Önsöz
Hatun Aydoğan
Muzaffer Bal-1
Muzaffer Bal-2
Muharrem Aydın1
Yaşar Günel
Babuko Hüseyin
Kemal Gündoğan
Durmuş Öztürk
M. Aydın2- Ç.Ahmet
Solmaz Günel
İçlim Eda Aydoğan
YağmurÖykü Doğan
Yılmaz Bakar
Cevat Günel
Alim Aydoğan
Tuğrul Kara
Cemal Aydoğan
Esma Korkmaz
Seçil Günel
Sebati Günel
Ersin Öztürk
Kazım Aydoğan
Zeynel Öztürk
Gülüzar Aydoğan
İsmail Aydoğan
Ali Öztürk
Yusuf Aydın
Garipoğlu Hüsnü

Solmaz Günel


ANASAYFA

İÇİNDEKİLER
01.Unutkanlık - 06 Nisan 2011
02.Özlem - 06 Nisan 2011
03.Gölet Yolculuğu Anıları - 12 Nisan 2011
04.Gülen Karga - 12 Nisan 2011
05.Azık - 12 Nisan 2011
06.Sevgi Zinciri - 12 Nisan 2011
07.Yaylada Bir Gece - 12 Nisan 2011

SOLMAZ GÜNEL

08.Ekin Destesi - 06 Şubat 2012
09.İyi ki Köye Ev Yapmışım - 03 Haziran 2012
10.Korkutan Yangın - 26 Ekim 2012
11.Kültürümüz Geri Dönsün - 03 Kasım 2012
12.Bir Güz Gezisi - 18 Mayıs 2013
13.Köyümüzün Kuruluş Tarihi Ve Yaşantıları - 14 Aralık 2013
14.Sincaplar ile Geminciklerim - 13 Mart 2014
15.Neden Böyle Olduk - 21 Ocak 2015

bizimyazarlarimiz-baslik-incecubuk.jpg

SOLMAZ GÜNEL'İN ÖZGÜN TÜRKÜLERİ

(Dinlemek İçin Tıklayınız)

Yürü Yalan Dünya - Uzun Hava

Şiran'dan Öteye - Uzun Hava

Gümüşhane Elmasıyla Allanır - Horon

Ankara'dan Sılaya - Horon

bizimyazarlarimiz-baslik-incecubuk.jpg


15.Yazı – 21 Ocak 2015
NEDEN BÖYLE OLDUK?

Niye böyleyiz acaba zihnimizde beynimizde ve de hislerimizde bir noksanlık mı var? Çünkü bazı insanlar (İstisnalar kesinlikle kaideyi bozmaz) sağlıklı düşünüp adil bir şekilde davranması gerekirken davranmayıp ve karşı tarafa acı, ızdırap vermek için kasıtlı bir biçimde hareket edip bu olumsuzluklardan dolayı da büyük bir zevk alarak kendilerince de mutlu olmaktadırlar. Bunlar azınlıkta olup maalesef toplum içerisinde konuştukları zaman mangalda kül bırakmayan ve de kendilerini oldukça dört başı mamur bir şekilde dürüst gösterip toplumun baş köşesinde yer alan ve kendilerinden başkada hiç bir insanı düşünmeyen zavallılardır.

Öte yandan gerçekten istisnalar olarak belirtilen adam gibi adamlar her ne hikmetse toplumda kendilerini ifade edemedikleri için maalesef mangalın küllerini de yutmak zorunda kalmaktadırlar. Durup dururken ben bu yazıyı yazarak böyle bir konuyu neden işlemek zorunda oldum ki? Neden mi bak anlatayım, yaşamları boyunca dürüstlükleri ve iyi niyetleri yüzünden hiç hak etmedikleri hâlde ezilen dışlanan ve de horlanan nice insanları gördüm. Bunlar duygusal içli kendi hâlinde kesinlikle başkalarına asla zararı dokunmayan, ellerinden geldiğince de yardım sever olmakla büyük memnuniyet duyup mutlu olan güzel insanlardır. Bu canlar kaybeder gibi görünseler de asıl kaybedenler dürüst insanların sırtlarında yalan dolanlarla bir kambur gibi durarak kendilerini toplum içerisinde geçici de olsa kabul ettirenlerdir.

Bunlar adam gibi adamlardan daha uzun yaşamaktadırlar. Çünkü yaşam gıdaları birilerini üzdükçe keyif alarak mutlu olmalarıdır. Hâlbuki bu yalan dünyada iyimserlikten iyi bir şey yoktur, huzur sevip sevilmede ve hoş görüde olur. Huzurlu yenen soğan ekmek huzursuzca yenen bal kaymaktan çok daha iyi olmakla beraber fesatsız bir nimet olur. Yani dünya kadar malın olsa yiyeceğin karnının doyacağı kadardır. Göl kadar suyun olsa içebileceğin kadar içersin fazlası hasta eder. Bu yazıyı kesinlikle birilerini hedef alarak yazmadığım gibi hiç kimse de o yetkiye sahip değildir. Bizler kendisini bilen dürüst ve hoşgörülü insanlarız. No Problem.
Sy:Ali hocamın bir yazısı dikkatimi çektiği için yorum yapmak zorunda kaldım. Şöyleki; “AAYazılarım + Karma Yazılarım” sayfasındaki “Kopuyoruz Koptuuuuuuuu... yazısının k’si inşallah yerine konmaz. Çünkü bu gurbet ellerinde bundan kötüsü de olmaz Hep birlikte saygıyla sevgiyle hoşca ve dostca kalalım.
Solmaz GÜNEL- ANKARA -20/1/2015

----------------------------------------------

14.Yazı – 13 Mart 2014
SİNCAPLAR İLE GELİNCİKLERİM

Tarih 25 Haziran 2012. Sabah kalktığımda saat 7:50’ yi göstermekle birlikte köyler için bu vakitler oldukça geç sayılırdı. Çünkü akşamları hangi saatleri arasında yatarsanız yatın sabahları 06 veya 07 civarlarında zinde bir şekilde kalkmış olursunuz. Kahvaltımızı evimize on metre mesafede bulunan meşenin çamları altında yapmak istediğimizden çulları ve minderleri her zaman altında oturarak anılarım ile şiirlerimi yazmış olduğum o çamın altına serdim. Biz kahvaltıyı yaparken Güneş yavaş yavaş yükseliyordu. Köylerde gökyüzü temiz ve berrak olduğundan dolayı Güneş ışınları kırılarak değil de direk yansıdığı için yazları çok sıcak geçmektedir. Fakat çok enteresan, açık alanda yanıyorsunuz, gölgede ise mübalağa olmasın üşüyorsunuz. Bazı zamanlar da hava birden bire bozarak gök gürültüsüyle birlikte yağmur yağmaya başlar ve sanki o gün bir daha hava düzelmeyecekmiş gibi zanneder insan. Fakat aradan fazla zaman geçmeden Güneş yüzünü gösterir, ortalık bir anda güllük gülistanlık olur. İşte bu güzel köylerimizin güzel özelliklerinden bazıları da bunlar olsa gerek.

