Önsöz
Hatun Aydoğan
Muzaffer Bal-1
Muzaffer Bal-2
Muharrem Aydın1
Yaşar Günel
Babuko Hüseyin
Kemal Gündoğan
Durmuş Öztürk
M. Aydın2- Ç.Ahmet
Solmaz Günel
İçlim Eda Aydoğan
YağmurÖykü Doğan
Yılmaz Bakar
Cevat Günel
Alim Aydoğan
Tuğrul Kara
Cemal Aydoğan
Esma Korkmaz
Seçil Günel
Sebati Günel
Ersin Öztürk
Kazım Aydoğan
Zeynel Öztürk
Gülüzar Aydoğan
İsmail Aydoğan
Ali Öztürk
Yusuf Aydın
Garipoğlu Hüsnü

İsmail Aydoğan


ANASAYFA

İ Ç İ N D E K İ L E R
01-Dağda Kayboluşumuz - 27 Mayıs 2010
02-Duyarlı Olmak - 14 Haziran 2010
03-Köyümüzün Sorunlarına Genel Bakış - 18 Aralık 2010

İSMAİL AYDOĞAN

bizimyazarlarimiz-baslik-incecubuk.jpg

3. Yazı - 18 Aralık 2010
KÖYÜMÜZÜN SORUNLARINA GENEL BAKIŞ

Yaz sezonunda köyde olduğumdan dolayı siteye uzun bir süre uzak kaldım. Yazı ve mesaj yollayamadım. Şimdiyse köye, köy sorunlarına duyarlı olmak gerektiğine inanan bir insan olarak aşağıdaki yazıyı yazmak gereğini duydum.

Müsadenizle biraz köyle ilgili duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle beni rahatsız eden bazı konular var , bunlardan bir tanesi çevre konusu. Uzaklardan köye gezmeye yada tatile giden bizler ve köyümüzde yaşayan sakinler acaba çevremize ne kadar duyarlıyız. Bana sorarsanız yeteri kadar ilgi ve hassasiyeti gösteremiyoruz maalesef. Köyün konaklama ve mesre yerlerine bırakılan atıklar adeta bir çöplük gibi birikiyor. Eğlencemizden sonra ordaki çöplerimizi alarak buraları doğal haliyle bırakmamız gerekiyorki bizlerden sonra gelen insanlarımıza güzel bir ortam bırakmış olmalıyız. Tabi bunu söylerkende bu konuda oldukça duyarlı insanlarımızda var, onalrın haklarınıda yemeyelim.

Köyün içininde çöplerinin toplanması her sene önemli bir sorun olarak güncelliğini sürdürüyor. Kimi insanlarımız hane başına istenen 20-30 TL ; yi bile vermek istemiyorlar. Böyle olunca diğer para verenlerde zaman zaman onları örnek göstererek vermek istemiyorlar. Çöpler çevreye , derelere atılıyor buda hiç hoş olmayan görüntüler ve sağlıksız bir ortam yaratıyor. Bizlerki temiz hava almak , temiz su içmek için adeta koşarcasına özlemle gittiğimiz köyümüzde karşılaştığımız o hoş olmayan görüntülerle hayal kırıklığı yaşadığımız oluyor zaman zaman. Bu sene Şiran Belediyesince haftada bir gün olarak toplanan çöpler köyü rahatlatmıştı. Gayet güzelde olmuştu. Ama daha sonra bazı nedenlerden dolayı çöpler alınmaktan vazgeçildi ve yine o malum görüntülerle baş başa kaldık. Burada çöp toplanması için gerekli 20-30 TL ; yi çok görüp vermeyenleri gerek muhtarlığın yapacağı anonsuyla gerekse köy meydanına konacak olan bir ilan ve duyuru panosunda teşhir edilerek bu olumsuz davranışlardan vazgeçirebileceğimize inanıyorum, alternatif yaptırımlarda olabileceğini düşünüyorum.

