Önsöz
Hatun Aydoğan
Muzaffer Bal-1
Muzaffer Bal-2
Muharrem Aydın1
Yaşar Günel
Babuko Hüseyin
Kemal Gündoğan
Durmuş Öztürk
M. Aydın2- Ç.Ahmet
Solmaz Günel
İçlim Eda Aydoğan
YağmurÖykü Doğan
Yılmaz Bakar
Cevat Günel
Alim Aydoğan
Tuğrul Kara
Cemal Aydoğan
Esma Korkmaz
Seçil Günel
Sebati Günel
Ersin Öztürk
Kazım Aydoğan
Zeynel Öztürk
Gülüzar Aydoğan
İsmail Aydoğan
Ali Öztürk
Yusuf Aydın
Garipoğlu Hüsnü

Gülüzar Aydoğan


ANASAYFA

İÇİNDEKİLER
01-Irgat Azığı - 18 Aralık 2010
02-Can Sevgisi - 19 Nisan 2011
03-Soğuk Paar'ın Gizemi - 19 Mayıs 2011

GÜLİZAR AYDOĞAN

bizimyazarlarimiz-baslik-incecubuk.jpg

3. Öykü - 19 Mayıs 2011
SOĞUK PAAR'IN GİZEMİ

1969 yılında köyden Ankara'ya göç etmiştik. Ankara'da beş yıl kadar kaldıktan sonra köye gezmeye gitmiştim. O zamanlarda İpek ablamın köyde durduğu dönemde ben de ablamlarda kalıyordum.

O yaz, her yaz olduğu gibi yaylada göç vardı, o zamanlar rahmetli Zeynep anam yani babaannem yaylada duruyordu. Ablam ineğini, öküzünü kısacası malını yaylaya Zeynep anama bırakmıştı. O günler bizim Yeter de köydeydi, ablam bize:

-Etem'le birlikte üçünüz yaylaya gidin de öküzleri alıp getirin, dedi. Tarlada işler var öküzlerin gelmesi lazım.

Ertesi günü sabahleyin erkenden ben, Yeter, Etem yaylaya doğru yola çıktık. Ancak öğlende yaylaya vardığımızda çok yorulmuştuk. Zeynep anam bizi yedirdi, içirdi. Yeterince dinlendikten sonra anam bize:

-Çoban, malı soğuk paar tarafına götürdü. O tarafa gidin rastlarsınız, dedi.

Üçümüz söylediği yere doğru yola koyulduk. Nahırı bulduktan sonra öküzleri alıp da köye döneceğiz. Zaman geçtikçe öğle sıcağı başımıza vurdu. Dimdik yokuşlarda çok yorulduk. Soluk soluğa kalmıştık. Çok da susamıştık.

Soğuk paara yaklaştıkça hayal kurmaya başladım. Bir ara:

-Paarın kurununda keşke üç tane yedigün olsa da soğuk soğuk içsek, dedim.

Bilirsiniz cam şişelerde yedigünler, gazozlar olurdu o zamanlar, lüks içeceklerdi. Benim de canım sarısından isteyince öyle söylemiştim. Gide gide sonunda paara vardık. Su içmek için oluğa eğildiğimizde gerçekten de üç tane yedigün görmeyelim mi? Suyun içindeydiler ve sanki bizi bekliyorlardı.

Çok şaşırdık. Doğrularak etrafa bakındık. Birileri vardır da soğuması için bırakmışlardır diye düşünüyorduk. Ama görünürde kimsecikler yoktu. Bağırıp, çağırdık, seslendik. Kimseler ortaya çıkmadı. Bunun üzerine yedigünleri buz gibi sudan çıkarıp açtık ve zevkle içmeye başladık. Başladık ya bitirmek mümkün değildi. Buz gibi olmuşlardı. Olsun, nahırı ararken dura dinlene yedigünleri bitirdik.

Nahırı Avluğun Düzü'nde bulduk. Öküzleri alıp yaylaya döndük. Zeynep anamı gördükten sonra köye doğru yola çıktık. Akşam hava kararmak üzereyken köye inebildik.