Bir hususa değinmeden geçmek istemiyorum. Mevcut yazılarımızı ve diğer eserlerimizi sahibi olduğu Karadoruk-aa sitesinde değerlendirerek yayınlanmasını gerçekleştiren Sy Hocamız Ali beye teşekkür ediyorum. Söz konusu olan bu evrensel sitemiz bazen bizleri köylerimizin dağlarında ve yaylalarında bazen de malum meşhur olan noktalarında gezmelerimizi sağlamış olup, bazen de kendimizi bir horonun içerisinde oynarken görmekteyiz. Bu özverili çalışmalarına tekrar teşekkür ederek konumuza girmek istiyorum.

Anılarımı yazmak için masanın öbür ucundaki kağıtları önüme çekerek gayrı ihtiyarı olarak karşımdaki çamın kalın dallarına baktım. Bu dallarda her zaman iki sincap oynaşırlardı. Ben de hem yazılarımı ve şiirlerimi yazar ara sırada bunların yaramazlıklarını gözlerdim. Fakat bir ara dalgın bir şekilde çok çok uzaklara bakıyordum. Nereye mi O bizim meşhur olan Çimen dağlarına O anda birden sincapların sesleriyle irkilerek baktığımda bir kediyi bunları avlamak üzereyken gördüm ve hemen müdahale ederek uzaklaştıdım.

Aradan on dakika geçti geçmedi hemen aklıma iki gelinciğim geldi.Onlar da tıpkı sincaplar gibi oynaşırlardı. Biz de balkondan seyrederek kendimizce mutlu oluyorduk. Bu defa da o hınzır kediyi bunları avlamak üzereyken görür görmez koştum ama muvaffak olamadım. Maalesef bir tanesini ağzına alarak gözden kaybolmuştu. Bu olaya çok üzülerek strese bile girmiştim. Sanki o anda dünyanın dengesinin bozulduğunu hissetmiş gibi oldum. Eşini bir kediye kaptırarak yalnız kalan gelinciği bir daha da buralarda hiç görmedim. Belli ki yıllarca yuvası olan bu mekanı terk eyledi zavallı gelincik.

Hayat böyle işte hangi canlı olursa olsun her zaman güçlüler güçsüzlerin yaşamalarına asla fırsat vermezler. Doğanın bu acımasız kanununa lanetler olsun.
Barış ve dostluk içinde yaşanacak bir gelecek dileğimle...

Solmaz Günel
Emekli Zabıta Komiseri




-----------------------------------------------

13.Yazı – 14 Aralık 2013
KÖYÜMÜZÜN KURULUŞ TARİHİ VE YAŞANTILARI

Köyümüz (Yeniköy) kuruluş tarihini bilmediğimiz ve dağların eteğine kurularak verimsiz toprakların verimsizliğine kendisini teslim eden yoksul bir Alevi köyüdür. Hiçbir yapılaşma ve hiçbir yaşam şartları sebepsiz olmamıştır. Bu verimsiz toprakların verimsizliğine kendilerini (Atalarımız) teslim etmelerinin de elbette bir sebebi olsa gerek. Aleviler, baskılara hedef olmamak ve kendilerini bu yönde korumak için yerleşim alanlarını (Köylerini) dağ yamaçlarıyla eteklerine ve de ulaşımdan yoksun olan yerlere kurmuşlardır. Ortalık durulunca bu insanlarımız konakladıkları yerleri nesilden nesile devam eden bizlere birer vatan (sıla) olarak bırakmışlardır.

Burada bir noktaya değinmek istiyorum, tekrar bu gibi olumsuzlukların yaşanmaması için şu anda olduğu gibi hep beraber bir arada bir birimizi kabullenerek dostça, kardeşçe sevgi ve de saygı ile yaşamaya devam etmeliyiz. Atalarımızın bazıları bu verimsiz topraklarını kara saban ile işleyerek azda olsa geçimlerini sürdürürken bazıları da besicilik yaparlardı. Birbirlerine oldukça hoşgörülü bir şekilde yaklaşarak durumları iyi olanlar durumları zayıf olanlara karşılıksız yardım ederek çaresizliğe derman olurlardı.

Diğer yönden ise kadınlarına (Büyük analarımız) değer vererek toplumda onların söz sahibi olmalarını sağlarlardı. Gücü kuvveti yerinde olan erkeklerde İlkbahar gelince Mayıs aylarına doğru inşaatlarda çalışmak üzere gurbet ellerine giderek güzün de köylerine dönerlerdi. Atalarımız eskiden olduğu gibi artık yeni doğan çocuklarını çoban ve de diğer işlere yarayacak şekilde yetiştirmekten öte olanakları daha iyi olduğundan her aile fertleri çocuklarını okutarak onların çeşitli dallarda birer meslek sahibi olmalarını sağlamış olup iş hayatına da atılmalarına yardımcı olmuşlardır. Bir de aradan belli bir zaman geçtikten sonra Yabancı Ülkelerde çalıştırılmak üzere işçi alımları başladığından mesleki ve fiziki durumları uygun olan vatandaşlarımız buralarda çalışmaya giderek düzelmekte olan ekonomilerini daha da güçlendirip, yıllarca çekilen sıkıntılardan kurtulmuş olmaları doğal olarak haliyle bizleri de mutlu etmiştir.