Köyün içinde bulunan her sene baş arıtan su sorununuda halletmek gerekiyor artık. Su rezevleri açısından iyi olan köyümüze hiç yakışmıyor. Bence bu sorun bir ayıp olarak karşımızda duruyor. Kimi haneler temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar su alamazken kimide evinin önündeki kocaman bahçesindeki bostanını sulamakla meşgul. Benim bu konuda bir önerim var, bir çok köy sorununu böyle çözmüş nasıl mı ? Her haneye bir su sayacı takılmalı o hanenin ihtiyaçları için gerekli olan su miktarı örnrğin 15 metreküp su bedava olacak, bu miktardakinden sonra fazla kullanılan su cüzide olsa para karşılığı olacak. Fazlakullanılan suyun ücret olcağını düşünen hane sahibi eminimki aşırı su kullanmayacak, bahçesinide ekerken bir kere daha düşünecektir. Kendisine güvenen bahçesini eker fazla kullandığı su için ödemiş olduğu parada bir havuzda tpolanır, bu paraylada zaman zaman su arıza ve bakımı için anonslarla insanları çalışmaya çağrılmaktan kurtararak yevmeyeli elemanlarla bu sorunlar çözülecektir.

Bir başka konu ise çok musait alanlarımız olduğu halde ağaçlandırma çalışmaları yeterşnce yapılmıyor. Köyün en kalabalık zamanında neden giğer şenlikler gibi bir de ağaç dikme şenliğimiz olmasın. Devlette bu konuda yardımcı oluyor zaten. Topyekün hareket ederek bir günde yüzlerce fidan toprakla buluşabilir. Köye inen su hattından bir hat çekilerek ( rakım ölçülerek daha yüksek bir noktadan belki Sofu Gilin Kalesi civarından olabilir sanırım ) Hıdırlezin Tepesi ne bir çeşme yapılmış olsa toprağıda çok güzel burada ağaçlandırma çalışması yapılarak bir mesire alanı yaratılmış olsa, şu anda oraya çıkam yol biraz daha genişletilerek rahatça araçların çıkması sağlanır ve buraya çıkamayan, çıkmayada can atan yaşlılarımızda araçlarla çıkartarak omları çok mutlu etmiş oluruz ki fena mı olur, bence mükemmel olur.

Köyümüzün en önemli sorunu bozulan yolun tamiri ve asfaltı. Bu kendi boyumuzu aşıyor devletin yapması gerekiyor, elbetteki bu konudaki girişimler sürdürülmeye devam edilecektir. Ama önceki satırlarımda bahsettiğim sorunları kendş aramızda elbirliğince kolayca çözebileceğimize inanıyorum.

İsmail Aydoğan - Ankara
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

2. Yazı - 14 Haziran 2010
DUYARLI OLMAK

Köyümüzle ilgili ne zaman bir konu açılsa köyde geçen anılarımızdan, dağlarımızdan, derelerimizden, tepelerimizden, yaylalarımızdan, ormanlarımızdan, paarlarımızdan, şenliklerimizden bahseder dururuz. Hele köyümüze yabancı olan birine anlatırken öve öve bitiremeyiz. Elbette bunlar güzel şeyler ve anlatılmaya da değer.

Peki, köyümüzle ilgili sorunlar konusunda acaba ne kadar duyarlıyız? Bunu hiç kendimize ve bir başka köylümüze sorduk mu acaba? Sizleri bilmem ama çevre konusunda ben çok duyarlıyım. Benim kadar duyarlı hatta benden de çok duyarlı kimseleri gördüğüm kadar hiç duyarlı olmayan pek çok kişiyi gördüğümü ifade etmek durumundayım.

Yazın veya kışın köye gezmeye gidince duyarsızca çevreyi kirlettiğimizden falan bahsetmeyeyim. Başka bir tehlikeden bahsedeceğim. Hemen her gün gazetede okuduğumuz bir başlık vardır ya "Tehlikenin Farkında mısınız?" diye. Bizim köylümüzün çoğu tehlikenin farkında değil.