Şu ana kadar o içecekleri hiç unutamadım. Olay, bana hep gizemli gelmiştir. Kim bilir, hayat süprizlerle dolu. İnşallah hep güzel süprizlerle karşılaşırız.

Gülüzar Aydoğan

----------------------------------------------

2. Öykü - 19 Nisan 2011
CAN SEVGİSİ

Yıl 1991. Haziran ya da temmuz ayında olsa gerek, gerek diyorum çünkü aradan 19 yıl geçmiş oluyor. O tarihte Mamak tıp fakültesi yolu genişlemesi sebebiyle bazı gecekondu evlerinin yıkılması gerekiyordu ve bizim evinde yıkılması gerekiyordu. Bizim iki katlı betonarma evi yıkmaya başlamıştık. Yıkıma çatıdan başlamıştık, eşim İsmail kiremitleri kaldırınca çatının uç kısımlarında biz kuş yuvası görüyor, içinde iki tane yavru ve tabii açığa çıkınca hayvancıklar bağırışıyor. Üzerini yine kapatıyor, o arada bana seslendi. Bizde evimizi yıkıp tekrar yapana kadar rahmetli anneciğim ve babacığımın evinin alt katında kalıyorduk. Ben de öğlen yemeğini yetiştirmek için telaşlıyım ve dört tane çalışan ustam vardı. Bana seslenince dışarı çıktım hayırdır dedim. Çünkü ses tonu bana farklı gelince meraklandım, kiremitleri kaldırınca yuva varmış içinde iki tane yavru ne yapalım dedi.

Bende birden farklı duygular oluştu, biz yeni ev yapma telaşında iken bir başkasının yuvasını yıkıyoruz. Tarif edilemeyecek duygularla harmanlandım, ne yapalım bu yuvayı hayvancıkları asla ölüme terk edemeyiz. İsmail bana dedi ki; akşam olunca annesi yuvaya gelir annesini yakalayalım. Yavruları bir kafese koyalım, biz beslemeye çalışırız, dedik. Çünkü bir kuşun yuvasını orjinalliğinden değiştirirsen anne bir daha asla gelmez diye okumuştum. Mecburen bakacağız, akşam oldu karanlıkta gittik anneyi yakaladık, yavrularla birlikte aldık kafese koyduk ve kuşlar da kırlangıç kuşlarıydılar. Ama annesi felaket şekilde çırpınıyor ve bağırıyor. Kafesin içinde çırpınmaktan sürekli tüyleri çıkıyor, yavrular panikledi bizde bir şaşkınlık ve üzüntü vardıki şu an bile duygularımla o tarihe döndüm. "Ya İsmail, anne böyle çırpınırsa ölür ne yapacağız?" diye sordum. Hele bir sabah olsun dedi. Fakat beni ve İsmail'i uyku tutmadı, kuşlar ölür diye çok huzursuz olmuştuk. Sabah gün ağırırken kalktım, kuşlara baktım annesi bir köşeye kıvrılmış durgun, pörsümüş ve bana bakıyor. Gün tam ağırınca kafesle bahçeye çıkardık, dışarıyı görünce annesi deliye döndü. Baktık olmayacak kafesin kapısını açtık, annenin bir çıkışı var ki kafesin kapısını açık bıraktık belki akşam yavrularının yanına gelir diye. Ama ne mümkün çıkış o çıkış yavrular kaldı bize, onları nasıl besleyeceğiz. Yavruları elime aldım seviyorum ki sakinleşsinler. Daha küçükler tüyleri o kadar tatlı ki tıpki gökkuşağı gibi, kırlangıç tüyleri öyledir yanar döner.