Yalnız bir şey dikkatimi çekmektedir, inşallah yanılmış olurum. Eskiden fakirlik, yoksulluk varken bazı insanlarımız bir birine daha içten bir şekilde bağlı olup, saygı ve sevgilerini eksik etmezlerdi, fakat şimdi ise fakirliğimiz ortadan kalkınca fakirliğimizle beraber bu değerlerimizde nispeten kaybolmuştur.

Manevi değerlerimizin geri dönmesi dileğiyle ve güzel bir söz ile satırlarıma son veriyorum.
“Sen damla damla sev, ben onları biriktirip göl yapmazsam adam değilim.”
Sevgili dostlar hoşça ve dostça kalın.

Solmaz GÜNEL - Zabıta Komiseri - Ankara


-----------------------------------------------

12.Yazı - 18 Mayıs 2013
B İ R G Ü Z G E Z İ S İ

Her sabah kalktığımda alışkanlıktan olacak ki doğruca bizim meşhur tarihi Hıdır'a vardım. Elime tası alarak bir güzelce etrafını yıkayıp temizledim ve sabah mahmurluğunu üzerimden atmak için de elimi yüzümü yıkayarak tekrar eve doğru yürüdüm. Tarih 7 Ekim 2012 idi. O gün hava da oldukça güneşli olup, kayda değer olmasa da çok hafif bir rüzgar esmekteydi. Bu zaman içerisinde sabah kahvaltımızı balkonda yaptıktan sonra bana gelen telefona baktığımda Hüseyin (Babuko) arıyordu.
-Solmaz Yeniköy e geliyoruz. Reşatları da alarak Tuğgıranı'na pikniğe gideceğiz, dedi.

Bunun üzerine hazırlığımızı yaparak gerekli nevaleleri çantalara eşim Şengül hanım ile birlikte yerleştirmiştik ki on dakika sonra Babuko'yla birlikte Yeter ablanın Ali'siyle eşi Nane hanım da gelmişti. Hep birlikte arabalara binerek yol üzerinden Reşat beyleri de alarak Türbelerden yayla yoluna girmiş olduk. Bu arada geçtiğimiz güzergahlardaki ağaçların her birisi çeşit çeşit renklere bürünerek kimisi sarı, kimisi mavi, kimisi de yeşil, bazı ağaçlarda koyu ve açık kırmızı renkleriyle birlikte görsel olarak tarif edilemeyecek güzellikteydiler. İlle de kayanın önündeki kavak ağaçları harikaydılar.

Tuğgıranı'na vardığımızda şiddetini artıran rüzgar keyfimizin kaçmasına sebep olmuştu. Topladığımız odun ve kozalakları çeşmenin arka tarafındaki ateş yakma yerine boşalttık. Dört gözle rüzgarın dinmesini bekliyorduk, çünkü şahsen bu gıranı çok sevdiğimden burada manzarasını seyretmek ve piknik yapmak benim için bir ayrıcalıktı. Ama ne yazık ki rüzgarın kesileceği yok gibiydi, bu nedenle buruk bir şekilde odunlarımızı alarak buradan ayrılmak zorunda kalmıştık. Hâl böyle iken bizleri rüzgarın rahatsız etmeyeceği sığ kuytu (çukur) bir yer bulmak için arabalara binerek Karadoruk Ormanı'na doğru ilerlemeye başladık, Karaburga yoluna döndüğümüzde hemen aşağıda bulunan Çirmiş'in yaylasına vardık. Burada konaklamaya karar verdiğimiz için rüzgar yönünden rahatsız olmayacağımız uygun bir yayla aramaya başladık ve de bulduğumuz yere odunlar ile lazım olan nevaleleri indirerek ateşin yanması sağladık.

Mutluyduk dostlarla birlikte. Neden mi? Bir gezi yapalım diye doğaya çıktık, eğer doğa şartları bizlere aman vermemiş olsaydı her yönüyle çok da güzel geçen bu gezimizi yaşayamayacaktık. Daha önceden haberdar olan ve az bir gecikmeyle aramıza katılan sağlıkçı Şükrü bey ile eşi Seher hanım da bizlere şeref vermiş olup, akşama kadar hoş sohbetler içersinde yemek faslını da tamamlamış olduk.

İnanır mısınız aradan hayli zaman geçmesine rağmen bu Güz gezisi hafızamızda hâlâ tazeliğini korumaktadır. Böyle bir anıyı sizlerle hem paylaşmak istedim hem de bu doğa harikası yerlerini tanıyan site dostlarını da ruhen gezdirmiş oldum. Hep birlikte hoşça dostça ve de sağlıklı bir şekilde kalmak umuduyla nice güzel günlere. Sevgiler...

Solmaz GÜNEL
Emekli Zabıta Komiseri -ANKARA

-----------------------------------------------

11. Öykü - 03 Kasım 2012
KÜLTÜRÜMÜZ GERİ DÖNSÜN

Yıllar öncesi köyümüzün kuruluşundan beri adıyla ve suyunun da tadıyla Hıdırın paarı olarak bir pınarımız vardır. Yeniköy'ün en yaşlı insanı olan Şükrü dayıdan edindiğim bilgiye göre o da babasından duyduğunu söyleyerek burası Hıdır adında bir zat tarafından yapılmış olup yapılış tarihi bilinmemektedir. O zamanlarda bu paarın haricinde başka su içip ihtiyaç giderecek herhangi bir çeşmenin olmaması Hıdırın paarına ilgi ve sevgiyi daha da çok artırmıştır. Genç kızlarımız, gelinlerimizle birlikte analarımız omuzlarındaki çakaklara takılı kovalarla türkü söyleyerek buraya gelip yine aynı şekilde kaplarını doldurduktan sonra türkü söyleyerek evlerinin yolunu tutarlarmış.

Diğer taraftan yazları tatillerini geçirmek için Ankara, İstanbul ve diğer illerimizden, ayrıca Avrupa ülkelerinden gelen genç ve orta yaşlı insanlarımız akşamları bu tarihi Hıdır'ın paarı meydanında toplanarak sohbetlerini yaparken belli saatlerde yapılacak olan eğlenceyi beklerlerdi. Birbirini tanıma şansı olmayan gençlerimizde burada tanışarak yıllar yılı dostlukları da devam etmekteydi. Hıdır'da yapılacak eğlenceler arasında kültürümüz olan sayı sayılması yapılır ve sayımdan sonra toplanan paralarla gerekli nevaleler alınarak hazırlıklar yapılırdı. Katılan insanlarımız en güzel giysilerini giyip Hıdır'ın alanına toplanarak davul zurna eşliğinde başlarlardı oynamaya. Öte taraftan görevlilerce büyük bir ateş yakılarak ya kuzu çevirmesi yapılırdı yada keşkek pişirilerek halka ikram edilirdi.