Maden olayından bahsediyorum. Eveliyatını tam olarak bilmiyorum ama epeyden beri köyümüzün yaylasında maden arama çalışmaları yapılıyor. İlk önce Madenin Dere diye tabir edilen yerde uzun bir süre maden arama çalışmaları yapılmış. Yerin altını üstüne getirmişler, tüneller açmışlar, ağaçlarımızı kesmişler ve bölgenin doğal yapısını tamamen tahrip etmişlerdi. Önceki senelerde bu dere yatağında bir bitki vardı. Köyde yaşayanların çoğu bile bu bitkiyi bilmiyordu. Yapraklarından mükemmel bir şekilde sarma yapılarak yer tadına doyamazdık.

Geçen sene bu bölgeye gittiğimde plastik şeritlerle kapatıldığını gördüm ve izinsiz girilemez ibaresini hayretle okudum. Yukarıya doğru gittiğimde bir kazıcı kepçe gördüm. Kepçe, aşağıdaki köylerde yaşayan birisine aitmiş ve kimseye haber dahi vermeden bu derede bir sürü kazı yapmış, daha sonra köyün ileri gelenlerinden bir gurup gelip bu kazı çalışmalarını durdurmuşlar, makina hâlâ orada duruyordu. Derede bir yeşillik görmeniz mümkün değildi. Her taraf kazınmış ham topraklarla doluydu. Benim biraz önce bahsetmiş olduğum yapraklarından sarma yapılan bitkilerinde yerlerinde yeller esiyordu. Ne yazık ki bu bitki köyümüz doğasının başka hiç bir yerinde yetişmiyor.

Benim en çok canımı sıkan olay başka bir köyden birileri makinasını alıp gelerek ne muhtara ne de başka birine haber bile vermeden buraların altını üstüne getirmesiydi. Köyümüzün bu kadar sahipsiz olabileceğini düşünmek istemiyorum.

Tehlikenin daha büyüğünü ise 2008 yılında yaşadık. Madenin Derede aradığını bulamayan şirket daha yukarılara çıkarak şimdi yeni şenlik alanı yapılan Doruktepe’nin üst tarafında çalışmalara başlamışlardı. Beş adet kuyu açarak sondaj çalışmaları yapıyorlardı, bu çalışma sırasında çıkan ve içinde siyanür bulunan atığı duvarları pvc ile kaplanmış kuyularda muhafaza edip daha sonra alıp başka bir yere götürmeleri gerekirken sıradan açılmış korunaksız kuyularda vahşi depolama yaparlarken içlerinde maden mühendisi de olan köyümüz çevrecilerinin müdahalesiyle çalışmalarını durdurmuşlardı. Daha açacakları üç kuyu vardı ve bunlar da köye içme suyu sağlayan gözeler civarında olacaktı. İlgili yerlere dilekçeler verilerek bu kuyuların açılması o zaman engellendi. 2009 yılında ise buralarda bir çalışma olmadı ama bu bir daha olmayacak anlamına gelmez.

Beni en çok üzen olaylardan bir tanesi yayladan bazı kimselerin yaylalarını madende çalışanlara kiraya verme girişimleriydi. Var gücüyle onlarla mücadele etmek gerekirken üç beş kuruş kazanmak için adeta köye ihanet ediyorlardı. Çevreden gelen tepkilerden dolayı bu girişimlerden vazgeçtiler. Bir gün şirket yetkilileri bana da gelip kiralık boş yayla olup olmadığını, parasının önemli olmadığını söylediler. Ben de bu yaylaların hepsi boş ama size verilecek bir tek yaylamız bile yok diye tepki göstermem üzerine hiç bir şey demeden oradan uzaklaştılar.

Beni çok üzen başka bir olay ise yaylaya yaya olarak gelip giden bazı köylülerimizin sırf arabalarına binebilmek için madencilerle irtibat kurup içli dışlı olmaları. Madenciler dışlanmamak için böyle bir olaya balıklama atlıyorlardı. Maden bulunursa burada çok işçiye ihtiyaç olacağını ve çok para kazanılacağını cahil insanlarımıza aşılamaya çalışıyorlardı.