Yavrular bana kaldı çünkü İsmail evde çalışmak zorunda yapılacak çok iş var, dolayısıyla ben ilgileneceğim. Bu kuşlar nasıl beslenir neler yer bunları öğrenmek için evdeki ansiklopedi ve ne kadar kitap varsa araştırmaya başladım. Bir ansiklopedide de bu kuşlar yavrularını bütün kuşların yaptığı gibi uçana kadar ağızdan besleme ve uçunca da uçuş esnasında ağzını açık tutup ağzına giren böcekler vb. besleniyorlarmış. Dolayısıyla canlı ve taze yiyecekler bende bunu yapmalıyım diye düşündüm ve fırsat buldukça hemen kuşların yanına gidiyorum, beslemeye çalışıyorum sanki benim çocuklarım olmuştu. Beslemek için yedireceğim zaman bahçeden toprağı eşerek canlı solucan çıkarıyordum, solucanı küçük küçük doğrayıp yavrunun ağzına azcık açıp cımbızla boğazına bırakıyordum. Tadını alınca artık kendileri ağzını açmaya başlıyorlardı. Vicir vicir devamlı istiyorlardı, beni annesi sanıyorlardı ya da bana can atıyorlardı.

Sonunda iletişim kurmuştum, çünkü yanına gidince bana bakıp ağızlarını açıp birseyler için bağırıyorlardı. O kadar mutlu oluyordum ki anne yerine konulmuştum, solucan, et parçaları ve ekmek kırıntıları ıslıyordum boğazında kalmasın diye canlı kurt taneleri ağaçtan tehmin ediyordum. Böcükler buna benzer şeylerle kısacası vitaminli besleniyorlardı, gelişmeleri güzel ve normal oluyordu. Çünkü okuduğum bilgiler doğrultusunda büyüyorlar. Gün geçtikçe ele avuca gelmeye başladılar, tüyleri tamamen çıktı ve yetişkin kuş görünümüne gelmişlerdi. Kafesinde içinde sürekli kanatlarını çırpıyorlar, uçmak gibi bir amaçları vardı tam iki ay bakmıştım, kafesde durmak ne mümkün uçmak için bir heyecan bir telaş var. Tam uçmayı öğrensinler diye evin içinde bırakıyordum, evde bir ses oluyordu ki yakalıyıp kafese koymak sorun oluyordu. Doğanın verdiği bir vahşilik vardı çünkü hiperaktif kuşlardı.

Birgün ustaların öğlen yemeğini verdim yedi gittiler, ben de kafesi aldım dizlerimin üstüne koydum seviyorum kuşları. Şöyle alıcı gözle baktım baya büyüdüler ve kanatlarını tam açıyorlar. Kendi kendime dedim ki bahçeye çıkarsam doğa ortamında uçurmaya çalışayım. Kafesden birini aldım elimle biraz yukarı atarak havalandırıyordum. O mesafede uçmuş oluyordu, ayrı ayrı çalıştırıyordum ikisine hakimiyet çok zor oluyordu ve bu çalışmamızı bir hafta yaptım.

Birgün yine uçurmaya çalışırken biraz uçtu yere indi. Bir kedi de bizi takip ediyormuş. Kuş yere inince üstüne atladı. Kediye bir bağırmam vardı ki komşular dışarı çıkmıştı. Bir durum mu var diye bana gülmüşlerdi. Bizi korkuttun Gülüzar demişlerdi. Aynı gün öğleden sonra yine uçurayım dedim. İkisini elime aldım. Sevdikten sonra kuşlar avucumun içinde iken elimin birini açtım ne yapacak diye, birden bire gökyüzüne uçuverdi. O kadar şaşırmıştım ki hemen arkasından öbür avucumu açtım öbürü de gökyüzüne uçuverdi. Uçuşlarına bakakaldım başarmıştım, yavrularımı uçurmuştum. Onlar benim çocuklarım gibi olmuştu. İkisi de ölmeden uçmuşlardı. Bakışlarımı onlardan alamıyordum, başımın üstünde o kadar güzel süzülüşleri vardı ki gözyaşlarına boğulmuştum. Duygularım birbirine karışmıştı, çok sevindim uçurabildiğim için, üzüldüm bir parçam olmuşlardı.

Görevimi tamamladığım için omuzlarımdan dünyanın yükü kalkmıştı. İsmail'i müjdeledim uçtular diye. O da çok sevinmişti. Kafese baktıkça o gün ağlamıştım. Uçtukları günün gecesi rüyama girdiler. İkisi de başıma konmuşlardı ve beni öpüp teşekkür etmişlerdi. Sen bizim annemizsin bunu unutma anne.