Bu etkinliklerden her birisi birer kültürdür. Bu kültürümüzü yıllarca meydanında ağırlayan Hıdırımız ne oldu da birden bire anılmaz oldu. Buraya gelen ve burasız yapamayan insanlarımız neden gelmez oldular? Nedeni ilgisizlik ve bakımsızlıktır Ne demişler bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur misali paarın etrafını dikenler, otlar sardığı gibi zalak ve bataklık hâline gelmiştir.

Düşüncesizliğin sonucu olarak bu tarihi paar çok önceden yıkılarak yerine sıradan gelişi güzel bir çeşme yapılmıştır. Bununla birlikte zalak ve bataklık hâline gelen bu alanın temizlenip alt yapısı da yapılarak o güzelim paarımızla birlikte kaybolan kültürümüzün de geri (halka) dönmesi gerekiyordu. Bunun içindir ki bazı arkadaşlarla beraber Yeniköy Muhtarımız Sayın Niyazi Aydın beye giderek konuyu ilettik. Kendileri de zaten Hıdır’ın yapımının köy gelişim projesi dahilinde olduğunu söyledi. Duyarlılığımızdan dolayı da bizlere teşekkür etti. l4 Temmuz 2012 tarihinde yapılacak şenliklerde toplanılacak paranın yettiği kadarını bu hizmete harcayacağının sözünü almamız bizleri mutlu etmiştir. Bir de köyümüz içerisinde yapmış olduğu diğer hizmetlerden ve içme suyu projesini hayata geçirmesinden dolayı da kendilerini şahsım adına kutluyorum.

Ayrıca bu konuda duyarlılık gösteren, şenliklerin başkanlığını da yapan İstanbul Yeniköy Dernek Başkanı Sayın Birol Aydın beye de Hıdırın yapımı ile ilgili vermiş olduğu maddi ve manevi desteklerinden dolayı da teşekkür ediyorum. Verilen bu sözler üzerine fazla zaman geçmeden kepçe ile birlikte çeşme ustaları gelerek yapıma başlamışlardır. Ama ortada bir büyük sorun vardı. Tarihi Hıdır paarının bir resmi muhtarda yoktu. Belki vardır diye sayın ressam Cevat Günel'i aradık. Kendisinde mevcut olduğunu söyleyerek aynı günde fakslayıp elimize geçmesini sağladı. Cevat bey, hiçbir yerde bizleri yalnız bırakmadığından dolayı da cep telefonum ile bizzat arayıp teşekkürlerimi bildirdim.

Hıdırın Paarının yapımı 12 Ağustos 2012 tarihinde bitirilerek güzel bir eserin meydana gelmesi sağlanmış oldu.
Bu arada giden kültürümüzün tekrar geri dönmesi umuduyla hoşça dostça ve de sağlıcakla kalın diyorum.

Solmaz GÜNEL - Emekli Zabıta Komiseri / Ankara

----------------------------------------------

10. Öykü - 26 Ekim 2012
KORKUTAN YANGIN

Takriben 2012 Ağustos ayının sonları olsa gerek, Yeniköy de mevcut olan evimin önünde ve sakin bir şekilde çayımı içerek kafamı dinliyordum. her nedense bu kafa dinlememden dolayı da o kadar haz almıştım ki geçmişlere ve geleceğe dalıp dalıp gidiyordum. Geçmişim inişli çıkışlıydı, bazı güldürdü beni bazı da üzüyordu, fakat geleceğim ise bana oldukça umut vermekteydi. Lakin zaman ne getirir ne götürür bilinmez.

Bir ara çalan telefonumu dinlememle birlikte duyduğum haber beni çok korkutmuştu. Telefonun öbür ucundaki ses Kırıntılı Hüseyin Aydoğan'a, Namı değer Babuko'ya aitti. Ne diyordu biliyor musunuz, ula Solmaz Ağlık hep yanıyor. Türbelerden doğru Kuzuluk geçidine yanaştı diyerek Yeniköy'den yardım istiyordu. Ben hemen hızlı bir şekilde kapı,kapı dolaştım. Bir taraftan da bağırıyordum:
-Acele edin! Kırıntı'da yangın çıkmış toplanın gidiyoruz!
Otuz kırka yakın insan toplayabildim. Koşarak bizim Kuzuluk'tan doğru yangın yerine yanaşmaya başladık.Kiminin elinde kürek, bazılarının ellerinde de yangın söndürmede kullanılacak yapraklı büyük pelit dalları vardı. Uzatmayalım, yangın yerine vardığımızda gördüğüm durum şahsen beni çok korkutmuştu. Rüzgar ise yangının yayılmasında fazlasıyla etkili olmuştu. Elimde oldukça büyük ve kalın çam piriyle birlikte hiç düşünmeden yangının yoğun olduğu noktaya daldım ve olanca hızımla birlikte vurmaya başladım. Bu arada sıcağın etkisiyle de saçlarım epeyce yanmıştı.

Kırıntı ile Yeniköylüler güçlerini birleştirmiş vaziyette yangının yayılmaması için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu arada yangın alt bahçede Kerimgile ait iki bağ evini de etkisi altına alarak yanmalarına sebep olmuştur. Daha sonra rüzgar biraz hafifleyince hızlı çalışmamız neticesinde Kuzuluğun boğazını geçmesini engelledik. Şayet bunda başarılı olmamış olsaydık ne olurdu site dostları biliyor musunuz? Bunu düşünmek bile insanı müthiş bir şekilde ürkütüp korkutuyor. Mesela yangının yayılmasıyla Ahmet'in çeşmesiyle o boğazı geçseydi Mollagile ulaşırdı. Oradan da kısa zamanda Kırıntı'nın sık ormanı ile Yeniköy'ün ormanlarını kaplardı. Buralar haritadan tamamen silinebilirdi.