İnsanlarımızın çoğu burada maden bulunursa çalışmalarda siyanür kullanılacağını bilmiyorlardı. Yaylada evi olmayıp köyde evi olanların çoğu da bize ne yaylacılar düşünsün diye yanlış bir düşünce içindeydiler. Hâlbuki kullanılan siyanürün yer altı sularına karışarak 60 km kadar gittiğini bilmiyorlardı. Böyle bir maden çalışmaya başlarsa değil bizim köyün sularını, 60 km civardaki köylerin sularına da siyanür karışacağını bu suları içemeyeceklerini bilmiyorlardı. Orman alanında yapacakları yol açım çalışmaları için orman işletmesine para ödeyerek ağaçları katletmişlerdi. Üç ağaç parası ödediler ise otuz ağaç kesmişlerdi. 2008 yılında böyle olmuş şikayet edilince orman işletmesi duruma el koymuştu.

Bugün gazetede "Deneme başladı, dere kurudu" başlıklı hidroelektrik santralı ile ilgili bir yazı okuyordum. Bir bölümünde şunlar yazılıydı:

"Şimdiden deremize hasret kaldık. Dereyi kuruttular. Bir gün önce santralde bir arıza oldu, dereye su bıraktılar. Herkes koşup derenin kenarına indi. Köyümüzün insanları bu konuda ne yazık ki yeterince duyarlı değildi. Ama dere kuruyunca gerçeği anladılar."

İşte bu yazıyı okuyunca hemen bizim köydeki olay aklıma geldi ve kaleme sarıldım. Bu yüzden bütün herkesi bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum.

"Unutmayalım ki köyümüzden olursak gideceğimiz başka bir köyümüz olmayacak."
İsmail AYDOĞAN
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1. Öykü - 27 Mayıs 2010
DAĞDA KAYBOLUŞUMUZ

Ben köyde doğup büyümedim, ama mazisi çok eskiye dayanmayan gezilerden sonra köye aşık oldum. Daha sonra yaylaya, yayla evi de yaparak sevgimi perçinlemiş oldum. Böylece köy, hayatımızın bir parçası oldu. Her fırsatta oralara giderek özlemimizi gidermeye çalışıyoruz.

İnternet sitenize zevkle bakıyorum ve internet sitenizdeki anılar sayfasını okudum, ben de köyle ilgili anılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sene 2008, aylardan yanılmıyorsam temmuzdu. Yayla komşum Habip amcanın oğlu Hüseyin abiyle bir gün dağları gezmeye karar verdik. Tabii bulabilirsek mantar da toplayacağız. Bölükmeşe'nin yan tarafından baş gözelere doğru başladı yolculuğumuz. Dik yamaçları zikzak yaparak zaman zaman nefesimizi toplamak için duraklayarak ilerliyoruz. Dağların üzerinde sis bir yoğunlaşıyor bir hafifliyor. Soğuk Paar'a giden yolun bir hayli yukarılarında zirveye doğru tırmanarak dağın eteğine ulaştık.

Mantar toplamak biraz uzmanlık ister, nerelerde bulabileceğinizi bilmek gerekir. Derken mantarları birer ikişer bulmaya başladık bile. Hem topluyor hem de kameraya alıyorum. Öğlene kadar iki poşet dolusu kızıl mantar topladık. Daha sonra Avluğun Düzü'nde akarsuyun kenarına oturarak sırt çantamızdan çıkardığımız yiyeceklerle kendimiz bir ziyafet çektik, tabii yanında rakısıyla birlikte.

Karnımızı doyurduktan sonra bizi hangi tehlikenin beklediğini bilmeden biraz daha yukarılara çıkıp çakrağın civarından yaylaya inmeyi planladık. Biraz zirveye doğru ilerledikten sonra bir gelip bir kaybolan sisin içinde kalıverdik. Fazla açılmamaya karar verdik. Biraz ilerden yaylaya doğru inmeyi düşündük. Ama ne mümkün, yoğun bir sis örtüsü içinde kaldık, üç beş metre ilerisini bile göremiyor serseri mayın gibi ilerliyoruz. Aşağı dönüyoruz, biraz sonra önümüzde yoğun bir kar örtüsünü buluyoruz, üzerinden geçemiyoruz, çünkü bacaklarımız içine gömülüyor. Yön değiştirip yukarı gidiyoruz, yine kalın bir kar örtüsüyle karşılaşıyoruz. Yönümüzü değiştirip başka yöne ilerliyor, ama hangi yöne gittiğimizi kesinlikle bilmiyoruz.

