daha söz açmadık. Onlar topal demeyi sürdürdüler Avni de tepki göstermemeyi.

Acaba ben mi yanılıyorum diye düşünmeye başlamıştım. Ta ki o akşam haklı olduğumu öğreninceye değin.

Akşamları hava kararırken bir hüzün çökerdi çoğumuzun yüreğine. Ranzamıza uzanır, kendimizi dinlerdik. İnsanı felce uğratan umutsuzluklarla hiç umulmadık anlarda yeşe-ren umutlar, beklentiler, mutluluklar iç içeydi. Dakikamızın dakikamızı tutmadığı ruhsal dağınıklık içindeydik.

O akşam üzeri de diğer birçok arkadaş gibi ranzama uzanmış düşüncelere dalmıştım. Başıma neler gelecekti? Sevdiklerim şu anda ne yapıyorlardı? Beni anıyorlar mıydı? Yoksa günlük yaşamın girdabına kapılmış, aldırmazlık içinde miydiler? Gençtim. Eşimi özlemiştim. Kızımı da. Bir çocuğumuz da yoldaydı; üç ay içinde doğum gerçekleşecekti. Bebek doğduğunda ben nerede olacaktım? Hâlâ içeride mi olacaktım yoksa onların yanında mı? Yüklü bir ceza alıp özgürlükten umudumu kesmiş bir mahkûm olacaktım belki de. Veya umulmadık bir sürprizle yarın çıkacaktım. Bitmeyen düşünceler, sınırsız olasılıklar,..

Tüm bu düşünceler üst ranzada, sırt üstü yatıp tavana bakarken geçiyordu aklımdan. Bir ara yan döndüm. Öndeki ranzanın alt bö-lümündeki Avni'ye takıldı gözlerim. O da be-nim gibi yan olarak uzanmıştı. Bir elini başının altına yastık yapmış, gözlerini kırpmadan yere bakıyordu. Durumu dikkat çekiciydi. Kaşları inmiş, yüz hatları gevşemişti. Dudaklarının belli belirsiz titrediğini fark ettim. Gözlerinden yaşlar damladığını görünce yüreğim daraldı birden; büyük bir acı duydum. Hemen inip önünde yere çömeldim. Sadece onun duyabileceği bir ses tonuyla:

-Nasılsın Avni? diye sordum.

-İyiyim, dedi usulca.

Kısa bir duraksamadan sonra üsteledim:

-Gerçekten iyi olduğundan emin misin dostum?
Bir sorunun varsa anlat lütfen. Elimden bir çözüm gelmeyebilir belki; ama içini boşaltır, rahatlarsın en azından.

İlk kez bana baktı o zaman. Göz göze geldik. Yaşlı gözlerindeki acıyı yüreğimde hissettim. Güç duyulan titrek bir sesle söze başladı:

-Bacağım...

Sonra sustu. Ben de konuşmadım. Açılacağını, içini dökeceğini anlamıştım.

-Bacağım... diye yineledi. Hiç aklımdan çıkmıyor; tek düşüncem bacağım. Tedavim tamamlanmadan tutuklandım. Yara, sürekli akıntı yapıyor. Topal mı kalacağım? Yoksa kesilecek, bacaksız mı kalacağım? Bu düşüncelere dayanamıyorum Ali. Kahroluyorum. Hele, arkadaşların topal demeleri yok mu? Çok ağırıma gidiyor. Art niyetleri olmadığına emin olduğum için tepki vermiyorum onlara. Ama...

Biz sessizce konuşurken Mehmet geldi yanımıza. Güler yüzlü, dost bir tavırla:

-Ne o topal, Ali'ye neler anlatıyorsun bakalım? dedi.

-0-

Ali Aydoğan

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Düşüncelerinizi yazmak için burayı TIKLAYINIZ ... aliaydoganaa@hotmail.com