Yangını el birliğiyle söndürdükten yirmi dakika sonra Şiran itfaiyesi gelerek soğutma işlemini tamamlamış oldu. Böylece doğa üstü güzelliğe sahip olan köylerimiz ile ormanlarımızı kurtarmanın mutluluğunu yaşarken bir daha da böyle bir kabusun yaşanmaması dileğiyle hoşça ve dostça kalın diyorum.

NO: Yaz tatillerinde köylerine gelen gençlerimizi yangın konusunda uyaralım. Çünkü kuruyan otlar her an yanmaya hazır çıra gibidirler. Sigaramızı da emin bir şekilde söndürerek atalım. İmece usulü çevremizde bulunan ve mercek görevi yapan cam şişe parçalarını da toplayalım. Unutmayalım ki başka vatanımız yoktur.

Solmaz GÜNEL - Emekli Zabıta Komiseri - ANKARA

-----------------------------------------------

9. Öykü - 04 Haziran 2012
İYİ Kİ KÖYE EV YAPMIŞIM
(En Büyük Mutluluk)

Tarih 12 Temmuz 1999'u gösteriyordu. Ankara bu aylarda oldukça sıcak ve çekilmesi zor bir havaya hâkimdir. Yıllar yılı sılamızı arzuladığımız hâlde bir türlü nasip olup da gidememiştik. Şehrin bu stresli yaşam şartı bizleri iyice bunalttığı için hanımla beraber köyümüz olan Yeniköy'e gitmeye karar verdik.

15 Temmuz 1999 günnüde Aşti'den akşam saat 18:00 de otobüse binerek hareket etmiştik. Şura senin bura benim derken sabah 6:30 da kendimizi Şiran'da bulduk, Yolculuğumuz oldukça heyecanlı ve duygusal bir şekilde geçmişti. Bu duygulu anların tarifi mümkün olur mu? Elbette olmaz.

Köyümüze ulaştıktan sonra, yeterince dinlendikten sonra köyün yaşlı insanlarını ziyaret ederek gönüllerini aldık. Bu yaşlı insanlarımız köylerimizin birer tarihçesidirler. Biz uzun yıllardan beri köye gelmediğimizden mi nedir bilemiyorum, buralar bizi çok etkiledi. Bir taraftan eski yaşantılarımız bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçip gitmesine üzüldük bir taraftan da hasretliğini çektiğimiz bazı noktalar olan Ağgüne, Akpunluk, Melidar, Kuzuluk, Kavaklı vs'lere kavuştuğumuza da seviniyorduk. Neyse fazla uzatmadan asıl konumuza gelelim.

Bir gün, eşime düşüncesini sordum:
-Şengül, köyle ilgili ne düşünüyorsun?
-Düşündüm de yıllar sonra köyümüze geldik, tatil bitimi dönersek bir daha ne zaman geleceğimiz meçhuldür, dedi Şengül. Hazır gelmişken bütçemize göre bir ev yaparsak bu ev sayesinde köyümüzle bağlantımız devam eder ve yazları da gelip gideriz.

Bu düşünce bana da çok uygun geldi. Harmanımızdaki pey olan samanlığın yerine 29 Temmuz 1999'da temelimizi attık. İnanır mısınız site dostları, Şengül hanımın dediği gibi Ankara'ya geldikten sonra o temel var ya o temel, gündüzleri aklımdan çıkmadığı gibi geceleri de rüyalarımdaydı.

Daha sonra 20 Haziran 2001 yılında giderek bütçemize uygun teraslı güzel bir ev yaptık. Evden daha güzeli de meşeye yakın olmasıyla birlikte kuş seslerinin susmadığı bir noktasında olmasıydı. Sağ olsun var olsunlar gerek Kırıntı köyündeki ve gerekse Yeniköy'deki dostlarımız arada bir gelerek bizleri yalnız bırakmayıp, hanemize şeref vermektedirler.

Belli bir yaştan sonrada gönül köyleri arzuluyor dostlar, (Filler misali) İyi ki yapmışım, iyi ki köyümle iç içeyim. İkinci baharımı burada yaşıyorum, yıllar yılı hiç görmediğimiz insanlarımızı burada görüyoruz. Ne mutlu bir oda bile olsa yapıp köylerinde yaşamlarını sürdüren canlara. Ne mutlu yapmış oldukları bu güzelim evlerde yazları köylerine gelen konukları ağırlayan canlarımıza. Hayatta küçük değerlerden bile mutlu olmasını bilip, aşırı bir şekilde hırsına kapılmayan canlara ne mutlu (Gerisi teferruattır)

Aynı mutluluğu yaşayıp tatmak için 10 Haziran 2012 Pazar günü yolcuyum Yeniköye . Hoşça ve dostça kalın. 03.06.2012

Solmaz GÜNEL - Emekli Zabıta Komiseri - Ankara

-----------------------------------------------

8. Öykü - 06 Şubat 2012
EKİN DESTESİ

Eskiden köylerimizde ekin biçim zamanı gelince köyün kadın ve erkekleri sırayla birbirlerine imece usulü yardım ederlerdi. Yine böyle yaz aylarında bir gün sıra dedemlerin Akbunluk'taki tarlasına gelmişti. Sabah erken kalkarak toplu bir şekilde ekin tarlasına gidilecekti. Anamın:
-Solmaz sen de bizimle gel, bize ekmek, su getirerek yardım edersin, demesi üzerine guruba bende katıldım.

O zamanları tahminen altı yaşlarındaydım. Elime bir parkaç (bakraç) verdiler. Diğer azıkları da Şeleğe (ağaç hasırlarıyla örülmüş sepet) koyarak sırtlarına girindiler. Bu şekilde tarlaya vardık. Ellerinde oraklarla ekinleri biçmeye başladılar. Kadınlar arasında sesi güzel olanlar da hep birlikte hem türkü söyler hem de hu kururlardı, şöyle ki "İii huhuhu" diyerek öteden beri gelen bir geleneğimizi yaşatmış olurlardı. Hem de gelenekselleşmişti. O hayatı yaşayanlar iyi bilir, bu hukurmalar dağı taşı inletir, uzaklardan duyanlar da hay bin kere maşallah derlerdi. İşte yardım seven bu güzel insanlarımızı bu çağlarda arar olduk.