Bu durum iki saat kadar sürdü, birden önümüzde derin bir vadi görünüverdi. Vadinin aşağısına doğru sis yok, hatta tam tersine güneş vardı. Hüseyin abi, "Burası neresi acaba?" diye sordu. Ben de, "Neresi olacak, herhâlde Bölükmeşe'nin yanındaKİ vadidir," dedim. Biraz inceledikten sonra buranın Karaburga'nın arkasındaki Ayı Deresinin olduğu vadi olduğunu hayretler içinde anladım. "Peki öyleyse, ne yapacağız?" dedi Hüseyin abi. Daha sonra biraz aşağı doğru inip ziyaret ettiğimiz Karaburga tepesinin civarına çımaya karar verdik. Geri dönemezdik çünkü zirvedeki sis çok daha yoğunlaşmıştı.

Hedeflediğimiz yere doğru giderken bazı yerlerdeki karların yüksekliği boyumuzu bile aşıyordu. Kenarlarından dolanarak ilerliyoruz. Vadinin karşısından ayrılıp Karaburga tarafındaki zirvenin civarındaydık artık. Sisin yoğunluğu hiç azalmıyordu ki gideceğimiz yönü belirliyelim.

Bu arada eşlerimizde bizi yaylada yemeğe beklediklerini biliyoruz, ama onlara kaybolduğumuzu söylemek istemiyoruz. Telefonla onları arayıp biraz daha gecikeceğimizi ve bizi merak etmemelerini söylüyoruz.

Zirvelerde ilerliyoruz. Gittiğimiz yönün eşek yokuşu olduğunu tahmin ediyoruz ve oradan Aşuğun Paarı civarına inmeyi hedefliyoruz. Rüzgar yerden karları alıp vücudumuza doğru sulu sepken atıyordu. Vücudumuz ıslanmaya başlamıştı. Artık yolumuzu tamamen kaybettiğimizin bilincine vardık. Bir kayanın altına girip sığınmayı düşünüyoruz ama ne zamana kadar.

Ateşli silahımız yoktu. İkimizin elinde bir küçük nacak vardı sadece. Fırtına bize tercih hakkı tanımıyordu. Hangi yönden olursa olsun zirveden inmemiz gerekiyordu. Bir köye veya bir yaylaya varmak için aşağılara doğru inmeye kara verdik.

Bir çakraktan aşağıya adeta koşarcasına inmeye başladık. İndikçe fırtınanın şiddetinin azalmaya başladığını hissettik. On beş yirmi dakika indikten sonra aşağılarda sis olmadığını fark edip sevinçle hızımızı arttırdık. Biraz daha indikten sonra aşağıda bir tek yayla evi gördük.

Büyük merak içerisindeydik. Acaba hangi köye veya kimin yaylasına gelmiştik. O da ne, bizim köyün yaylasının en yukarısında olan Hüsnü hocanın yaylasını tanımayalım mı? Sevinçle kurtulduk diye birbirimize sarıldık.

İlerleyen günlerde Hüseyin abiyle yaptığımız sohbetimizde her ikimizin de hayatımızın sonunun geldiğini, kaderimizde bu dağlarda kaybolarak ölmek varmış diye düşündüğümüzü tebessümle birbirimize anlattık.

Ufacık bir pusulamız olsa idi en azından dağlarda sislerin içinde yedi saat kadar dolaşmaz ve bir an önce yaylaya dönerdik.

İsmail AYDOĞAN
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Esma hanım, yazılarını göndermek için bu linki TIKLAYABİLİRSİN ... aliaydoganaa@hotmail.com