Gülüzar Öztürk

----------------------------------------------

1. Öykü - 18 Aralık 2010
IRGAT AZIĞI

Yıl 1968; 7 yaşında ilkokula başladığım yıl.

O zamanlar köyde olduğumuz senelerdi. Bildiğiniz gibi köyde tarla ekim ve biçimleri olurdu ve komşular birbirlerine ırgata giderlerdi.

Bizim bir tarlamız vardı, yılan taşlarının alt tarafına düşüyordu yani Emişen Paarı bölgesindeydi. Orada bizim tarlada ekin biçiliyordu. O gün çok ırgatımız vardı. Irgatlara yiyecek ve içeçek götürmemiz gerekiyordu.

Rahmetli anam, benden azığı tarlaya götürmemi istemişti. Oyun oynadığım için götüresim yok ya acuzlandım. Ama mecburen götürülecek, öyle ya anacığım hangi birine yetişsin? PeştanBala koyduğu öteberiyi belime bağladı, bir parkaç yoğurdu da elime verdi. Di yeri gıcımı sevim, haydi götür, diyerek beni yolladı.

Ağır usul yola koyuldum. Hem gidiyorum hem de düşünüyorum, ya yoğurdu dökersem ben ne yaparım diye. İster istemez öyle düşünülüyor, çünkü yohluh var. Neyse gide gide yılan taşlarını geçtim. Oralarda biraz kaygan saylar var idi. Korktuğum başıma geldi. Ayağım kaymasıynan parkaç bir tarafa ben bi tarafa giderek sırt üstü yattım aşşa. Kalktım oturdum ama şimdi ben ne yaparım? Kollarım taşlardan hep sıyrıldı, canım acıyor. Etrafıma baktım, yerler hep yoğurt. Başladım ağlamaya. Eve geri gelsem anamdan korkuyorum. (Çocukluk ya, halbuki anam ne yapacak?) Neyse, tarlaya gitsem herkes yoğurdu bekliyor ki gatık ede. Sıcak, ırgatı kavurmuş ki.

Boş parkacı aldım, ağlaya ağlaya tarlaya gittim. Tarlaya yaklaştığımda beni gören Gülperi ablam, aha azıh geldi, yoğurdu ver hele, çalkama edeyim, öldük! dedi. Parkacı açtı ki yoğurt yok, hani gız yoğurt, dedi. Yüzüme baktı ki ağlamışım. Ne oldu gız? dedi. Yolda düştüm, yoğurt döküldü, dedim. Bir yandan da yine ağlıyorum. Bana acısınlar diye kollarımı gösterdim, emme kimse umursamıyo. Her birisi başladılar, Yere gelesin! Tahtaya gelesin! Beceriksiz! Bekliyorum ki beni birisi sevsin, teselli etsin; ama nafile. Ablam, git parkacı paardan su doldur da getir bari, dedi. Paar dediğimiz de, o zamanlar gözeler varıdı, oralardı. Neyse suyu getirdim. Oturup yemeye başladılar. Ben de acım, ama eziklik yaşıyorum ya oturup da yemeye çekiniyorum. Ablama eve gideceğimi söyledim ve oradan ayrıldım. Eve gidene kadar ağladım.

Anam beni görünce, ne oldu gızım diye sordu. Olanı biteni anlattım. Bana kızsa olmuyor kızmasa olmuyor. Aradan biraz zaman geçince anam dedi ki gel biraz yoğurt verim de götür ırgata da, çalkama yapıp içsinler. Daha götürür müyüm, anamın yanından hemen kaçtım. Anam geri gel diye sesleniyor ama duyan kim? Ben o hızınan Abdallı'ya vardım. İpek ablamlara gidip karnımı doyurdum. Bir daha tarlaya azık götürmedim korkuma.

Her şeye rağmen o günleri özlüyorum. İnsan sonra anlıyor o günlerin kıymetini.

Gülüzar AYDOĞAN - Ankara
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Gülüzar hanım, yazılarını göndermek için bu linki TIKLAYABİLİRSİN ... aliaydoganaa@hotmail.com