Bir ara anam bana:
-Ula Solmaz, sen bülmezsin emme, habu ekin desdesini eleen alıp da yoldan gelip geçenlere kaldırırsan güle güle git demektir. Onlar da sana ya para verir ya da üzüm, şeker verir, dedi.

Çok sevindim. Elime bir deste ekin alarak tarlanın ucuna oturup beklemeye başladım. Bir de baktım ki eşeğin üzerinde yaşlı bir amca geliyor, çok sevindim. Seslenerek elimdeki ekin destesini kaldırdım. Amca beni yanına çağırdı. Tarlamızın yamacı yola doğru haylice iniş olduğundan paldır küldür yuvarlanarak yanına vardım. Vardım ama kendisini tanıyamadım. Bizim köylü değildi. Herhâlde Kırıntılıdır diye düşündüm.

Adam, yüzüme gülerek beni sevdi. Yetimliğimin de vermiş olduğu buruklukdan dolayı bu şevkat hoşuma gittiği için vereceği parayı bile unutmuştum. Çıkarıp bana delikli bir para verdi. Onun elini öptüm ve ayrılarak tarlaya çıktım. Tarladan beni gözetleyen anam:
- Ula Solmaz o amca var ya çok iyi bir insandır, dedi. Kendisi Kırıntılıdır.
Amcanın adını söylemişti ama şimdi hatırlayamadım. Hatırlamış olsaydım saygıyla buraya yazacaktım.

Solmaz GÜNEL - Ankara

----------------------------------------------

7. Öykü - 12 Nisan 2011
YAYLADA BİR GECE

Köyümüzü küçük olarak belki de en erken terk eden benim. Annemle birlikte Giresun'a göç etmiştik. Aradan yıllar geçtikten sonra köye gezmeye gelmiştim. Yaylayı merak ettiğim için Gülkız bibim beni yaylaya götürmüştü. Yaylaya vardığımızda kızlarla oğlanların karşılıklı türkü söyleyerek horon oynadıklarını gördüm. Çok hoşuma gittiğinden öğrenmek için ben de aralarına girdim. Akşama kadar oyun devam etmişti. Bu saatten sonra da herkes benim gibi uyumak için yaylasına çekilmişti.

Uyku anında kulağıma sesler geliyordu. Şöyle ki iki kadın birbiriyle münakaşa ederken biri diyor ki kız sen benim pohumu niye çaldın, diğeri de sende benim pohumumu çalmışın diyerek bir birini suçluyorlardı. Uyandım ki gerçekten duyduklarım doğruymuş, çünkü münakaşa hala devam ediyordu. Fakat ben bu çekişmeye bir anlam veremediğim için, bibime dedim ki yahu bunlar kafayı mı yedi hiç böyle münakaşa olur mu diye söylediğimde rahmetli bibimde döndü bana; "Sen küçük yaşlarda köyden ayrıldığın için köyün bazı yaşantılarını bilmezsin, onlar senin anladığın gibi değil, tezekler için dövüşüyorlar oğlum," dediğin de bende konuyu anlamış oldum.

Demek ki geçim şartları insanlara neler yaptırıyormuş.

Solmaz Günel - Emekli Zabıta Komiseri

----------------------------------------------

6. Değerlendirme Yazısı - 12 Nisan 2011
SEVGİ ZİNCİRİ

Alışılmış bir söz vardır ve şöyle derler: Taaaa Uzaklarda bir Köy var, gitmesek de kalmasak da o Köy bizim Köyümüzdür diye. Aslında yanlış politik olan bu anlayışı kesinlikle bireysel olarak kabul etmiyorum. Çünkü Köyüne ve Kültürüne sahip çıkıldığı, maddi manevi imece usulü sorunların giderilmesi yönünde çaba harcanıldığı zaman Köyündür, bunun harici de bir laftan öte değildir.

Bu konuda gerek Türkiye de ve gerekse Almanya ile diğer Yabancı Ülkelerde yaşamlarını sürdüren, yeri geldiğinde ise tatil zamanı Köylerine gelerek yardımlarını esirgemeyen ve de Kültürüne sahip çıkan bu güzel insanlarımızı yürekten kutluyorum. Çünkü bu olumlu davranışları gençlerimize de iyi bir örnek teşkil etmektedir.
Ayrıca yeni yetişen çocuklarımız ile delikanlılara da Köylerimizi sevdirelim, sevdirme çabası içerisine girelim ki bizlerden sonra da bu güzel Köylerimize gelerek buraları yalnız bırakmamış olsunlar.

Daha evvelden Atalarımız vardı, Hakka yürüdüler, şimdide bizler varız.
Zamanı geldiğinde bizler de gidersek çocuklarımız var, onlarında nesilleri olacaktır. İş de bu Köylerimizi sevdirmek açısından sevgi zincirinin devamı da bizlerden geçer.

Tatil zamanı tatillerini geçirmek için gelen gençlerimizi gördükçe çok gurur duyuyor mutlu oluyorum. Köylerimiz bu canlarımızla cıvıl,cıvıl oluyor her taraftan türkü sesleri geldiği gibi,dinledikleri türküler Kültürümüzü ve Yöremizin havalarını içermektedir.İş de anlıyorum ki bizlerden sonrada Köylerine sahip çıkacak gençlerimiz olacaktır.

Özlem adlı anımı da hüzünlü bir şekilde,gençlik yıllarımda yaşadığım için aynen aktarmış oldum.Şimdi ise aradan yıllar geçti,o pey dediğim evlerin yerine öyle güzel evler yapıldı ki her birisi bir birinden harika,bu görünümleriyle ve de Çevre düzenlemesiyle güzel olan Köylerimizin güzelliğine de bir güzellik daha katılmış oldu.İşte Özgürce dağlarında gezip tozduğumuz,maddi ve manevi her türlü Nimetlerinden yararlandığımız Vatanımıza Gurbet Elden Selam olsun.

Solmaz GÜNEL - Emekli Zabıta Komiseri

---------------------------------------------

5. Öykü - 12 Nisan 2011
A Z I K

Zamanın birinde rahmetli Babannem (Dudu) azık hazırlayarak torbanın içerisine koyup bir de elime içinde yoğurt olan parkacı verdi. Oğlum ırgatlar bizim Kavaklıdaki tarlada ekin biçiyler annen de onlarla birlikte, al bunları oraya götür dediğinde itiraz ettim. Götüremem, yalnız başıma korkarım değince ebem de döndü bana korkarsan ceplerine taş doldur, giderken korktuğun yerlere atarsın dedi. Hava da alabildiğince sıcak olmasına rağmen üzerimde bir de ceket vardı. Ben de giderken topladığım bütün taşları ceketimin ceplerine doldurdum, aslında rahmetli ebem cesaretlenmem için bu lafı söylediğini zaman geçip delikanlı olunca anlamış oldum.

Bu arada yükümün ağırlığına bir ağırlıkta taşlar eklenmişti. Kavaklıdaki tarla Köyümüze baya uzak bir mesafede olduğu için çok yorulduğumdan dolayı ara sırada oturup dinleniyordum. Epeyi ilerledikten sonra rahmetli Durmuş eminin (Kolaman) bahçesinin altına vardım, tam dereyi geçtim yokuşa çıkacağım anda karşıma bir tilki çıktı. Fakat daha çocuk olduğumdan kurt mu tilki mi olduğunu kestiremedim. Önüme geçip dik dik bana bakıyordu, çok korktum ağlamaya başladım, hemen aklıma cebimdeki taşlar geldi. Birkaçını attım yanıma yaklaşmaya başlayınca olanca hızımla, hızımla diyorum bir çocuğun hızı ne olabilirki, Anoooom Anooom diyerek kaçmaya başladım.

Tabii kaçarken de torbadaki AZIK lar ekmekler derelere aşağı dağıldı. Ama elimdeki parkacı bırakmadım, içerisindeki yoğurt da sallanmadan dolayı birazı dökülmüş kalanı da sanki içilecek derecede ayran olmuştu. Kan ter içinde eve vardığımda ebemle dedem (bozu) benim halimi görünce korktular. Dedem ebeme kızıp azarladı, bu çocuğu gönderirsen olacağı buydu diyerek tekrar kendileri bir azık hazırlayıp gecikmelide olsa tarlaya götürdüler.
Solmaz Günel(Emekli Zabıta Komiseri)

---------------------

4. Öykü - 12 Nisan 2011
GÜLEN KARGA

Geçen sene 2010 Haziran ayı içinde ilginç bir anımdır.

Köydeki evimizdeyiz, sabahleyin kalktık havada çok güzel tam gezilecek bir gündü. Eşim Şengül'e sen kahvaltıyı hazırlayıp çay kaynayana kadar ben de harmanlardan biraz mantar toplayıp geleğim dedim,oda fazla uzaklaşma gel dedi.

Harmanlardaki mantarları da benden önce toplamışlar, kopan saplarından belliydiler. Ben de bari Kuzuluk'taki tarlamıza gideyim orda olur dedim ve öyle de yaptım. Tarlaya vardım ki gerçekten bir poşeti dolduracak kadar var, onları toplayıp eve geldim.

Çay kaynamış, sofrada kurulmuştu. Balkonumuzda kahvaltıyı yaparken birden Şengül gülmeye başladı. Ben de şaşırdım çünkü o anda aramızda bir laf bir söz geçmedi ki güle. Ben de şaşırarak kız sen ne gülüyorsun kendi kendine diye sordum.

O da döndü bana hoo gülen karga var ya sana gülüyor deyince yahu ne kargası ne gülmesi diye sordum. Farkında olmadığımdan duymamışım.Daha sonra dikkatlice dinledim ki hakikatten çok enteresan, gerçekten karga resmen gülüyordu. Aynen şu şekilde.Hah hah haaaaa hah hah haaaaa diye. Sesin geldiği yöne gittim ki rahmetli eski Muhtar Durmuş eminin kavağına çıkmış öyle keyfi yerinde olacak ki gülüyor da gülüyor.

Solmaz GÜNEL - Emekli Zabıta Komiseri

--------------------------------------------

3. Öykü - 12 Nisan 2011
G Ö L E T

Tahminen on ya da on üç yıl öncesi Cevat Günel, Hüseyin Aydoğan (Babuko), Şükrü Aydoğan ve bir de ben Yeniköy'e gölet yapımı için mühendislerle randevulaşmıştık. Ankara'dan Şükrü beyin arabasıyla hep birlik de köye hareket etmiştik. Yapılan ve de köyümüze sulama yönünden büyük katkısı olan göletin hayata geçmesi uzun zamandan beri de çeşitli dallardaki bürokrasiyi zorlayan Cevat Günel sayesinde olmuştur. Tabii ki Hüseyin beyle Şükrü beyin de desteklerini unutmamak lazım.

Bu arada yolculuğumuz güzel geçmesiyle birlik de Dereli'ye vardık, buranın hayvanları doğrudan doğada beslendiklerinden etlerinin de çok lezzetli olduğunu söylediler.

Bizde yeteri kadar hazır pişmiş eti alarak yemeğimizi yemek için coşkun akan bir derenin kenarına oturduk. Arkadaşlarım beni sevdiklerinden bana takılmadan duramıyorlardı. Azığımızı koyduk ortaya o coşkun derenin sesiyle kuş sesleri de bir birine karışıyordu.

İleride çeşme olduğundan beni suya gönderdiler. Bunların bana bir oyun yapacaklarını bildiğim için ileride bir çalının ardında onları gizlice seyrediyordum. Eti ve diğer yiyecekleri yemişler gibi arka çalının içine sakladılar. Bende biraz oyalanarak gecikmeli olarak geldim. Hüseyin dedi ki ulaaa Solmaz habu dağların başında aç kaldın biz hepsini yedik bitirdik deyince Cevat abiyle Şükrü de gülmeye başladılar. Onlar beni ben de onları makaraya sarmaya başladık. Ben de yahu sizde hiç vicdan yok mu şimdi aç karnına neğdeceğim, deyince Cevat abi de sende ot yersin bir de üstüne su içersin geçer gider demez mi? Gülmek, şamata diz boyu. Uzatmayalım sakladıkları yerden çıkarıp bir güzel yemeğimizi yedikden sonra yola koyulup Yeniköy'e ulaştık. Eski muhtar rahmetli Durmuş emi (Deli Durmuş) bizi karşıladı, çay falan ikram etti. Biraz sobet birazda gölet hakkında konuşup oradan ayrıldık.

Ertesi günü de Gümüşhane'den sekiz on kişilik bir ekip geldi. Bunlara Kara bey dayının oğlu Hakkı abi bir kuzu kesip ziyafet verince hem köyü hem de bizleri onurlandırmış oldu, sağ olsun. Sabah erkenden Ankara ya döneceğimiz için Babamın mezarını ziyaret etme fırsatım olmamıştı.

Akşam saatleriydi, alaca bir karanlık çökmüştü. Cevat abiye mezarlığa gidiyorum dedim. O da sakın haa korkarsın dediğinde ben de korkmam diyerek yanından ayrıldım. Tam ziyareti bitirdim ki üst mezarlıklardan küüt küüt diye sesler duydum. Üzerime doğru toprak atılıyordu. Allah Allah bu nedir diye merak ederek toprak atılan mezarın başına gittim. Bir de ne göreyim Hüseyin emi (Celde) mezar kazıyordu. Yahu emi ne yapıyorsun bu karanlıkta deyince demesin mi mezarımı kazıyorm. O anda öyle acıdım ki hâlâ aradan yıllar geçmesine rağmen acırım o garibana. Çok da yorulmuştu. Benden bir dal sigara istediğinde, emi iki paket var biri sana biride bana değince inanır mısınız çocuklar gibi sevinmişti. Zaten iki ay geçmeden garibanın ölüm haberini aldık.

Yaşam böyledir işte, acı ve tatlı anılar yanyanadır her zaman.

Solmaz GÜNEL - Emekli Zabıta Komiseri

--------------------------------------------

2. Öykü - 06 Nisan 2011
ÖZLEM

Yıl 1970. Yaş itibariyle de 21 yaşında idim. Köyümüzü özlediğimden O köye gitmek, dağlarında dolaşarak tertemiz havasını içerime çekerek buz gibi sularından içmek ve dağ çiçeklerini koklamak istiyordum. İşte bu özlem beni vatanıma gitmeye zorlamıştır.

Bu kararla Şiran'a ulaştım. Buradan bir araca binerek köyün yolunu tuttum, ama bu içimdeki özlem heyecanı yazılarımı yazdığım zamanki gibi sakin değildi. Sanki beni benden alıp tarifi mümkün olmayan bir duygu içerisine hapsetmişti. Dakikalar ilerledikçe köyüme bir adım daha yaklaşıyordum, sonunda Aşağı Görsütte aracı gönderdim.

Köyümün sınırları içerisinde olan derelere vardım. Tertemiz havasıyla buz gibi sularına kavuşmuştum. Çocuklar gibi sevinçliydim, kana kana suyumu içip Akbunluk'dan doğru tarlaları birer birer geçerek ve biraz da dertlendim. Bizim yörenin bir türküsünü söylemeye başladım:

"Yüce dağ başında anlı kar idim. / Yağmur yağdı güneş vurdu eridim. / Evvel yarin sevgilisi ben idim. / Şimdi uzaklardan bakan ben oldum."

Sonunda köyüme ulaştım. Vardım ki dertlenmekte haklıymışım. Çünkü eskiden cıvıl cıvıl olan köyün eski evleri yıkılarak pey olmuş, duygulanmamak dertlenmemek elde mi? Bazı o güzelim ağaçları da kurumuş gördüm. O anda Halk Ozanımız ve de arkadaşım olan Ali Kızıltuğ'un bir türküsü geldi aklıma. Bir kıtası şöyledir:

"Asrı harap etmiş köyümü, / Dallarına baykuş konmuş gel hele, / Kırk senelik ağaç kurumuş kalmış, / Ben ağayım ben paşayım diyenler, / Kapıları kitlemişler gel hele."

Fakat bizim köy evleri kilitli değildi, İnsana üzüntü verecek şekilde pey olmuşlardı peey! İşte bu pey olan ve ata yadigarı bu yerlerimize sahip çıkarak buraları düzenlemek ya da yeniden yapılaşmaya gidilerek güzel köyümüzü canlandırmak ve güzelliğine bir güzellik daha katmak gerekir diye düşünmüştüm.

(Daha sonraki yıllarda yeniden yapılaşmaya gidildiğini söylemeye gerek var mı bilmem."

Solmaz Günel - Emekli Zabıta Komiseri


----------------------------------------------

1. Öykü - 06 Nisan 2011
UNUTKANLIK

Zamanın birinde Mamak Zabıta Karakolunda görevli idim, bitişiğimizde ise P.T.T.binası vardı. Buradaki memurlar ile iyi konuşurdum. Bizim köylü çok değerli, her yönüyle dürüst olan ve de müteahhitlik yapan

Ahmet amcamız (Zemzi) Muharrem hocanın da babası oluyor. Ahmet amcamız Ankara dışında çalışmakta olduğu bir ilden hanımı olan rahmetli Güzsün halaya P.T.T. Kanalıyla para göndermiş, bu parayı alabilmek için de o zamanları kimlik ile birlikte bir de şahit gerekiyordu.Yani havaleyi gönderen kişinin beyi olup olmadığına dair kanaat getirilerek ödeme yapılıyordu.

Bu arada P.T.T.den yanıma memur gelerek, "Solmaz bir akraban geldi parasını almak için, ama şahit getirmemiş sen şahit olur musun?" demesi üzerine P.T.T.ye gittim.

Güssün halam beni görür görmez çok sevindi. Elini öptüm, o da gülerek beni öptü. Sonra memur sizin köylü Zabıtanın ismi nedir dediğinde Güssün halam da, "Ey bak ben bülmezmiyim, adı Yılmaz," deyince memur bir durakladı, çünkü adımın Solmaz olduğunu iyi biliyordu.

Memur sonra döndü bana "Peki teyzenin ismi nedir?" diye sorduğunda aksilik olacak ya Güssün halamın adını o anda unuttum. Bir taraftan memurla sohbet ediyorum. Derdim sohbet değil, zaman kazanarak ismini aklıma getirmeye çalışıyordum.

Uzatmayalım memur anladı. Gülerek, "Adını unuttun değil mi? Ama biz seni iyi tanıyoruz, onun için ödemeyi yapalım." diyerek halamın parasını verdiler. İş bittikden sonra da Güssün halamla bu duruma epeyi güldük.

Solmaz Günel
Emekli Zabıta Komiseri